Genel
Küresel Düzenin Hikayesi, II. Bölüm, Fransız Devrimi’nin Öyküsü (1789-1799)
Fransız Devrimi kadar insanlık tarihinde pek az önemli bir dönüm noktası vardır. Fransız Devrimi Batı Avrupa’da feodal düzenin son izlerini…
Fransız Devrimi kadar insanlık tarihinde pek az önemli bir dönüm noktası vardır. Fransız Devrimi Batı Avrupa’da feodal düzenin son izlerini ortadan kaldırdığı gibi, mutlak ve evrensel monarşik yönetim şeklinin sürdürülemez olduğunu ortaya koymuştu. Aynı zamanda, modern ekonomik sistemin kuruluşu için, en az Adam Smith’in öğretileri kadar etki yaratmıştı. Fransız Devrimi ayrıca büyük bir fay hattı gibi 150 yıl içinde bir dizi devrimi de tetiklemişti.
Bu dizi 1789 Fransız Devrimi ile başlamış, 1830 Temmuz Devrimi, Avrupa’yı titreten 1848 Devrimi ile doruğa ulaşmıştı. 1848 Devrimi ile devrimler çağının kapandığı sanılsa da, devrim dalgası 20. Yüzyılda 1911 Çin Devrimi ve 1917 Ekim Devrimi ile geri dönecekti.
Kapitalizmin babası olarak bilinen Adam Smith’in öğretileri ve Endüstri Devrimi, nasıl yeni bir sermaye sınıfı oluşturduysa; Fransız Devrimi de açlık içinde yaşayan milyonlarca insanı bir anda “yurttaş” veya “vatandaş” yapacaktı. Birbiri ile ilgisiz ve hatta çelişen bu akımlar Batı Avrupa’da soylu sınıfın ekonomik ve siyasi etkisini azaltacak, günümüzün politik ve ekonomik düzeninin temelini oluşturacaktı.
Takvim 1789 yılını gösterdiğinde Fransa, 26 milyon kişilik nüfusu ile Avrupa’nın en kalabalık ülkesi idi. Fransa 18. Yüzyılda her ne kadar Avrupa’nın en güçlü devleti ise de, 18. yüzyılda bitmez tükenmez büyük savaşların ağır yükünü çekmişti. İspanya Veraset Savaşı (1702-1713) ve Avusturya Veraset Savaşı (1740-1748) tüm Avrupa’nın; ya Fransa ya da İngiltere liderliği altındaki iki blokun muazzam mücadeleleri idi. Bu iki savaşın esas hesabı, bazı tarihçilerin ilk dünya savaşı olarak isimlendirdiği, Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) ile görülecekti. Britanya İmparatorluğu Yedi Yıl Savaşları’ndan tartışmasız bir süper güç olarak zafer ile ayrılacaktı.
İspanya Veraset Savaşı ve Avusturya Veraset Savaşı, Fransız koalisyonunun yenilgisine rağmen, Fransa için önemli bir toprak kaybına yol açmamıştı. Ancak Yedi Yıl Savaşları, Fransızlar için bugünkü Kuzey Amerika, Karayip Denizi ve Hindistan’da yer alan kolonilerinin ve ticaret ayrıcalıklarının kaybedilmesine yol açmıştı ki, bu kritik kayıplar Fransız ekonomisi için yerine konulamaz idi.
Fransa ABD Bağımsızlık Savaşı’nda (1775-1783), Amerikalıların yanında İspanya ile, Britanya İmparatorluğu’na karşı savaşmış ve savaşın kazanımında Fransız donanmasının hayati rolü olmuştu. Ancak büyük bir donanmayı hazır tutmak ve Atlantik’te savaştırmak Fransız ekonomisinin tabutuna son çiviyi çakmıştı. Öyle ki, 1779 yılında Britanya İmparatorluğu’nun 90 adet büyük “ship of the line” savaş gemisi bulunurken, ekonomisi çökmüş olan Fransız ekonomisi 63 adet büyük savaş gemisini denizde tutmaya çalışıyordu. İngilizlerin bu donanmayı finanse edebilecek karlı bir uluslararası ticareti, yeni elde ettiği sömürgeleri ve düşük faizle çevrilen bir kamu borcu gibi avantajları vardı.
