Çetin Ünsalan: Rehinli kredi
17 Ekim 2022Geçtiğimiz hafta yoğun gündem (!) içinde, ulvi siyasi açılımlar gerçekleştirilirken, bir gündem arada kaynadı gitti. SÖZCÜ Gazetesi’nden Mehtap Özcan Ertürk imzalı haber, ‘Bankalarda blokeli kredi dönemi’ başlığını taşıyordu.
Bankacılık Uzmanı Erol Taşdelen’in açıklamalarına yer verilen haberden anlıyoruz ki, krediye ulaşamayan, maliyetleri de göze alsa kredi bulamayan reel sektör şimdi de yeni bir uygulamayla karşı karşıya.
Örnek şu: “bir ticari işletme 10 milyon TL rotatif veya 3-6 ay spot kredi kullanmak için bankaya başvuruyor. Banka şirketten kredinin yüzde 25’lik kısmını vadesiz mevduatta bloke etmesini istiyor. Şirketin bunu onaylaması halinde kredi kullandırılıyor. Ayrıca bloke edilen kredi tutarı için de faiz ödeniyor. Yani 10 milyon TL’lik kredinin 2.5 milyon TL’si vadesiz banka hesabında kredi kapanana kadar tutuluyor.”
Peki neden? Asıl haberden yola çıkarak analiz edilmesi gereken konu bu. İlk planda bankacılık sektörünün, reel sektöre kredi vermek istemediğini kanaatini ortaya koyarken, dünyanın en kolaycı yaklaşımıyla işin içinden çıkabilirsiniz. Zaten genellikle de yapılan bu.
Fakat biraz detaylı düşünmeye başladığınızda, aslında reel sektör yaklaşımlarımızda ne kadar büyük çarpıklıklar olduğunu görebilirsiniz. Madalyona çift taraflı bakalım. Hadi ilk çuvaldızı reel sektöre batıralım.
Günlük telaşeler içinde, yeni ekonominin yapısına uygun olmayan, hesapsız yaklaşımlarıyla Türk reel sektörü acil reform alarmı veriyor. Üretmek ile, üretimden katma değer yaratmak arasındaki farkı göz ardı ederek, dış ticaretine değil, ihracatına, satışına ya da cirosuna odaklanmış yaklaşımı bankacılık nezdinde risk oluşturuyor.
Nitekim reel sektörün sadece yurtiçinden değil, yurtdışından da finansman ararken zorlanması ve bulamaması bunu doğruluyor. Birçoğunun enflasyon muhasebesine geçmemiş olması fiktif kazanç ihtimalini yükseltirken, aşırı borçlu yapısı da bunda etkili oluyor.
Dönelim bankacılık tarafına… Orada da idarenin baskısının arttığını ve köşeye sıkıştırıldıklarını görüyoruz. Durum böyle olunca da ‘veriyormuş gibi’ yapmak daha çok işlerine geliyor. Bu yöntemle hep kredi musluklarını kısmamış oluyorlar; hem de kredi vermemiş oluyorlar.
Ama bir açmaz var. Paranın bir stok maliyeti var ve yurtdışından borçlandıkları için parayı işletmek durumundalar. Ne yapıyorlar? Reel sektöre kredi vermek yerine, ortamı buna müsait hale getiren iktidara yöneliyorlar. Hem böylece risklerini azaltıyorlar; hem parayı işletiyorlar; hem de yüksek kazanç elde edebiliyorlar.
Bir de bu işin üçüncü ayağı var ki ekonomi yönetimi… Reel sektörün ihracat gelirlerine TL’ye çevirerek zorunluluk getiriyorlar; kur risklerini üstlenmesini istiyorlar; ama maliyet artışlarını görmezden geliyorlar. Asgari ücretten hammadde alımına kadar, dünyada ekonomilerin daraldığı bugünlerde, eski sistem yaklaşımlarla para kazandırmaya devam etmelerini talep ediyorlar.
Böyle bir dünya yok. Hem reel sektörü ithalatla terbiye edeceksiniz; hem kur ve maliyet riski bindirirken, fiktif kazançlarını görmezden gerip vergi talep edeceksiniz; bir tarafta bankacılık sistemini sıkıştırırken, riski üstlenmemelerini faiz lobisi olarak nitelendireceksiniz; ama arka kapıdan size borç vermeleri için de her türlü ortamı sağlayacaksınız.
Bugünkü sorunun temelinde yanlış ekonomi politikaları var. Üretime olan inançsızlık ve samimiyet sorunu mevcut. Proje odaklı değil, tapu odaklı kredilendirme işlerliğine devam ediyor. Ama hepsinin ötesinde rehinli kredi uygulanıyorsa, bunun özeti iki kelime de gizli: Güvensizlik ve öngörülemezlik.