FÖŞ yazdı: Politik krizin sonu karakolda biter
7 Nisan 2025Bir önceki makalemde (link aşağıda), politik krizin nasıl sonlanacağını ayrıca yazacağımı vaat etmiştim. CHP’nin büyük kongresinin “kenarında” bu notları yazıyorum, ama Pazartesi yayınlayacağım. Önce çok kısa bir “spoiler alert”; aşağıda 3 Erdoğan çıkışlı senaryo üreteceğim, ama en kötüsüne hazırlıklı olalım. Krizin kronikleşip, Erdoğan’ın bir bahaneyle 2028 seçimlerini ötelemesi en başat olasılık.
İlk olarak, seçimlerin yenilenmesi, CHP'yi kayyum atanma kaderinden kurtarmayacak. YouTube dedikodularına göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Belediyesi'ne ve CHP'ye kayyum atanması için yargıya talimat vermişti; ancak Mehmet Şimşek, Hakan Fidan, Selçuk Bayraktar ve Efkan Ala'nın, uluslararası toplumdaki yankıları ve Ekonomik İstikrar Programı üzerindeki etkileri göz önünde bulundurarak Erdoğan'ı bu konuda ikna ettiği söyleniyor.
Erdoğan taktiksel bir geri çekilme yapmış olabilir, ancak sokak protestoları ve muhtemelen bireysellerin TL mevduattan dövize kaçışı yatıştığında, muhalefete yeniden yükleneceğinden %100 eminim. Ona “hakkını vermek” gerekirse, şu aşamada geri çekilmek ve baskı-zulüm rejiminin ayarlarını gevşetmek Erdoğan'a daha fazla oy kazandırmaz. Aksine, basın ve toplanma özgürlüğünün iade edildiği bir Türkiye'de, ülke hızla yönetilemez hale gelebilir. Bu durumda, devlet aygıtları ve iş dünyası da dahil olmak üzere kanka rejiminin tüm unsurları Erdoğan’a karşı dönerken, daha doğru haberler alan çekirdek AKP seçmeni ekonomik krizinin de katlayan gücüyle partiyi terkedebilir.
Bu nedenle, önümüzdeki 5-6 ayda neler olacağını modellemek oldukça kolay
CHP, ulusal boykot gibi yeni stratejiler geliştirmezse, kaybetmeye mahkum. Büyük çaplı protestoların, özellikle yaz aylarında, turizm ve tarım sektörlerindeki mevsimlik işler nedeniyle şehirlerarası hareketliliğin yüksek olduğu ve üniversite öğrencilerinin evlerine döndüğü dönemlerde sürdürülebilir olmadığını savunuyorum. Ama, CHP mesela halkı bir gün işten izin alma gibi yeni yaratıcı prtoesto eylemleri de geliştirebilir.
Önümüzdeki aylara neresinde bakarsak bakalım, karşımıza bir bir fasit daire çıkıyor: Gösteriler yatışır, ama Erdoğan kayyum atamalarına devam ederse, yeniden patlak verecektir. Artık, Erdoğan'ın siyasi rekabeti hileli yollarla ekarte etme politikasına ülke çapında bir direniş olduğu açık.
Sonunda, Erdoğan sokaklardaki öfkeyi bastırmak için Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etmek, üniversiteleri tatil edip, çevrimiçi eğitime geçmek, ve hatta sokağa çıkma yasakları uygular, kim karşı çıkacak ki? Kısa vadede, bu kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin ise sahneden çekildiği mücadelede çoğu kartı elinde tutuyor.
Gösterileri bastırmak Erdoğan'ın yeniden seçilme sorunsalını çözmüyor
İllevelakin, İmamoğlu'nu ve hatta onun yedeği Yavaş'ı ve CHP'yi sahadan kovmak, onun temel ikilemini, yani yeniden seçilme meselesini çözmez. Bu sorun da bizi rejimin uzun vadeli istikrarına getiriyor. Erdoğan, yeniden seçilmek için ya CHP’ye pazarlık yapacak, ya DEM Parti’yi yeni bir anayasaya ikna edecek, ya da 35 gibi demokrasi tarihinde görülmemiş ölçekte bir MV transferi ile 360 oyu bularak, istediği tarihte erken seçim kararı aldıracak. Şimdi bu 3 seçeneği mercek altına alalım.