Fransız ekonomisinin çökmesinin tek nedeni kaybedilen üç büyük savaş ile Amerikan Bağımsızlık savaşı değildi. 1730 yılında Brezilya’da keşfedilen yeni altın madenleri ile küresel ekonomiye yeni bir değer maden akışı on yıllardan beri değerli madene dayalı para arzını arttırırken, uluslararası sistemdeki tüm fiyatları yükseltiyordu. Avrupa’daki nüfus sömürgelerden gelen zenginlikle son yüz yılda neredeyse iki katına çıkarken, Fransa’da tarımsal çıktı 1780’lerdeki kötü hasatlar ile düşmüştü. Fransa’da soylular ve kilise mensupları hariç nüfusun tamamına yakını açlık ve yoksulluk çekiyordu. Öyle bir amansız açlık söz konusuydu ki, aileler yeni bir çocuk doğduğu zaman yas tutar hale gelmişti. Bebeklerin yarısı iki yaşına gelmeden açlıktan ve hastalıktan ölüyordu.
Fransız vergi sistemi regresif yani en üst gelir sınıfından aşağıya doğru, gelire nispeten artan oranlı biçimde idi. Soylular ve Kilise nerdeyse vergiden muaftı. Fransız Kralı’nın harcamalar konusunda sınırsız yetkisi bulunurken, gelir yaratma 13 adet “parlement” olarak bilinen yerel idarelere bırakılmıştı. ,
Fransızca’daki “parlement” sözcüğü; İngilizce ’ye “parliament” yani parlamento olarak geçmiş olsa da; Fransız “parlementlerinin parlamento ya da meclis ile ilgisi yoktu. Fransız “parlement” birimleri soyluların başta olduğu, yargıçların ve vergi memurlarının bürokrasiyi oluşturduğu yerel idarelerdi. Ve devletin gelirini bunlar topluyordu. Tahmin edersiniz ki, vergiyi yüklenenler de, köylüler ve burjuva sınıfları idi.
Meşhur ekonomist David Weir’ın 1989 yılında yayınlamış olduğu makalede (Tontines, Public Finance, Revolution in France and England, Journal of Economic History), Fransız devlet borcunun devrimden önce milli gelirin (gross national product, GNP) %55.6’sına ulaşırken, Fransız devletinin iflas riskinden dolayı, neredeyse kamu borcu milli gelirinin %181.8’ine ulaşan İngiltere kadar faiz ödediğini anlatıyor.
Yüksek İngiliz kamu borcu, zengin kaynaklara sahip sömürgeler ve küresel ticarette rakipsiz İngiliz ticaret filosu ile finanse edildiği için faizi düşüktü. Tam 250 yıl önceki bu örnek dahi, yüksek kamu borcunun doğru faiz ile finanse edildiği zaman ve aynı zamanda yüksek kamu borcunun doğru işleri ve projelere aktığı zaman tehlikeli olmadığını ama tersinin de geçerli olduğunu çarpıcı bir şekilde kanıtlıyor.
Fransa’nın çarpık vergi sistemi devrimin en büyük nedenidir. Aşağıdaki karikatür bu tabloyu mükemmel bir şekilde anlatıyor.
Köylüler bağlı oldukları monseigneur’lara yani soylulara ürettikleri hasattan mal cinsinden vergi verdikten sonra hayatta kalacakları yiyeceğe sahip değildi. İngiltere’nin 13 kolonisine ilave vergiler Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı nasıl tetiklediyse aç ve öfkeli köylüler ve soylulara diş bileyen burjuvalar Fransız Devrimi’nin ateşini yakacaktı.
