Murat Kubilay
Murat Kubilay Yazdı: ‘2. Perde; Zirvenin de Zirvesi…’
Ekonomi yönetimi, Eylül ayında rekabetçi kur söylemiyle yön değiştirdi ve 23 Kasımdaki PPK toplantısıyla geriye dönüşü zor bir yola girdi. Ne yapılmaya çalışılıyor, tutarsız da olsa bir strateji var mı, sonuçları ne olacak ve siyasi izdüşümü nedir?
Ekonomi yönetimi, Eylül ayında rekabetçi kur söylemiyle yön değiştirdi ve 23 Kasımdaki PPK toplantısıyla geriye dönüşü zor bir yola girdi. Ne yapılmaya çalışılıyor, tutarsız da olsa bir strateji var mı, sonuçları ne olacak ve siyasi izdüşümü nedir?
Bu bilgiselin ilki Ekim 2019’da yayınlanmış bir dizinin 8. bölümü olduğunu belirteyim. Amacımız süreci ve geleceğe ilişkin senaryoları değerlendirmek. Ayrım 23 Kasımda başladı, fakat senaryoların daha netleşmesi için bugünkü döviz satışını bekledim.
Mart 2021’e dönelim; Ağbal görevden alındı ve yerine Kavcıoğlu atandı. Yatırımcıların endişesi; örtülü rezerv satışı, erken politika faizi indirimi ve kredi genişlemesiydi. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi ve hatta bütçe performansı beklenenden iyi geldi, ta ki Eylüle kadar.
Çekirdek enflasyon bahanesiyle, erken faiz indirimlerinin önü açıldı ve PPK’daki görev değişimiyle Erdoğan tüm kontrolü ele aldı. Ardından hem gerçekleşen hem de beklenen enflasyona göre uyumsuz olan faiz indirimleri geldi ve kasım toplantısı öncesinde spekülatif atak yaşandı.
23 Kasım tarihi bir gündü. Faiz indirimlerinin yıkıcı etkilerine rağmen, zaten göz ardı edilen enflasyon hedefine ek olarak, finansal istikrar da dikkate alınmadı ve yaşanan döviz kuru atağına bir müdahale yapılmadı. Böylece kur rekor üstüne rekor kırdı ve reel sektör sarsıldı.
Uzun yıllardır TL değer saklama işlevini yitirmişti; bu nedenle dolarizasyon rekor düzeye çıkmıştı. Fakat bu sefer ticaretteki fiyatlama işleviyle, işlem aracılığı işlevi olan değişim aracı işlevi de hasar gördü. Vadeli satışlar ve tedarik süreci bozuldu.
İş dünyası toplum önünde kısık sesle, arka kapılardansa biraz daha yüksek sesle şikâyette bulunsa da bir karşılık alamadı. Beklentim iş dünyası telkinlerinin Erdoğan’ı sakinleştireceğiydi, fakat Erdoğan o duvarı aştı ve hiç girmediğimiz bir yola bizi soktu.
Eski dönemlerde para politikasındaki asıl hedef büyüme idi ve finansal istikrar tehlikeye düşünce geri adım atılıyordu. Bu sefer de finansal istikrar dikkate alınıyor ama faiz oranları kullanılarak değil, döviz gelirleri artırılarak. Tabii bu geçiş oldukça sarsıntılı ve yoksullaştırıcı.
Rekabetçi kur için yılsonunda 9 TL düzeyindeki kur bile yeterliydi ve ihracatçının da beklentisi buydu. Ama çok ötesine geçildi, Erdoğan’ın açıklamaları süreci daha da körükledi ve TCMB bugüne kadar bir reaksiyon vermedi. İlk amaçlanan modeli önce açıklayalım.
Unutulmaması gereken noktalar şu; tutarsızlıklar var ve bazı kararlar sadece halkı yoksullaştırmıyor, aynı zamanda iktidar partisinin desteğini de zayıflatıyor. Buna rağmen kararlılık var ve bugüne kadar olandan farklı siyasi hedefler mevcut. Başlayalım.
Hedeflenen şu; dış ticaret ve yatırımda yurt dışına açıklık sürecek ancak dış kırılganlıklar tedavi edilecek, bu uğurda yoksullaşma olsa da acı reçete uygulanacak, toplumsal desteğin telafisi için popülizm uygulanacak ve nihayetinde göstermelik bir seçimle iktidar korunacak.
Pandemi sonrası açılmaların da etkisiyle, ağustos ve eylül aylarında cari fazla verdik. Sonraki aylarda turizm azalacak ama döviz kurundaki ani artış nedeniyle, öne alınmış ithalat talebi hariç, genel ithalat kısılacak ve böylece cari fazla sürecek.