Erdoğan artık CHP'den erken seçime destek bekleyemez
CHP'ye yapılanlardan sonra, partinin en geç Kasım 2025'te erken seçim talebinden vazgeçmeyeceği kesin. Parti, kayyumla zayıflatılsa bile, erken seçim yasasına oy vermemek veya MHP ve Kürt yanlısı DEM ile anayasal sürece katılmamak suretiyle misilleme yapacaktır.
İkinci seçenek anayasal süreç, ancak son kargaşa bu alandaki zaten çok düşük olan başarı şansını daha da azalttı. PKK içindeki belirli fraksiyonlar, Erdoğan'ın anayasal görüşmeleri başlatması için ön koşul olan kendi kendini feshetme konusunda fikir değiştirmiş gibi görünüyor. DEM Parti de, Erdoğan'ın İmamoğlu ve CHP'ye yönelik tutumundan önemli bir ders çıkardı: Erdoğan'ın verdiği sözlere güvenilemez. Kürtlere eşit vatandaşlık hakkı verse bile, yargının anayasaya veya yasanın lafzına uymadığında bu söz nasıl uygulanabilir?
Anayasa süreci için karşılıklı güven gerekli, o da DEM Parti'de yok
DEM Parti'nin, Selahattin Demirtaş ve diğer Kürt siyasi mahkumların serbest bırakılmasını, ayrıca belediye başkanlarının çakma terör suçlamalarıyla görevden alınmasına son verecek yeni bir yasa talep edeceğinden eminim. Erdoğan bu talepleri karşılayamaz; çünkü daha önce belirttiğim gibi, daha demokratik topluma yönelik küçük tavizler bile zafiyet olarak algılanacak, kitlesel protestoları körükleyecek ve kayırmacılık iddialarının ortaya çıkmasına neden olarak çekirdek oylarını kaybettirecektir.
Bir seçenek daha var, o da lejyonerler
Erdoğan için üçüncü seçenek, erken seçimlerin zamanlamasına karar vermek veya halk oylamasına sunulacak yeni bir anayasa yasalaştırmak için ihtiyaç duyduğu 35 kadar milletvekilini transfer etmek. Bu yaklaşımın iki ciddi eksikliği vardır. İlk olarak, bir milletvekili sadakatini en yüksek teklifi verene satarsa, daha iyi bir teklif için oy verme gününde taraf değiştirmeyeceğini garantisi yok. Ek olarak, son kargaşadan sonra milletvekili transfer etmenin maliyeti katlanarak arttı; çünkü Erdoğan artık yeni gelenlere güvenli koltuklar garanti edemez. Anayasa gizli oylanır. Geçmişte defaten parti liderleri metinde uzlaşsa da, MV’nin kafasına göre oy verdiğin çok gördük. Ayrıcanın ayrıcası, AKP-MHP’ye 360 oy da yetmez, çünkü referandum reddedilmeye mahkum.
Karakol opsiyonu
Bu durum, Erdoğan'ı çok basit ama son derece maliyetli bir çözüme sürükleyebilir: Seçimleri 2028 sonrasına ertelemek için bir savaş hali ilan etmek. Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimleri bir yıl süreyle ertelemek için yıllık oylama yapabilir. Türkiye ve İsrail'in şu anda Suriye'nin kontrolü için sert bir rekabet içinde olduğu göz önüne alındığında, savaş ilan edilecek dış düşmanı bulmak kolay olacak. Ancak bunun birçok maliyeti var. İlk olarak, Erdoğan, Mayıs 2028'deki bir sonraki seçimlerden bir yıl öncesine kadar “topal ördek” olarak görevde kalacak, bu da devlet üzerindeki etkisini önemli ölçüde azaltabilir.