Fransız mali sistemini reforme etmeye çalışan İsviçreli Banker Jacques Necker 1781’de gerçek bir devlet muhasebe sistemi kurup, mükemmel bir devlet bütçesi yaptıktan aylar sonra kovulacaktı.
Necker’in ABD Bağımsızlık Savaşı’na kesinlikle dahil olunmaması yönündeki önerisi de dikkate alınmayacaktı.
Necker 1788 yılında tekrar göreve çağırıldığında artık her şey için çok geçti. Zaten 11 Temmuz 1789 tarihinde görevden alınıp, derhal ülkeyi terk etmesi emri verildikten günler sonra devrim başlayacaktı. Ardılı olan Joseph Foullon de Doue iki hafta sonra devrimciler tarafından bir sokak lambasına asılacaktı.
Devrim barutunu son yakan gelişme, Kral’ın ekonomik durumu çözebilmek üzere 1614’ten beri toplanmamış olan Etats de Generaux’u toplanmasıdır. Soyluların yönettiği “parlements” Kral’a baş kaldırmış, Kilise ile soylulara yeni vergi salınmasına karşı çıkıyordu.
Kral’ın yeni vergi yasası çıkarabilmesinin tek yolu bir genel meclis olan Etats de Generaux’u yeniden toplaması idi. Etats de Generaux üç kısımdan oluşuyordu: Kilise (303 delege), soylular (282 delege) ve avamlar (burjuva sınıfı, 578 delege).
Bu zorlama meclisin dayandığı taban oldukça garipti. Kilise mensupları yaklaşık 100,000 kişiden, soylu sınıfı 400,000 kişiden oluşurken, avamlar nüfusun %98’ini oluşturuyordu. Avamların temsilcileri; avukatlar, tüccarlar, toprak sahipleri ve bürokratlardı. Bu insanlar Voltaire, Montesque, J.J. Rousseau gibi aydınların eserlerinin ortaya koyduğu düşünceler ile yoğurulmuştu.
Kilise temsilcilerinin çoğunluğu yerel papazlardı ve bunlar halkın içinde bulunduğu sefilliğin farkındaydı. Bu garip meclis aylar içinde bazı papazların ve soyluların da desteği ile avamların tam egemen olduğu bir meclise yani Ulusal Meclis’ e (“Assemblee Nationale”) dönüşecekti.
Bu yeni meclis devrimin kalbi olacaktı. Üstelik yeni meclis Paris’te halk desteğine ve Fransız askeri unsurlarının bir kısmının kontrolü altına almıştı. Bu gelişmenin en önemli ismi Assemblee Nationale’nin önemli ismi, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın kahramanı genç General Gilbert du Motier de Lafayette idi.
Fransız Devrimi’nin 14 Temmuz 1789 yılında halkın Bastille hapishanesine hücum etmesi ile başladığı düşünülür ama bu gerçek değildir. Devrim esasen 17 Haziran 1789’da yani “Assemblee Nationale yani Ulusal Meclis’in ilanı ile başlamıştı. Zaten Bastille’de sadece yedi mahkûm vardı. Devrimciler Bastille’e içinde bulunan silahlara ve cephaneye el koymak için saldırmıştı.
Halkın, bazı askerler ile Paris’te isyan ederek Bastille’e taarruz etmesi ile “Milli Meclis” de facto olarak Fransa’nın hem yasama organı hem de yürütme organı haline geldi.
Meclisin baştaki amacı cumhuriyet rejimini kurmak değil, meşruti bir kraliyet rejimi kurmaktı. Ancak yeni meclis öfke ile ayaklanmış insan topluluklarını kontrol edecek güçte değildi. Şehirlerde nefret edilen eski rejimin (Ancient Regime) bürokratları ve bakanları linç edilirken, köylüler de soyluları ve vergi toplayıcılarını hedef almıştı. Şatolar ve malikaneler yakılıyor ve yağmalanıyordu. Artık cin şişeden çıkmıştı. Şehirlerde hedef alınanlar “A la lanterne!” (sokak lambasına!) çığlıkları ile kalabalıklar tarafından sokak lambalarına asılıyordu. Henüz “milli ustura” ya da “Madame Guillotine” olarak bilinen giyotin ile idam pek yaygın değildi.