Hatta kur seviyesi böyle yüksek sürerse, turizm başta olmak üzere hizmet gelirleri olmasa dahi dış ticaret fazlası verilebilecek. Enerji başta olmak üzere hammadde ithalatı yüksek seyretse de cari fazla sağlanacak. Pandemi geride kalırsa turizm gelirleri rekor kıracak ve düşen enerji fiyatları sayesinde cari fazla patlayacak.
Böylece 168 milyar dolarlık 1 yıldan kısa vadeli dış borcun döndürülmesinde sorun yaşanmayacak. 2018’de kasada bulunan ve 2020’de kullanılan rezervlerin noksanlığı, sürekli cari fazla verilmesi ve sermaye kontrolüne gidilmeyeceği taahhüdüyle kapatılacak.
Yabancı yatırımcılar TL cinsi varlıklardan büyük ölçüde çıktılar, dolayısıyla öncelikleri döviz cinsi yatırımlarının geleceği. AKP iktidarı dış yatırım dostu olmayı sürdürecek, hatta ucuzlayan kamu varlıklarının peşkeşini sürdürecek ve özel varlıkların satışına da destek sağlayacak.
Böylece dış ödemeler dengesi krizi yaşanmayacak, yabancı yatırımcılar panik yaşamayacak; Türkiye’de yaşanan çalkantının diğer gelişmekte olan ülkelere ve Türkiye’nin ana kreditör bölgesi Avrupa’ya yayılması engellenecek.
Pandemi normalleşince düşen faizlerin de etkisiyle inşaat sektörü de canlanacak. Kuraklık biterse turizm de canlanacak. Nisandan itibaren turizm gelirleri artınca kredi genişlemesi ve maliye politikasında gevşemeyle ekim-kasım aylarında seçime gidilecek.
Tabii bu seçim öncekilere hiç benzemeyecek. Öncesinde 7 Haziran sonrasındaki gibi olaylar yaşanabilir, Nisan 2017 referandumundaki gibi oldubitti ile ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ denilebilir ve Haziran 2018’deki gibi ani bir kararla baskın basanındır stratejisi izlenebilir.
Kâğıt üstündeki gayet başarılı duran bu planın çokça zayıf noktası var, şimdi onları sıralayalım. Pandemi kapanmaları geri gelmese de, omicron varyantı gibi nedenlerle 2022’de de beklenen turizm geliri elde edilmeyebilir.
Ayrıca ABD’deki faiz artırımlarının hızlanması Türkiye gibi ülkeleri zayıflatabilir. Bu noktada Türkiye’nin avantajlı bir durumu var; cari fazlaya geçmesi ve TL’nin zaten çok değer kaybetmiş olması. Fakat dünya yangın yerine dönerse Türkiye aradan kaçamaz.
Faiz indirim sürecinde yaşanan panik iç ticareti ve dış tedarik zincirini bozdu. Fiyatlama yapmak zor, stoklama yaygın ve vadeli satışlarda güven eksikliği var. Bankalar da durumun yatışacağından emin değil. Bu nedenle bugün ilk kez doğrudan döviz satımı geldi.
Reel sektöre ve ona eklemlenmiş finansal sektöre 14 TL bir üst sınır olarak gösterilmek istendi. İddia o ki faiz indirim sürecinde ekonomi yönetiminin beklentisi kurun 9-10 TL arasında çıkması ve en fazla 11 TL’ye sıçramasıymış. Yeni hedef bandı 11-13 TL arası olabilir.
Fakat bu konuda emin olmak zor, çünkü satışların sürüp sürmeyeceği belirsiz. Fakat iç piyasadaki gerginlik sürünce ve yüksek kara rağmen dolar tasarrufu yapanlar kar satışı yapmayınca TCMB bu tercihte bulunmuş olabilir. Etkisi için devamlılığı şart.
Unutulmaması gerekense 12 aylık resmi enflasyon beklentisinin %20’ye ulaştığı, önümüzdeki aylarda %30’a kadar çıkabileceği bir ortamda, üstelik hissedilen enflasyon çok daha yüksekken sürekli faiz indirimlerinin rezerv satışlarıyla dengelenemeyeceği.
Stratejin sürdürülebilmesi için, tek haneli politika faizinden vazgeçip daha makul bir hedef belirlenmesi lazım. Mümkün mü, kolay değil, çünkü Erdoğan bu konuda Albayrak döneminden beri ısrarcı. Bu durumun sonucu kur atağı olursa yol ayrımına gelinir.
Ya faiz indirimleri yavaşlatılır veya duraklatılır ya da yumuşak tonda sermaye kontrolleri uygulanır. Yani tasarrufların mülkiyetine saygı gösterilir, fakat kullanımında kısıtlar olabilir. Döviz alım-satım işlemleri sınırlandırılabilir.
