Çetin Ünsalan: Ders 1 – Yoksulluk
24 Kasım 2022Yıllar önce çalıştığım televizyon kanalında bir 23 Nisan günü çocukları konuk etmiştim. Programa katılan dört çocuktan üçü, gelecekte ne olmak istediğini sorduğumda ‘bilim insanı’ dedi. Sadece biri ‘öğretmen’ yanıtını verdi.
Ben de biraz nedeni öğrenmek için sordum. ‘Diğer arkadaşların bilimle uğraşmak istiyor; sen neden öğretmen olmak istiyorsun?’ Bir ilkokul talebesinin yanıtı her şeyi anlatıyordu: ‘Bilim insanı da olsa; onu da bir öğretmen yetiştirir.’
İşte işin sırrı bu yanıtta gizliydi. Koca siyasetçilerin anlayamadığını, bir ilkokul öğrencisi tek bir cümleyle özetlemişti. Öğretmen olmak, nitelikli bir eğitim vermek, huzurlu ve mutlu bir toplumun, güçlü bir ülkenin, kalkınmış bir ekonominin temel taşını oluşturur.
Elbette bu da öğretmen sayınızla doğru orantılı değildir. Öğretmenlerinizi nasıl yetiştirdiğiniz, mesleklerini icra ederken, hangi olanakları verdiğinizle paralel bir seyir izler. Yani her işte olduğu gibi yatırımınızın karşılığını alırsınız.
Peki Türkiye’de öğretmenin fotoğrafı ne? Eğitim-İş’in 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle 16 bin öğretmenin görüşünü alarak hazırladığı rapora göre hem sorunun büyüklüğü, hem de çözüm için nereden başlanması gerektiği ortaya çıkıyor.
Ülkemizde yaşayan öğretmenlerin yüzde 83’ü araştırma sonucuna göre yoksulluk sınırı olan 24 bin TL’nin altında maaş alıyor. Son artan fiyatlar nedeniyle kiralarını ödemekte güçlük çekiyorlar. Tatile gidemiyor; gitse de ancak memleketine yolu düşüyor.
Eğitim çalışanlarının sadece yüzde 2’si hayalinin gerçekleştiğine inanıyorsa, geri kalan yüzde 98 saygınlığıyla ilgili sıkıntı olduğunu dile getirdikleri mesleklerinde hayal kırıklığı yaşıyorlar demektir.
Şimdi böyle bir fotoğraf içerisinde nasıl bir eğitim sisteminden söz edeceksiniz? Atanamayan öğretmenleri, kredi kartı borçlularını saymıyorum bile. Çünkü bundan yaklaşık 10 sene önce aynı kurumun yaptığı araştırmada da öğretmenlerin yüzde 98’inin kredi kartına sahip olduğu, yüzde 90’ın üzerinde bir oranın da kredi kartı borcu nedeniyle sıkıntı yaşadığını ortaya koyuyordu.
Rutindeki bilgiyi verirken, aklı aybaşını nasıl getireceğinde olan, bırakın literatür takip edip, farklı memleketler görerek vizyonunu geliştirmeyi, tatile bile gidemeyen bir öğretmen ordusuyla bu işin içinden nasıl çıkacağız?
Şimdi bazıları uzaktan ya da online eğitimden bahsedecekler ki, bu tarihi bir yanılgıdır. Ona öğretim diyorlar. Yani çocuk bilgiyi bir şekilde internetten ya da online eğitim kurumlarından edinebiliyor.
Ama eğitim eksik kalıyor. Çünkü eğitim kelimesinin içine giren, rol modelden terbiye kurallarına, oturup kalkmaktan paylaşma duygusuna kadar bir çok alt başlığın bileşeninden bahsediyoruz.
Bir genç yetersizse onu öğretmen olarak mezun etmezsiniz. Ettiyseniz KPSS gibi bir sınava sokmak sadece saygısızlık anlamına gelir. Hele ki atanamayıp kapıda bekletmek, yapmadığınız bir planlamanın faturasını o gençlere kesmek demektir.
Mezun ettikten ve görev verdikten sonra da onun hayat koşullarında zihninin meşgul olmamasını, mesleğini yaparken iş güvenliği ve saygınlığı gibi hususlarının teminini ihmal edemezsiniz.
Benim düşüncemde üç mesleğin maaşı olmaz. Öğretmen, hakim ve doktor. Bu üç meslek grubuna açık çek verirsiniz, kendisini geliştirmesini istersiniz; hatta ara sınavlarla gelişimini takip ederek ekstra ödüllendirmeler, terfiler sunarsınız, sonra dönüp ekonomiden, adaletten, teknolojiden bahsedersiniz. Gerisi boş laf.