Bu arada ülkeden kaçan soylular, kaçırabildikleri servetleri ile paralı askerler toplamaya başlamıştı. Fransa’nın kuzey doğu sınırlarında toplanmaya başlayan askeri birlikler yeni rejim için tehdit idi.
Meclis hem yeni tehditlere karşın tüm silahlı unsurların ve ordunun kontrolünü alırken, kırsal kesimde silahlı milisler oluşturdu. Bu arada temel vatandaşlık ve insan hakları bildirgesi olan “La Declaration des droits de l’Homme et du citoyen” yayınlandı. Bu bildirge 1791’de Fransız Anayasası’nın kavramsal temeli olacaktı. Kral gönülsüzce anayasayı onaylamak zorunda kalacaktı.
Ancak devrim artık ne meclisin ne de ordunun kontrolündeydi.
Kral-Ulusal Meclis arasındaki denge ve görev paylaşımı çok fazla uzun süreli olamayacaktı. Meclis ve ülke çeşitli politik fraksiyonlara bölünmüştü. Bu fraksiyonlar parlamentonun sağ ve solunda topluca oturduğu için, modern politika dünyasının tanımlarını da oluşturmuşlardı.
- Monarşistler (mesela Necker de bu grupta idi) devrimin getirdiği değişimin önemli bir bölümünü geri döndürmeyi hedefliyordu. Bu kanat ülkenin klasik muhafazakâr görüşünü oluşturuyordu. Meclisin sağ kesiminde otururlardı.
- Jirondin’ler (Girondins), devrimin sağ ve liberal kanadını oluşturuyordu. Aynı zamanda devrimin diğer ülkelere yayılmasını destekledikleri için 1792’de Avusturya ve Prusya’ya savaş ilan edilmesini sağlamışlardı. Kral’ın tahttan indirilmesinde ve idamındaki en büyük pay onlara aitti. Meşhur Jakoben Kulübünün sağ kesimini oluştururlar. Meclisin sol kesiminde otururlardı.
- Montagnard’lar (La Montagne), Jakoben kulübün sol ve aşırı kanadını oluşturuyordu. Özellikle bu akım Paris’teki dişine kadar silahlanmış kalabalıkların nabzına göre şerbet vermekte usta idi. Bu grup parlamentonun sol ve üst sıralarında oturduğu için bu ismi almıştı. Akımın kendi içinde üç fraksiyonu vardı. Danton önderliğinde daha sağa yakın bir grup, Cordeliers isimli solun daha da solunda olan grup ve ikisinin ortasında Robespierre grubu. Robespierre ilk önce Jirodinleri tasfiye edecek, sonra Danton ve takipçilerini ve Cordeliers akımını yok edecekti.
- Feuillants merkezi sağ görüşü benimsemiş, anayasanın tesisi ile devrimin bitmesi gerektiğini düşünen kimlikte idi. Bu gruba göre yeni rejim parlamenter monarşi şeklinde devam etmeli idi. Sonradan, bunların da üzerine giyotin amansızca inecekti.
- Eşitlikçiler ilk dönem sosyalistleridir. Bunlar sonradan nasılsa Robespierre’ in elinden kurtulacak ama sonraki Direktuvar yönetimi onları giyotine gönderecekti.
- Bir de rengini belli etmeyen halk popülisti olan “Centrist” olarak bilinen büyük bir grup da Jakoben Kulübü ile monarşistlerin arasında otururdu. Bunlar sayıca fazla ve esen rüzgara göre güçlü fraksiyonların yanında olurlardı.
Bugün sağ ve sol politik kavramları diye bildiğimiz akımlar, işte yani Assemblee Nationale’ deki oturma düzeninden türemişti.