Uygulanan stratejinin bir diğer zayıf noktası ise artan dolarizasyonun yurt dışına sermaye çıkışı ve yastık altına kaçışa dönmesi. 2020’de Albayrak’ın uyguladığı politikaların duvara çarpmasının ana nedeni buydu. Şu anda böyle bir trend yok, yabancılar çıktı ve yerliler sakin.
Bir diğer açıksa tüm bu süreçlerin özellikle kış aylarında çok derin yoksulluk yaratacak olması. Zamlar hayatın yeni normali olacak, bahar aylarında döviz girişi artsa bile döviz yeniden aşağıya çekilmeyecek ve zamlı fiyatlar kalıcı olacak.
Bunu telafi etmek için asgari ücrete yüksek zam mümkün, fakat özellikle küçük işveren bu durumda şikâyetçi olacaktır, bu nedenle devlet desteği sağlanabilir. 3600 ek gösterge ise toplumsal olaylara karşı polis desteği için kritik. En düşük emekli maaşlarına da destek sağlanabilir.
EYT’de bir orta nokta aranabilir. Çiftçi ve öğrenci kredileri yeni bir yapılandırılmaya tabi tutulabilir. Fakat bu politikaların da 2 açığı var; ilki zam yağmuru sürerse yüksek maaş zamlarının daha ilk aylarda hızla buharlaşması. İkincisi ise kamu maliyesinin sınırları.
Merkezi yönetimin 238 milyar dolarlık toplam borcunun %60’ı dolar ve altın cinsi. Ekim sonunda 9,60 olan dolar kuru şu anda 13,10; yani 3,5 TL artış var. Bunun sonucu 500 milyar TL borcun artması. Hazine döviz garantili projeleri de unutmayalım.
Fakat tüm bunların yükü tek bir yıla yıkılmıyor, bu nedenle yaratacağı vergi artışları 2023’e daha çok kaydırılarak devasa bütçe açığı pahasına, seçime kadar durum idare edilmek istenebilir. Tek döviz açığı olan kamu değil, reel sektörün de durumu sıkıntılı.
Finansal olmayan özel sektörün döviz açık pozisyonu 125 milyar dolar. Bu grup büyük kur zararı yazdı, bu yatırımları olumsuz etkileyecek ve haliyle istihdamı da. Yani ekonomik aktivite tüm bu politikalarla canlansa da yüksek işsizlik sürecek. Ya iflaslar?
İktidarın en büyük korkusu reel sektördeki zincirleme iflaslar olur; hem üretim hem de istihdam düşer, bankalardaki batık krediler taşınamaz hale gelir ve sonunda 2001’e döneriz. Bu nedenle iç piyasanın sakinleşmesi için döviz satıldı ve muhtemelen sürecek.
Bu esnada kamu bankaları kullanılarak borçların TL cinsi makul faiz oranlarıyla döndürülmesi sağlanacak. Enflasyonun altında kalan faiz oranları, devletin cebinden doğrudan işverenin cebine gelir aktarımı olacak. Kredi Garanti Fonu daha etkin kullanılabilir.
Özetle, iktidarın amacı; Türkiye’yi dış dünyaya kapatmadan dış kırılganlıkları örtmek, bu nedenle yoksullaşmaya müsaade etmek, bunun yaratacağı oy kaybını kamu kaynakları ile desteklemek ve reel sektöre kamu bankaları ile yola devam edin mesajı vermek.
Bu stratejinin zayıf yanları ise iç ticaret ve tedarik zincirinin bozulması, yastık altına kaçış, reel sektörde zincirleme iflaslar, derinleşen yoksullaşma. Bunların neticesinde toplumsal patlama yaşanması, muhalefetin güçlenmesi ve Erdoğan’ın parti ve ittifak gücünün zayıflaması.
Gelelim senaryolara. İyi haberi en başta vereyim; Türkiye asla Venezuela olamaz. Birçoğunuz Venezuela’da yaşananları bilmediği için, derin yoksullaşmayı farklı yorumluyorsunuz. Türkiye en son 1911-23 arasında bu derece çöküş ve yoksulluk yaşadı.
Bir diğer haberse Arjantin olamayacağımız. Arjantin ile Türkiye arasındaki farklar bilinmediği için bu hata sıklıkla yapılıyor. Arjantin bizim kadar dışa açık değil, yıllardır dış borç ödeme sorunu yaşıyor ve çoklu kur uygulaması oranın normali. Türkiye hala çok başka.