Üç yıllık zorlu siyasi çekişme maratonu ise ekonominin gücünü ciddi şekilde zayıflatabilir. Bu senaryoda, bitmek bilmeyen belirsizlik mudilerin dövize kalıcı olarak geçişini tetikleyebilir veya daha da kötüsü, bankalardaki mevduatların yavaşça çekilmesine neden olabilir. Tabii ki, Suriye'de üç yıl içinde ne olacağı belli değil; İsrail, El Şara rejimini istikrarsızlaştırmaktan geri adım atabilir veya Trump, Türkiye'nin Suriye'ye savaş ilan etmesine çok sert bir şekilde karşı çıkabilir.
En büyük bilinmeyen: Bahçeli ne yapacak?
Son olarak, geleceğe dair yaptığım modellemede büyük bir bilinmeyen var: MHP lideri Devlet Bahçeli’nin sağlığı ve emekli olması durumunda MHP’nin görüşlerini nasıl değiştirebileceği. Bahçeli, Ramazan Bayramı sırasında iyi kurgulanmış bir şekilde kamuoyunun karşısına çıktı. Önümüzdeki üç yıl boyunca parti genel başkanlığı görevlerini yerine getiremeyeceğini söyleyemem; ancak eldeki sınırlı görüntülerde oldukça yorgun ve gözle görülür şekilde yaşlanmış görünüyordu. Eğer emekli olursa, yeni genel başkanın AKP ile olan ittifakı sona erdirip, ideolojik olarak daha tutarlı ve daha büyük bir ittifak için İYİ Parti ve anketlerde hızla yükselen Zafer Partisi ile bir araya gelmeyi tercih etme olasılığı yüksek. Bu yeni ittifak, ulusal oyların %20’sini toplayıp, Meclis’teki toplam milliyetçi sandalye sayısını ciddi şekilde artırarak politika yönünü belirleyebilir.
Bahçeli’den söz açılmışken, görevde kalsa bile Cumhur İttifakı’nı terk edebilir ya da Erdoğan’a daha fazla demokratikleşmeyi dayatabilir. Muhalif entelektüeller arasında oldukça yaygın bir teoriye göre, Bahçeli derin devletin arzularını temsil ediyor. Türkiye’de hâlâ böyle bir derin devlet var mı emin değilim; ama açık olan şu ki, Bahçeli kitlesel protestoları bastırmak için şiddete ya da OHAL’e başvurmaya daha az istekli olacak. Derin devletin en çok korktuğu şey, Türkiye’yi dış tehditler karşısında zayıflatan bu türden iç çatışmalardır. MHP’nin 100 maddelik anayasa taslağı halen uygulanan yasalara göre Erdoğan’a daha az yetki tanıyor ki, bu DEM kadar, CHP’yi de görüşmeler cezbedebilir. Ama dikkat edin, bu senaryolar çok dolambaçlı ve uzun vadeli stratejik planlamayı gerektiriyor ve Erdoğan’ın kaderi de bir çok etkene bağlı.
Kıssadan hisse: Bu ahir dünyada gün yüzü görmeyeceğiz vesselam
Yukarıdaki üç senaryodan hangisi daha tercihe şayan? Erdoğan’ın risk almayı seven biri olduğunu ve küresel konjonktürün hedeflerini ilerletmek için uygun olduğunu düşündüğünü bildiğim için, ilk seçeneği tercih edeceğini düşünüyorum: işleri zamana bırakmak ve gerekirse seçimleri ertelemek. Başka bir deyişle, bu yazıyı okuyanlar için tünelin ucundaki ışık, ekonomik istikrarı zedeleyecek çok uzun bir çalkantı ve kaos döneminden başka bir şey değil.
Atilla Yeşilada ve Güldem Atabay tarafından kaleme alınan özel raporlara abone olmak ister misiniz? Abonelik koşullarını öğrenmek için bize e-mail atın: [email protected]