Devriminin babası Jirodin’ler ile Montagnard’ların beraber oluşturduğu Jakoben Kulübü’dür. Tipik bir burjuva kulübü olan Jakoben Kulübü’ne, aidat ödenerek girilirdi. Sonradan bu kulüpteki Jirodinler tasfiye edilince bu burjuva adeti de ortadan kalkacaktı. Giderek bu akım daha radikal bir kimliğe büründü. Artık bu kulüplerin esas gücü 600,000 kişilik nüfusa sahip, nüfusun yarısının işsiz güçsüz ve giderek tehlikeli bir kimlik haline gelen Paris halkına dayanırdı. Bunlar “sans-culottes” olarak isimlendirilirdi. Aşağıda klasik bir “sans-culottes” yani öfkeli bir Parisli’yi görüyorsunuz.
Devrimin üzerinden üç yıl geçtikten mecliste egemen olan Jakoben Kulübü, giderek artan enflasyon ve monarşist isyanlar ve soyluların topladığı ordular ile baş etmeye çalışıyordu. Halk özellikle Paris’teki burjuvalar muazzam enflasyona tepki gösteriyordu. Enflasyonun nedeni basitti, meclis 1789’da 100 milyon livre, 1790’da 200 milyon livre para basmıştı. Devrim vergi düzenini değiştirmiş ama arz sorunlarını çözememişti. 1790’da tüm toprakların %10’nuna sahip Kilise’nin mallarına el konulması ise Normandiya, Vendee, Bretanya gibi koyu Katolik bölgeleri rahatsız etmişti. Vendee’de çıkan isyan (1793-1796) yüzbinlerce insanın ölümüne yol açacaktı. Bazı tarihçiler Vendee isyanını bastırılmasında kullanılan yöntemlerin modern tarihin ilk soykırımı olduğunu ifade eder.
1791’e kadar eski rejimin birçok kalıntısı kaldırılmış ama yerine yeni kurumlar konamamıştı.
1792’de Kral ve Kraliçe’nin Paris’ten Varennes’e kaçması ve zorla Paris’e geri getirilmesi, Avusturya ve Prusya ile başlayan savaş, radikal Jakoben Kulübünü güçlendirecekti. 749 kişilik mecliste Jakobenlerin sayısı 360 kişiyi bulmuştu. 22 Eylül 1792’de cumhuriyet ilan edildi.
En nihayetinde Jakoben çoğunluk 1793 yılında Kral ve Kraliçe’nin vatana ihanet ile yargılanmasını ve idamını sağlayacaktı. Kralın idamı ile Fransa’ya karşı savaşa İngiltere, İspanya, Napoli, Hollanda da katıldı. Toulon şehri İngiliz donanması tarafından ablukaya alındı.
Genç bir Fransız albay zekâsı ve soğukkanlılığı ile Toulon’da müthiş bir başarı gösterecekti. Tuğgeneralliğe yükseltilen bu albaya İtalya ordusu komutası veridi. Bu genç subayın ismi Napolyon Bonapart idi.
Devrimi ezmek için dış güçlerin başlattığı savaş, yurtseverlik duygusunu ve vatan için savaşan gönüllülerden oluşan orduları ortaya çıkardı. İşte bu da Fransız Devrimi’nin ortaya çıkardığı başka bir politik yaklaşım idi: Milliyetçilik.
Milliyetçiliğin başlangıcı Fransa’nın uluslararası koalisyonlar ile savaşmasına dayanır. Fransız orduları rakiplerinin aksine, sapına kadar yurtseverlik ateşi ile dolu vatandaş-askerlerinden oluşuyordu. Bu askerlerin çoğu dış güçlerin devrimi ezmek için Fransa’yı işgal etmek istediğini biliyordu.
