Türkiye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de asrın golünü nasıl yedi?
9 Mayıs 2018Türkiye, 1990’ların başında soğuk savaş bitiminde bir anda kendini terk edilmiş hissetti. Menderes Amerikancılığının ve her şeyi Nato ülkesi olmaya bağlayan bir ülkenin soğuk savaşın bitiminde Nato’nun bile kendisinin pek lüzumlu görülmediği o anlarda büyük bir güvenlik bunalımına girmesi anlaşılır bir şeydi. Türkiye sağının uzun yıllardır jeopolitiğini pazarlayarak sürdürdüğü ekonomi politikanın temeli bir anda –çökmediyse de- fena halde sarsılmıştı.
Aynı yıllarda ABD öncülüğünde Batı blokunun Irak’a saldırısı, K. Irak’ta fiili bir Kürdistan’ın kurulması, içeride Çekiç Güç’ün PKK’ya yardım ettiği söylentilerinin genel bir inandırıcılık taşır oluşu… Bütün bunlar Batı’nın artık Türkiye’nin tampon bir ülke olarak bütünlüğünü Demirperde’ye karşı savunma için mutlaka elzem bir unsur olarak görmediğinin kanıtları olarak algılanıyordu. Pek de saklanmayan BOP haritaları da bir başka delildi. Uzun dönemli planlarda artık Türkiye yekpare bir ülke olarak görülmüyordu. Ya da en azından böyle görmek istemeyenler Batı merkezi planlarında önemli bir yer alır olmuşlardı.
Sonra ABD’nin özellikle Kafkasya üzerindeki planları, Orta Asya doğal gaz ve petrol alanlarını kontrol için yaptığı bir atak başladı. “Çeçen direnişi” konusunda Türkiye önemli bir lojistik üssü oldu, özellikle Gürcistan-Azerbaycan-Kazakistan-Özbekistan ve Kırgızistan ekseninde Rusya ile Batı arasında muazzam bir nüfuz mücadelesi başladı, giderek de şiddetlendi. Türkiye burada Batı’nın destekçisi bir pozisyon alırken, Rusya ve Batı ikisi de Türkiye’nin bir enerji koridoru olma arzusuna olur verdiler. Türkiye’nin jeopolitik alanı yeniden kıymetli olmuştu. Türkiye bu özelliği ile AB açısından da kıymetli bir potansiyel ortaktı artık. Aynı AB kendi kurallarına karşı çıkarak açıkça yayılmacı bir gaye ile Kıbrıs Rum Kesimini “topraklarına” kattı.
Sonraki yıllarda ne oldu? Putin Rusya’da iktidara geldi ve Batı’nın Kafkasya ve Orta Asya’daki hücumunu durdurmayı başardı. Çeçen direnişini son derece kanlı şekilde bastırdı. Gürcistan’a askeri harekata girişti. Orta Asya’da ve Azerbaycan’da askeri güç kullanmadı ama etkisini oralarda sürdürmeyi örtülü bir askeri güç tehdidi sayesinde başardı.
Türkiye’nin enerji köprüsü olma hedefine yöneldiği o yıllarda Bakü-Ceyhan Boru Hattı yapılırken o zamanlar yönettiğim ekonomi yayıncılık grubunda Türkiye yönetiminin Kürt ayrılıkçı hareketine karşı önemli bir koz elde ettiğini vurgulamıştım. Nitekim neredeyse uluslararası bir uzlaşmayla Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edildi.
Aynı dönemde komünizme karşı girişilen “Yeşil Kuşak” planının bu kez Rus-Çin eksenine karşı oluşturulmuş yeni versiyonu ve Orta Doğu’da yeni rejimlerin inşası için Türkiye’de “ılımlı İslamcı” bir iktidarın daha işe yarayacağı fikri Batı mahfillerinde gittikçe daha ciddi dile getirilir olmuştu. Ordunun içinde Batı’ya mesafeli, dış siyasette daha dengeci bir grubun da, PKK konusunda bir kez doğmuş bulunan güven çatlakları nedeniyle ortaya çıkışı, ılımlı İslam tezini savunanların elini kuvvetlendirdi. 2001 ekonomik krizine götüren siyasal ve ekonomik parçalanma ve sonra kriz nedeniyle bu parçalanmanın daha da şiddetlenmesi, tercihi iyice netleştirdi. Geleneksel Türk hükümetlerinin Kıbrıs ve Ege konularındaki direncini de hesaba kattığımızda AKP iktidarının dış desteğinin temelini anlarız.
AKP’Lİ YILLAR VE APTALCA DIŞ POLİTİKANIN SONUÇLARI
Sonrasında AKP’li yıllar başladı. Uzun uzun anlatmayacağım AKP’nin saçma sapan dış politikasının ayrıntılarını; zaten yeterince anlatıldı. Kısaca söyleyelim, AKP, ekonomi ve iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de çok sayıda tutamayacağı söz verdi. İçeride iktidarını sağlamlaştırmak için giriştiği operasyonlara dış desteği hem ABD hem de o yıllarda özellikle AB’den sağlamak birincil derecede önemliydi. O nedenle arka arkaya önemli tavizler verdi. Bu tavizler dış politikada hep olduğu gibi karşı tarafta daha da fazla taviz talebini doğurmaktan başka işe yaramadı.