Özetle, 6 ve 5 nolu bu senaryolar hala imkânsız. Fakat 4 nolu yarı Arjantinleşme artık imkânsız değil ve bu bizler için ürkütücü. Bu senaryoda tam sermaye kontrolü yok ama örtülü sermaye hareketi zorlaştırmaları var. İktidarın ilk tercihi olmaz ama zorunlu istikameti olabilir.
Pandemi sürer ve turizm gelirleri düşük gelirse, enerji ve emtia fiyatlarında artışlar yaşanırsa, ABD’nin faiz politikası Türkiye’yi zorlarsa, dış politikadaki yumuşamaya rağmen Halkbank, F-35 ve S-400 daha sorunlu hale gelirse ve yastık altı kaçışı başlanırsa buraya sürüklenebiliriz.
Normal koşullarda iktidar asla böyle bir durum istemez, çünkü iş dünyasıyla arası iyice açılır, yurt dışı yatırımcılar ürker ve yerli yatırımcılar kısıtlamalara daha panikle yanıt verip sokaklarda başka sıkıntılara neden olabilirler. Bu senaryo hala öncelikli olan değil.
3 nolu senaryo ise yeni ana senaryomuz. Döviz kuru artışları yavaşlayacak ve yer yer döviz satımları yapılacak. Enflasyon yüksek seyredecek, dolarizasyon zirveye çıkacak, yastık altına kaçışsa çok olmayacak. Derin yoksullaşma ile toplum burnundan soluyacak.
Bu senaryoda ani faiz artırımı olmayacak, Erdoğan mevcut politikada sonuna kadar ısrar edecek. İç veya dış ödemeler dengesi krizi yaşanmadıkça geri adım atılmayacak, yoksullaşmaya rağmen uygulamalar sürecek. Yüksek enflasyon ve işsizlik normalleşecek.
Eski ana senaryomuz ise 2 nolu ve eninde sonunda Erdoğan’ın iş dünyasının telkinleri doğrultusunda karanlık tarafa gitmeyip gönülsüz bir şekilde ve gecikmeli biçimde de olsa geleneksel iktisat politikalarını uygulaması. Bu hala imkânsız değil ama olasılığı çok düştü.
1 nolu senaryo ise Erdoğan’ın bir şekilde çekilmek zorunda kaldığı veya ekonomi ve dış politikaya ilişkin yetkilerini kullanmaktan feragat ettiği, belki de yarı başkanlık ve parlamenter sisteme yeşil ışık yaktığı, haliyle siyasi değişim içeren senaryo.
Şu anda bu durum öncelikli değil; fakat Erdoğan’ın sağlık durumu, AKP parlamento grubundaki olası çatlaklar, MHP ile ilişkilerin bozulması veya muhalefetin düşünülenden de öte güçlenmesi bu senaryonun önünü zamanla açabilir, fakat şimdilik değil.
Toparlayalım; Venezuela ve Arjantin örnekleri Türkiye’ye uymuyor; kısa vadede Erdoğan’ın çekilmesi de düşük ihtimalli. Geriye 2,3 ve 4 nolu senaryolar kalıyor. Ana senaryomuz artık 3 nolu. Ama yarı Arjantinleşme isimli 4 nolu senaryo artık imkânsız değil.
Bu uzun bilgiselin sonunda birkaç toplumsal mesaj da vermek istiyorum. Yıllarca bürokratik vesayet adı altında devletin kurumsallığı hedef alındı. Üstüne gençlerin siyasete ilgisi azaltılarak toplumsal örgütlenme zayıflatıldı. Geldiğimiz noktanın temelinde bunlar var.
Yani bizi düşünecek bir bürokrasi yok ve kurumsal muhalefeti aşan toplumsal örgütlenme ile direniş gösteremiyoruz. Haliyle ülke fakirleşiyor, hukuk iyice zayıflıyor ve tek çözüm olarak ülkeden kaçış görülüyor. Hâlbuki 84 milyonu beleyen başka bir vatan yok.
İşte bu nedenle, bozulmayı hala anlayamamış arkadaşlara, Gençliğe Hitabe’nin bugünler için yazıldığını, bunun hamaset olmadığını ve böyle giderse bizden sonraki nesillere yaşanır bir ülke bırakamayacağımızı söylemek istiyorum. 200 yıllık tarihsel kırılım anındayız.
Umarım ileride pişmanlık duymayız. Afganların gidecek bir ülkesi yok, Suriyelilerinki parçalandı ve İranlılar çağdışı yaşamak zorundalar. Türkiye tarihsel olarak bu ülkelerin hep önündeydi, hala da öyle, ama kendisinin 200 yıllık gelişimine ısrarla sahip çıkmıyor.
Dr. M. Murat KUBİLAY