1793 yılında Montagnard’lar Ulusal Meclis’te ustaca bir darbe yaparak Jirodinleri vatana ihanetle ile suçlayarak tasfiye etti. Meşhur Montagnard lideri Avukat Maximilen Robespierre, bu kez Montagnard fraksiyonu içindeki rakiplerini tasfiye ederek gücü ele geçirecekti.
Paris’in meşhur La Concorde meydanında giyotin amansızca işler hale gelmişti. Terör Dönemi olarak isimlendirilen süreç başlamıştı. On binlerce kişi Milli Ustura ’da başını kaybedecekti. Robespierre kendi deyimi ile “ideal cumhuriyeti“ kurmak için rakiplerini tasfiye ederken meclise ve sokaklara tam hakim değildi. Üstelik Robespierre ’in suçladığı herhangi bir kişinin birkaç gün içinde yargılanıp, idam edilebileceği korkusu Ulusal Meclis’i ve sokakları kendisine karşı birleştirmişti. O’nu iktidara getiren sans-culottes bu kez Robespierre ‘in karşısına geçecekti. Robespierre karşı bir darbe ile tutuklanacak, destekçileri ile ertesi gün yargılanacak, aynı gün (28 Temmuz 1794) giyotine gönderilecekti. Terör dönemi sona ermişti. Ancak Fransa’nın kalanında radikal Jakobenler linç edilecek veya giyotine gönderilecekti.
İtalya ve Hollanda’da devrim ordularının başarıları, içerde çökmüş olan ekonomiyi düzeltemeyecekti. Açlık 1795’te yeni bir Paris ayaklanmasını tetikleyecek ve Jakobenler bu gidişatın günah keçileri ilan edilip yeni tutuklamalar ve idamlar dalgası Fransa’yı kasıp kavuracaktı.
1795 yılında Fransız Devrimi’ni yumuşatacak yeni bir anayasa kabul edildi. Artık meclis ikiye bölünmüştü: 500 kişilik alt meclis yasama görevini yapacak, 250 kişilik “Yaşlılar Meclisi” (40+ yaşındaki üyelere sahipti) yasaları onaylayacaktı. Yürütme 5 kişilik “direktörler” ile uygulanacaktı. Bu sebeple, 1795-1799 arasındaki bu döneme Direktuvar dönemi denir. Beş kişilik direktörler kurulu, yeni bir Robespierre’in ortaya çıkışını engellemek için icat edilmişti.
Alt meclis yasama ve maliyeyi elinde tutarken, direktörlerin elinde kanun hükmünde kararnamelerin verdiği güç ve komutasındaki silahlı kuvvetler vardı. Robespierre’i ortadan kaldıran koalisyon Thermidoriens (bu isim Fransız Devrimi’nin oluşturduğu takvimden gelir) olarak biliniyordu. Liderleri Paul Barras’ınki dahil olmak üzere, 3 direktörlüğü elinde tutuyordu. Alt meclisin %40’ı kendi mensuplarından, %40’ı Centrist ve ılımlı Jakobenlerden, kalanı ise monarşistlerden oluşuyordu.
Monarşistler, politik rengi olmayan “Centrist” üyeleri kendi saflarına çekmek üzere iken, Direktuvar yönetimi yaklaşan tehlikeyi sezmişti. Yönetimi bir iç darbe ile rakiplerini tasfiye etmeye karar verdi. Yönetimin emri ile İtalya’dan dönen Napolyon Bonapart’ın komutasındaki birlikler Paris’te monarşistleri tutuklamaya başladı. Napolyon Paris’in dar sokaklarında askerlerine toplarını “misket” doldurmalarını emretmiş, misket ile doldurulmuş toplar yakın mesafeden ateşlenince birer makineli tüfek gibi (ki 60 yıl sonra keşfedilecekti) isyancıları biçmişti.
Monarşistler ile beraber aşırı Jakobenler de bu iç darbenin hedefi idi. Bu kez giyotin fazlaca çalışmamış, mecliste tutuklanan üyeler ceza kolonisi olan Fransız Ginesi’ne sürülmüştü.
Artık Napolyon Bonapart askeri ve siyasi anlamda güçlü bir adam haline gelmişti. İhtirasları inanılmaz idi. Artık darbe yapma sırası kendisinde idi. Fransız orduları Mısır ve Suriye seferinde sonuç alamamıştı. Halk Direktuvar dönemindeki yolsuzluklardan bıkmış, koalisyonların sorunları çözemeyeceğini anlamıştı. Jakobenler Paris’te yeniden güçleniyordu. Üstelik Napolyon Bonapart’ın kardeşi de alt meclisin başkanı idi. Darbe aylarca planlandıktan sonra Meclis basılarak dağıtıldı, direktörler ise istifalarını vermeye “ikna” edildi.
Alt ve üst meclisten 25 kişilik komisyonlar kuruldu ve tüm güç üç konsülde (klasik Roma dönemine yakışır şekilde) toplandı. Ancak konsüller eşit değildi. Napolyon Bonapart birinci konsül olarak ilk önce diktatör olacak (Napolyon’un Julius Ceasar’ı örnek aldığı anlaşılıyor) yeni bir anayasa hazırlatacak, bu anayasa, hileli bir referandumda %99.94 oranı ile kabul edilecek, sonra da beş yıl sonra 2 Aralık 1804’de ilk Fransız imparatoru olacaktı.
Üstelik Napolyon imparator olarak taç giyerken Papa Pius VII’i Paris’e getirtmiş, bu unutulmaz törende Napolyon tacı Papa’nın elinden almış (usul kral ya da imparatorun Papa’nın önünde diz çökerek Papa’nın tacı giydirmesini beklemesidir) fütursuzca kendi başına koymuştu. Ardından eşi Josephine önünde diz çökmüş ve İmparatoriçe’ye tacı bizzat kendi giydirmişti.
Giydiği taç Fransız Kralı’nın tacı değildi. O taç devrimde yok edilmişti. Napolyon’un tacı Avrupa’yı fethederek, birleştirmeyi düşlemiş olan meşhur imparator Şarlman’ın (748-814) ilk dönem Orta Çağ tacından esinlenerek yapılmıştı. Papa Pius VII bu tiyatroyu “Vivat imperator in aeternum” ( İmparator sonsuza kadar yaşasın!) diyerek bitirmişti. Papa kendisine biçilen rolü gönülsüzce oynamıştı. Ne de olsa Fransız askerleri İtalya’da idi.
Yeni imparatorun tacı, Napolyon’un ihtiraslarının dışa vurumu olacaktı…
İşte dünyayı değiştiren on yılın sonu bu görkemli tiyatro idi.
Fransız Devrimi hangi idealler ile başlamış, nasıl sona ermişti?
Charles Dickens’ın meşhur İki Şehrin Hikayesi romanı devrimin nasıl adım adım geldiğini, halkın içinde bulunduğu müthiş yoksulluğu ve devrimin nasıl geliştiğini (1757-1793) mükemmel bir şekilde anlatırken, Victor Hugo’nun Sefiller romanı Napolyon Savaşları sonrası (1815-1832) halkın fakirliğini ve bir somun ekmeği çalmak zorunda kalan Jean Valjean’ın 19 yıl mahkumiyeti sonrası yaşamını anlatıyor.
Aslında Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları, halkın fakirliğini ve açlığını ortadan kaldırmamış, olan milyonlarca ölen insana olmuştu…
Yazı dizisi III. Bölümü, Viyana Düzeni ve Endüstri Devrimleri ile devam edecek…
Burak Köylüoğlu
18 Aralık 2022
LinkedIn: https://www.linkedin.com/in/koyluogluburak/
Twitter: https://twitter.com/KoyluogluBurak
Web: https://stratejivefinans.com
İlk bölümü okumak için tıklayın
Burak Köylüoğlu: Küresel Düzenin Hikayesi, I. Bölüm, Westfalya Düzeni (1648-1789)