Ne var ki AKP’nin TSK’yı darmadağın eden ve bunun sonucu Kürt ayrılıkçı hareketiyle giriştiği pazarlıklar temelinde oluşturduğu iç siyaset sürdürülemez hale gelince bu tavizler de yarı yolda kaldı. AKP iç siyasete yönelik bir duruşa geçti. Dışarıda ise önce Suud sonra Katar ekseninde Orta Doğu’da bir sürü operasyona…
Böylece AKP yüzünden özellikle deniz kuvvetlerine yapılan operasyonlar (Balyoz-Ergenekon ama özellikle Askeri Casusluk Davaları) nedeniyle Doğu Akdeniz ve Ege açısından stratejik faktör olan deniz kuvvetleri son derece zayıflatıldı.
Yetmedi, AKP ideolojik nedenlerle Müslüman Kardeşler adına ve Katar hatırına Mısır ile bozuştu, ki olabilecek en sersemce dış politika tercihlerinden biriydi.
Yetmedi, Türkiye’nin geleneksel Filistin yanlısı ama İsrail ile bozuşmayan denge dış politikasını bir kenara atıp, İsrail ile “One Minute” krizi çıkarıldı. Dahası aynı dönemde iktidara çok yakın kimi isimler el altından İsrail’le özellikle Barzani petrolü ticaretini sürdürdü. Böylece İsrail, şu sonuca varmış olmalı: Türkiye aleyhine her anlaşmayı yapabilirim. Yeter ki bu iktidara yakın kişileri parasal olarak kollayayım, bu hamlelerimin hiç birine gerçek anlamda tavır koymazlar.” Öyle de davrandı.
Benzer bir zayıf irade Yunanistan’ın tartışmalı adalar konusundaki hamlelerine sessiz kalınması, AB ile ise ciddi konularda pazarlık yapılacağı yerde “Bize para ver, benim iktidarıma ses çıkarma, biz de mültecileri üstünüze salmayalım” gibi son derece Türkiye’nin aleyhine olan bir örtülü anlaşma pazarlığına girişildi.
Son olarak bütün askeri, siyasi, diplomatik dikkat Doğu Akdeniz’e çevrileceği yerde sırf iç siyaset adına Afrin harekatı gibi ne stratejik bir değeri olan ne de uzun dönemde elde tutulamayacak bir bölge için vakit ve kaynak kaybedildi. Üstelik bu operasyona ses çıkarılmaması uğruna hem Rusya, hem ABD, hem de AB’ye ciddi tavizler verildi.
Bütün bunların sonu nedir diye soracak olursanız; sonu işte dün Doğu Akdeniz’de imzalanan doğal gaz boru hattı anlaşmasıdır. Bu hattın haritasını manşet resminde görüyorsunuz. Türkiye’yi bypass eden bir hat. Anlaşmayı yapanlar İsrail-Mısır ve Güney Kıbrıs. Dolaylı taraf ise gazı satın alacak olan AB.
Peki (şu an için) kaybedilen ne? Doğu Akdeniz’de olan tahmini doğal gaz rezervi sadece Levante sahasında 3,5 trilyon metre küp. Her gün yeni rezervler bulunuyor. Bugünlerde doğal gaz 1000 metre küp fiyatı 3 dolara yakın ve artıyor. Sadece bu üç ülkenin dün imza atarak yapmaya giriştikleri boru hattının tahmini bedelini 7,4 milyar dolar olduğunu düşünecek olursak buradaki tahmini gaz değerinin bunun yüzlerce katı olduğunu çıkarsamak yanlış olmaz.
Peki Türkiye bu anlaşmada niye yok. AKP’nin aptalca ve ideolojik (İslamcı) politikaları yüzünden yok.
Türkiye’nin başına muazzam bir talih kuşu kondu ve AKP bunu kendi eliyle kış kışladı. Bütün bunlar olurken ise Türkiye’de dolar rekor üstüne rekor kırıyordu. Türkiye bu anlaşmaya dahil olsaydı. Daha boru hattı yapılmadan Dolar/TL’nin nasıl düştüğünü görecektik.
Bu konuda yazmaya devam edeceğiz ama bir hatırlatma daha yapalım. Son derece kötüye giden İngiltere ekonomisi Kuzey Denizi’nde keşfedilen ve 1970’lerin sonunda çıkartılmaya başlanan petrol sayesinde düze çıktı. Bugün o petrol Brent petrolü adıyla dünya petrol piyasasında ölçü birimi oldu. İngiltere bunu Norveç’le düzgün ve barışçı bir anlaşma yaparak sağladı. Neyse ki o yıllarda İngiltere’nin başında AKP yoktu da Norveç’le hır çıkarıp işi sürüncemede bırakmayı denemedi.