Sosyal Medya

Ekonomi

Prof. Dr. Ensar Yılmaz: Enflasyondan başka bir çıkış yolu yok mu?

Ekonomiden sorumlu Bakan Mehmet Şimşek’in 2023 Temmuz ayından bu yana (yaklaşık bir yıl) uyguladığı iktisadi programın mevcut ve olası sonuçları…

Prof. Dr. Ensar Yılmaz: Enflasyondan başka bir çıkış yolu yok mu?

Ekonomiden sorumlu Bakan Mehmet Şimşek’in 2023 Temmuz ayından bu yana (yaklaşık bir yıl) uyguladığı iktisadi programın mevcut ve olası sonuçları hakkında durmak gerekir. Bu bize bu tür kemer-sıkma (austerity) diye nitelendirilen sıkı para ve maliye politikaların sonuçlarını göstermesi açısından da önemli bir deneyim sunar. Dünya genelinde de halk refahının aleyhine sonuçları olan bu tür ortodoks iktisadi programları modern tıbbın bilimsel bir reçetesi gibi zorunlu mu yoksa sosyal bilimlerin normatif ve politik tercihlerine açık olarak mı görmeliyiz? Yani bu tür ana-akım iktisadın da sürekli önümüze koyduğu ve zorladığı iktisadi programlardan farklı ve genel sosyal refahı daha fazla önemseyen başka bir yol yok mu? Bu yazıda buna dair görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Bu bir yıllık sürede ilk önce yapılanları ve sonuçları anlamında nasıl bir manzara ile karşı karşıya kaldığımıza bir bakalım. Kısaca değişim üç başlık altında toplayabiliriz: kadro değişimi, regülasyonların gevşetilmesi ve sıkı para/maliye politikası. Nispeten daha liyakatli bir kadronun iş başına gelmesi ile yaklaşık 2 yıldır düşük faiz politikasını sürdürmek için zincirleme olarak geliştirilen regülasyon yumağı çözülüyor (KKM teşvikleri ortadan kaldırılıyor, zorunlu tahvil tahsisi kaldırıldı, kredi faizleri üzerindeki sınırlamalar kaldırıldı, döviz üzerindeki kısıtlar kaldırılıyor, vb.). Bununla birlikte en önemli politika değişikliği sıkı para ve maliye politikası üzerinden yaşanıyor. Politika faizi %8.5’dan kademeli bir şekilde 1 yıl gibi bir sürede %50’ye yükseltildi. Sıkı maliye politikası altında da birtakım tasarruf tedbirleri ve vergi uygulamaları devreye sokuluyor.

Bu politikalar sonrasında, yaklaşık bir yıl içinde, ortaya çıkan sonuçlar:

(i) Enflasyon 2023 Temmuz ayında %40 değerinden yaklaşık bir yıl içinde %75 düzeyini gördü, görünen o ki baz etkisi ile enflasyonda hızlı bir düşme yaşanacak ve yıl sonunda da programın başladığı seviyelere geri dönecek. Bu anlamda ciddi bir başarısızlık var.

(ii) Cari açık kısmen iyileşme gösterdi. Cari açık oranı %4’den %2’ye geriledi. Fakat bunun da önemli bir kısmı enerji fiyatlarındaki düşme ve altın ithalatına gelen kısıtlamalarla ortaya çıktığını belirtmek gerekir. Ve giderek artan resesyonunun etkileri birlikte daha sınırlı bir cari açık göreceğiz.

(iii) İstihdamda ciddi bir artış gerçekleşti, bir yıl içinde yaklaşık 1.2 milyona yakın insan istihdama katıldı. Ve 2019’den beri işsizlik oranı düşüyor ve hatta son 10 yılın en düşük düzeyinde (%9.2). Fakat geniş işsizlik tanımında tam tersine ciddi bir artış var, yaklaşık %29 civarında. Zamana bağlı işsizlik artıyor, yani yarı-zamanlı işlerde ciddi bir artış var.

(iv) Krizi öteleyen ve mevcut politikaların sürdürülmesini kolaylaştıran en önemli gelişmelerden biri resmi döviz rezervlerinin artıyor olmasıdır. Bir yıl içinde brüt rezervler 90 milyardan 150 milyar doların üstüne çıktı. Bu gelişmede dış sermaye girişi ve ters dolarizayon (KKM’lerin çözülmesi, TL mevduata yönelme gibi) gibi faktörler etkili oldu. Net rezervlerde de eksi 60-70 milyar dolardan (swapları çıkardıktan sonra) pozitif 30 milyara yaklaşıyoruz. Bunda da swapların sonlandırılmasının ve merkez bankasının döviz alımları etkili oldu.

(v) Gelir dağılımı, 2022 yılı içinde yaşanan sert refah şokundan sonra, özellikle EYT, çalışan sayısındaki artış ve yıl başındaki asgari ücret artışları sonrası emeğin payını programın başladığı dönem içinde yükselmesine neden oldu. Fakat zamanla asgari ücret ve emekli maaşlarındaki artışların sınırlı kalması ciddi anlamda geniş bir kesimin refahını aşağı çekti ve huzursuzluğun temel nedenine dönüştü.

Enflasyon dinamiğini anlamak

Enflasyonun kaynağını belirlemek kritik bir nokta çünkü bu izlenecek dezenflasyon politikasının araçlarını ve dolayısıyla farklı grupların refahının bundan nasıl etkileneceğini de belirleyecektir. Enflasyonun talep-kaynaklı olduğunu kabul etmek ile arz kaynaklı olduğunu kabul etmek arasında ciddi politika farklılıkları olacaktır.

