Kerim Rota Yazdı: “A.Ş.”yi yanlış mı anladık?
31 Ağustos 2020Paraanaliz’de yazdığım “Bankalara aman kredi vermeyin denmesi ne kadar yakın?, “Con Ahmet’in devri daim makinesi döviz piyasasında”, “Dövizde Rıfkı ve son iki kimde kalacak?”, “Başını acemi berbere teslim eden cebinden pamuğunu eksik etmez” yazılarımı okuyanlar, 2 yıldır yarın hiç yokmuş gibi döviz ve faiz piyasasını kontrol etmek için ne tür cambazlıklar yapıldığını anlamış olmalılar.
Okuyucular, Con Ahmet’in devri daim makinasının artık çatladığını, vatandaşta kalan Rıfkı ve son iki nedeniyle cebimizdeki pamuğumuzu çıkarmak zorunda kaldığımızı da görmüş olmalılar. Zaten yapılan yanlışların bedelini ödeme zamanımızın geldiği de üst düzeyde kabul edildi.
Con Ahmet Makinasını kimler çatlattı?
Temmuz 2020 itibarıyla 19 ayda Con Ahmet’in devri daim makinası için harcanan TCMB rezervi 105 Milyar dolara ulaştı.
Üstüne geçen yıl açık pozisyon taşımayan Kamu bankalarının Temmuz sonunda 12 Milyar dolar açık pozisyonla makinaya enerji taşıdığını da hesaba katınca, spot piyasada son 1,5 yılda kuru baskılamak hevesiyle satılan tutarın 117 Milyar dolara yaklaştığını hesaplayabiliriz.
Peki bu 1,5 yılda dile kolay 117 Milyar dolara yakın döviz talebi kimlerden geldi diye bir soru akla gelecektir. Aşağıdaki hazırladığım tablo bunun ana kalemlerinin kırılımını göstermekte.
Görüleceği gibi 105 Milyar dolar civarında döviz talebinin neredeyse 60 Milyarı zamanında Türk Lirası varlıklara güvenen yabancı yatırımcılardan gelmiş. Kalan kısmı ise Türk Lirası mevduatına reel faiz alamadığını görüp,hazır sabit kurdan döviz satışı yapan varken alalım diyen yurtiçi yerleşiklerden gelmiş.
Bu Con Ahmet mekanizması ile kamunun oldukça kıt olan döviz kaynaklarının harcandığı ortada. Bugünden sonra sorulması gereken soru ise, bu döviz kaynaklarının verimli bir şekilde harcanıp harcanmadığı olmalı.
Eğer bu 117 Milyar $’a yakın döviz kamunun dış borcunu veya döviz cinsi yükümlülüklerini azaltmak için kullanılsaydı, verimli bir şekilde harcandığı ileri sürülebilirdi. Oysa aynı dönemde merkezi yönetimin dış borcu 91 Milyar $’dan, 97 Milyar $’a yükseldi. İlave olarak Hazine 2019 başında neredeyse sıfır olan altın ve döviz cinsi iç borcunu hızlı bir şekilde arttırarak 37,3 Milyar $’a yükseltti. Bu şekilde Hazine döviz yükümlülüğü bu dönemde bırakın azalmayı, 40 Milyar $’dan fazla artmış oldu. Aynı dönemde kamunun KOİ projelerinden kaynaklanan döviz yükümlülüğü de yükseldi.
Kısacası kamunun kıt döviz kaynakları borç geri ödemeye değil, Türk Lirasından kaçanları teşvik etmeye harcanmış.
Belli ki, yanlış olduğu ve işe yaramayacağı belli bu müdahalelere artık eskisi gibi devam edilemeyecek. Bu nedenle TCMB’nin tabela faizlerini arttırmasına izin vermeyenler, mevduat ve kredi faizlerinde el altından % 5’in üzerinde bir artışa “mahçup” bir şekilde yol verdiler. Ancak hala hiç hata yapılmamış gibi “rekabetçi kur iyidir” ve “bedeli neyse millet öder” söylemine geçildiğine göre, artan faize ragmen kaybedilen itibarın geri gelmesi mümkün olmayacak.
Olan oldu, onca rezerv kaybedildi peki karşılığında hiç mi birşey kazanmadık diyenler olabilir. O zaman analizi döviz piyasasından ve dış borç artışından daha geniş bir alana taşıyalım.
Ülkeyi Anomim Şirket gibi yönetmek
Bir şirketin başına Genel Müdür veya Mali işler Müdürü olarak iş görüşmesine gitseniz, şirket sermayedarı hoşbeşden sonra size şunları söyler; “Bak kardeşim, bu şirketin teknolojisi, cirosu, karlılığı pazar payı bu. Borçluluğu, özkaynakları, bankalarda limiti, yatırım ihtiyacı ise şu. Benim sana sağlayabileceğim mali ve insan kaynakları şu kadar. Bunların karşılığında senden şu sürede şu sonuçları beklerim, başarı kriterlerim de bunlar” der. Bırakın şirketi, bir bakkal dükkanına çırak alırken bile ondan neler beklendiği ilk gün açıkça söylenir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmeden önce ortaya atılan “Ülkeyi Anomim şirket gibi yönetmek, burası önemli ” söylemini hatırlarsınız. Ülkeyi A.Ş gibi yöneteceği iddia edilen kadrolar iş başına 2 yıl önce geldi de, bu kadrolara hangi kaynaklar sunuldu, hangi hedefler verildi acaba bilenimiz var mı?
Bugünleri görünce tahmin yapmak daha kolay. 2 yıl önce göreve atanan ülkenin Hazine ve Maliyesini A.Ş gibi yönetecek yöneticilere aşağıdaki kaynaklar sunulmuş olmalı.
Sunulan Kaynaklar;
“Önümüzdeki 2 yılda;
Daha önce hiçbir hükümetin yapmadığı şekilde kapı arkasından döngü karşıtı olması gereken TCMB’yi bile açık pozisyona sokacak şekilde 105 Milyar rezervini piyasaya müdahale için kullanabilirsiniz.
Yetmezse işin içine kamu bankaları ve hazineyi de dahil edebilirsiniz.
TCMB’de bulunan ve 2003’den beri dokunulmayan 40,8 Milyar TL TCMB ihtiyat akçesini çekip kullanabilirsiniz, ileriye dönük bunu biriktirmeyi de durdurabilirsiniz.
Tek seferlik gelirler hariç bütçe açığını milli gelirin %2’sinden %6,5’ine kadar çıkarabilirsiniz. Kamu borcunu bu sürede Türk Lirası cinsinden %80, reel olarak %40 arttırabilirsiniz. Bu ilave borçlanmalar ile gelecek ek 300 Milyar TL kaynağı herhangi bir mali disiplin endişesi duymadan dilediğiniz gibi harcayabilirsiniz.
Daha önce risk yönetimi ilkeleri nedeniyle sıfırlanan yurtiçi altın ve döviz cinsi borçlanmayı tekrar başlatıp 37 Milyar dolara kadar çıkarabilirsiniz.
TCMB kaynaklarına dayanıp, geniş tanımlı para arzını 2 senede %70 arttırabilirsiniz. Bankacılık sektöründe, özellikle kredi ve mevduat piyasasında basiretlilik ilkesini bir tarafa bırakacak düzenlemeler yapabilirsiniz.
Sermaye hareketlerini sınırlamak ve döviz çıkışını azaltmak amacıyla her türlü gümrük, kambiyo, vergi ve mali uyum düzenlemelerini yapabilirsiniz.”
Beklentiler;
Sizce bu olağanüstü yetkilerin ve kaynakların verildiği kadrolardan neler beklenmiş olmalı ? Bu kaynaklarla en azından enflasyonu, faizleri ve işsizliği tarihi düşük seviyeye indirmelerini, kurlarda istikrarlı bir gidişatı sağlamalarını, onca döviz harcanırken ülkenin ve kamunun dış borcunu azaltmalarını, kişibaşı milli gelir seviyesi ve sıralamasını düzeltmeleri beklenmiş olabilir mi? Yoksa herhangi bir performans beklemeden anahtarlar teslim edilmiş midir? En küçük şirketin bile yönetimi asgari bir performans beklentisi olmadan kimseye emanet edilmezken, tüyü bitmemiş yetimin hakkı bulunan kamu kaynakları herhangi bir başarı kriteri konmadan emanet edilmiş olamaz değil mi?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ekonomi politikası yaklaşımında nasıl bir değişikliğe yol açacağını bizlere sinyalleyen 3 önemli tarih var. İlki erken seçim kararının açıklandığı 20 Nisan 2018. İkincisi sayın Cumhurbaşkanının Londra’da yatırımcılarla çok ses getiren 15 Mayıs 2018 buluşması. Üçüncüsü ise Cumhurbaşkanlığı kabinesinin açıklandığı 9 Temmuz 2018.
Gelin o günlerden bugüne nereden nereye geldiğimizi aşağıdaki tabloda görelim.
Tablo herşeyi anlatıyor. Sınırsız kaynak kullanımına karşın hemen her göstergede ciddi kötüleşme olmuş. Bu kadar kaynak kullanımına karşı elde edilen buna benzer sonuçlar herhangi bir şirkette gerçekleşse muhtemelen o yöneticiler değil 2 yılı, birkaç ayı zor görürlerdi.
Peki ortaya çıkan tüm başarısızlıklara karşı, patron ve sermayedarların “Olsun, hata insana mahsus, hata yapa yapa öğrenilir elbet, aman değişiklik yapmayalım, huzurumuz ve ağzımızın tadı kaçar” dedikleri şirketler yok mudur? Olmaz mı? Genelde birinci nesilin kurucu olduğu, 2.veya 3.neslin işleri batırdığı, kontrolün aile dışına çıkmaması için, yönetimin kurumsal yapı yerine yakın akrabalara bırakıldığı aile şirketlerinde bu sıkça görülür.
A.Ş.’nin açılımının “Anomim Şirket” olduğuna gerçekten emin miyiz?
Kerim ROTA