Ülkede enflasyonun talep yönlü olduğuna dair birkaç gerekçe ileri sürülmektedir. Bunlar temelde pozitif çıktı açığının olması, fiyat artışlarının ancak talep artışı ile mümkün olması, tüketimin yüksek seyretmesi, istihdamdaki artış ve işsizliğin düşmesi gibi.

Merkez bankasının yaptığı çalışmalarda 2024 yılı için hala belirli bir düzeyde pozitif “çıktı açığı” olduğu gösterilmektedir (bu kavramın teorik tutarlılığı ve varlığı tartışmasına girmiyorum burada). Fakat bu, her şeyden önce talebin kaynağına dönük bir açıklama getirmiyor. Yani talebin kaynağı dış talep (ihracat) olabileceği gibi, gelir/servet ayrışması ile oluşan servet etkisi veya üst gelir kesimlerin zaten tüketiminin önemli bir kısmını gerçekleştiriyor olmaları veya nüfus artışı (göçmenlerin varlığı gibi) dikkate alınmıyor. Büyüme hesaplamalarındaki enflasyonun düşük gösterilmesi ile daha yüksek seyrediyor olma ihtimalini de burada ifade etmek gerekir. Tüketimin olduğundan daha yüksek gösterildiğine dair güçlü ipuçları var.

Diğer bir talep temelli açıklama olan fiyatların talepsiz artmayacağı iddiası da sorunludur çünkü ülke geneline yayılan talebi artıran ne bir gelir artışı ne de tercihlerde belirgin bir değişim söz konusu. Bu bağlamda, enflasyonist etki en fazla talebin öne çekilmesi ile açıklanabilir. Fakat bunu talep artışı olarak sınıflandırmak da mümkün değil, çünkü tüketimin bu türden öne çekilmesi insanların kendilerini enflasyondan koruma çabasıdır, dahası bu, sürekli bir talep kaynağı da olamaz, sürdürülemez ve belirli bir zaman dilimi ile de sınırlıdır.

İlk bakışta istihdam rakamları da ekonomide talebin yüksek olduğu görüntüsü verebilir. Son bir yılda istihdam 1.2 milyona yakın artış gösterdi. Hatta işsizlik 2014 yılının da altına düştü bir ara. Fakat bunun bir takım sebepleri var. Her şeyden önce, reel ücretler asgarileşiyor ve ortalamada düşüyor. Firmaların maliyetleri içinde emeğin oranı da sürekli düşüyor. İhracatın büyük oranda ucuz emek ve değersiz döviz kuruna yaslanması da emek talebini artırıyor. Tabii buna üretimin emek-yoğun niteliği, ikinci iş arayışındaki insan sayısındaki artış da eklendiğinde emek talep ve arzı aynı anda artıyor. Bu yüzden de, istihdam artıyor. Bu özünde üretimin niteliğine ve emek piyasalarındaki değişime işaret ediyor. Buna rağmen, istihdamdaki artışın ücretler düşse bile talebin düşmesini engellediği de ifade etmek gerekir.

Enflasyonun talep kaynaklı olduğuna dair en önemli düşünsel dayanak Phillips eğrisidir. Buna göre, iki kötü arasında, yani enflasyon ile işsizlik arasında, güçlü negatif bir ilişki olduğu varsayılır. İşsizliğin düşmesi ücret maliyetlerini artırmakta bu da maliyet kanalı ile firmalarca fiyatlara yansıtılmaktadır. Fakat Türkiye’de son dönemde böyle bir ilişki söz konusu değil. Yani burada artan emek talebi dolayısıyla artan ücretlerin enflasyonist olduğu bir durumla karşı karşıya değiliz. Tam tersi ücretler düştüğü (reel ücretler) için emek talebi artıyor, tersi durumda yani emek talebi arttığında ücretlerin artmasını beklerdik zaten. Diğer yandan, son dönem istihdam artışının önemli bir özelliklerinden biri de zamana bağlı eksik istihdamın toplam istihdam içindeki payının artması. Tam zamanlı istihdam 2022 yılının başından beri yatay bir seyir izlerken son 6 aydır gerilediği görülmektedir. Emek piyasasında bu tür bir eksik zamanlı istihdamda artışın nedeni konusunda daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Fakat özellikle emeklilerin oldukça düşen reel alım güçlerini telafi etmek için yarı-zamanlı işlerde çalıştıklarına dair bir gözlem söz konusu.

Yukarıda ifade ettiğim toplam talebin düzeyine dair tartışmalar olsa da bence daha önemli olanı talebin değişen kompozisyonudur. Yani mevcut durumda toplamda bir talep artışı olduğunu kabul etsek bile, talebin kaynağının yeterince ayrıştırılmadığını görüyoruz. Yaygın bir refah krizinden geçtiğimiz bu ortamda sadece toplam tüketim düzeyine odaklanmak oldukça sorunludur. Çünkü birileri tükettiğinde başkaları da tüketmiş olmuyor. Ülkede talebin ayrıştığına dair iki temel göstergenin olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi ithalat tüketimindeki artış. Özellikle 2022 yılından itibaren tüketim malı ithalatı artıyor; 2022’de yıllık 25 milyar dolardan 2024 yılı içinde 50 milyar dolara kadar çıkmış durumdadır. Toplam ithalattaki payı da 2022 başında %6 iken, 2024 yılı ortasında %13 civarına yükseldi.

Yazının tamamı burada.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler