Genel
Euronews: ‘Dindar nesil’ politikaları gençlik duvarını neden aşamıyor?
Din sosyoloğu Doç. Dr. Volkan Ertit, Euronews Türkçe’ye verdiği röportajda AK Parti iktidarının ‘dindar nesil’ politikalarının Türk gençliği üzerinde etkili olmadığını vurguluyor. Doç. Dr. Ertit’e göre, başta din olmak üzere doğaüstü öğretiler yeni kuşakların hayatına daha az yön veriyor.

Din sosyoloğu Doç. Dr. Volkan Ertit, Euronews Türkçe’ye verdiği röportajda AK Parti iktidarının ‘dindar nesil’ politikalarının Türk gençliği üzerinde etkili olmadığını vurguluyor. Doç. Dr. Ertit’e göre, başta din olmak üzere doğaüstü öğretiler yeni kuşakların hayatına daha az yön veriyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidara geleli 23, hareketin lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çokça tartışılan “Dindar nesil yetiştireceğiz” cümlesini ilk kez kullanalı 13 sene geçti. Nüfusunun çoğunluğu hangi dine mensup olursa olsun, modernleşen ülkelerde sekülerleşme trendi görülüyor ve Türkiye de bunlardan biri.
Bugünlerde de sıkça gündeme gelen “kültürel iktidar” tartışmaları da, bu soyut kavramın İslam diniyle kesiştiği noktada meydana geliyor.
Kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayan AK Parti’nin, iktidara geldiği dönemki Avrupa Birliği (AB) ve demokrasi yanlısı söylemlerinden büyük ölçüde uzaklaşmasının ve bilhassa eğitim-öğretimde Cumhurbaşkanı’nın tabiriyle “dindar nesil” anlayışına yönelmesinin üzerinden kabaca 10 yıldan fazla bir sürenin geçtiği göz önüne alındığında, ortaya çıkan tablodaki ironi dikkat çekiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) verilerine göre 2012-2013 eğitim-öğretim yılında ülke genelinde din öğretimine odaklanan 708 lise varken, aradan geçen 11 yılın ardından 2023-2024 eğitim-öğretim yılında bu sayı 1.723’e yükseldi.
İmam-hatip liselerinin ve ilahiyat fakültelerinin sayıca artışı, “dindar nesil” projesinin önemli bir ayağı olarak görülse de bu kurumların “dindar nesil” yaratmada ne ölçüde başarılı olduğu çokça sorgulanır oldu.
Nitekim Türkiye’de en çok tanınan dini liderlerden Cübbeli Ahmet Hoca da, 2021 yılında katıldığı bir programda “Deizm, ilahiyat okuyanlarda da artıyor. Deizm ya da ateizmin çoğalması bu durumda kaçınılmaz. Çözüm arıyoruz. Öyle bir durumdayız ki gençlerin nerden kafasını karıştırıyorlar” ifadelerini kullanmıştı.
Tüm bu tartışmalar devam ederken Euronews Türkçe, Doç. Dr. Volkan Ertit ile bir röportaj gerçekleştirdi. Doç. Dr. Ertit, din sosyolojisi alanında Hollanda’nın Radboud Üniversitesi’nden doktora sahibi ve çalışmaları genç kuşakların sekülerleşme sürecine odaklanmış durumda.
Soru: Müslüman çoğunluğa sahip bir ülke olan Türkiye’nin gittikçe sekülerleştiğini gözlemliyoruz. Yaklaşık 10 senedir kitaplarınız ve makalelerinizle bu süreci betimlemeye ve arkasındaki dinamikleri açıklamaya çalışıyorsunuz. Sizce Türkiye’deki “dindar nesil” politikaları nasıl sonuç verdi?
Dr Ertit: Belki de bu soruyu bu politikaları hayata geçiren ya da Türkiye’de dindar nesil yaratmak isteyenlere sormak gerekiyor. “Sizce devlet eli ile sürdürülen dindarlaştırma politikaları başarılı oldu mu?” diye. Zira sekülerleşme merkezli doktora ya da yüksek lisans tezlerindeki bulgular ya da araştırma şirketlerinin anketleri dinin yeni kuşakların hayatına daha az dokunduğunu ortaya koyuyor. Yeni kuşaklar kendi ailelerine kıyasla ya dine daha az rol veriyorlar ya da dini farklı formlarda ve içeriklerde hayatlarına alıyorlar.
S: Nedir bu farklılıklar?
Farklılığı birkaç ana konu üzerinden tartışabiliriz. Ben kendi çalışmalarım için inanç, ibadet ve günlük yaşamı merkeze alıyorum. Yani “hangi kuşaklar Allah’a daha fazla inanıyor?, “Hangi kuşaklar daha fazla namaz kılıyor?”, “Hangi kuşakların kıyafet kodları daha dindar?”, “Kuşakların evlilik öncesi flört ve cinsellik konusundaki sınırları arasında fark var mı?”, “Camiler hangi kuşaklar için daha fazla önem taşıyor?”, “Kuşakların tatil algısında bir farklılaşma var mı?”, “Cenaze törenlerindeki dini unsurlarda dönüşüm var mı?” gibi sorular ilk aklıma gelenler.
S: Sizin tezinizin aksine Türkiye’nin dindarlaştığına dair bir görüş uzun süredir gündemde. Tarikatların devlet eli ile güçlenmesi, din merkezli okul sayılarının artması, diyanetin gün geçtikçe güçlenmesi… Türkiye’nin dindarlaştığına dair bu iddialar “Türkiye sekülerleşiyor” tezinizle çelişmiyor mu?
Türkiye’nin dindarlaştığına dair verdiğiniz örneklere karşı çıkmam mümkün değil. Hatta bu örnekleri ben de arttırabilirim. Ama fark edeceğiniz gibi, dindarlaşma diye bahsedilen başlıkların çoğu devletle ilgili konular. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2002 yılına kıyasla daha dindar olduğu; hükümetlerin toplumu dindarlaştırmak için elindeki hegemonik araçları da kullanarak çabaladığı inkâr edilebilir mi, emin değilim. Ancak bu konuların üst başlığı “laiklik”tir, sekülerleşme değil. Sekülerleşme toplumla ilgili bir kavramken laiklik ise devletle ilgili bir kavramdır. Türkiye’nin 2002 yılına kıyasla daha dindar bir devlete sahip olduğu iddiasına karşı çıkan kimse olduğunu sanmıyorum. Ama sekülerleşme tartışmaları açısından esas konu devlet tarafından sayısı arttırılan İlahiyat fakülteleri değil, bu fakültelere giren öğrencilerin kendi ebeveynlerine kıyasla daha dindar hale gelip gelmedikleridir.
S: Hem toplumun sekülerleşmesi hem de devletin laiklikten uzaklaşması aynı anda olabilir mi?
Pek tabii ki. Devletler laiklikten uzaklaşırken, toplumlar da aynı anda sekülerleşebilirler. Bunlar birbirini çürüten şeyler değil. Benim iddialarımın zorlayıcı tarafı da sanıyorum bu ikisinin benzer döneme denk gelmesi oldu. Yani bir tarafta AK Parti hükümetleri ile daha dindar bir devlet, din ve devletin daha fazla hemhâl olması var; diğer tarafta ise günlük hayatına dini daha az alan bir toplum var. Konu dışı ama devletin din konusundaki hassasiyetinin artmasının bir sebebi de bu olabilir gibi hissediyorum. Zira devlet kademesinin yaşanan sekülerleşme sürecinden haberdar olmadığını düşünmek naiflik olur. Devletin dindarlaşması toplumun sekülerleşmesini perdelemiş görünüyor. Hem sadece sokakta değil, 2010 yılından önce birkaç akademisyen hariç akademi dünyası dahi toplumun dinden bu denli uzaklaştığını çalışacak konulardan biri olarak görmüyordu.
S: Peki bu dönüşümü nasıl açıklıyorsunuz?
Hayat dönüşürken “din”e ya da diğer doğaüstü anlatılara daha az ihtiyaç duyulması ile açıklıyorum. Ama bu bana özgü orijinal bir açıklama değil aslında. 1960’lardan itibaren Batı’daki sekülerleşme tartışmalarının merkezinde bu “ihtiyaç” meselesi bulunuyor. Sekülerleşme kavramını “dinsizleşmek” değil “dine daha az ihtiyaç duymak” daha iyi açıklamakta. Geçmişe kıyasla dinin politikadaki gücü artarken toplumsal gücü sınırlanıyor. Yeni kuşaklar kendi yaşamlarını idame ettirirken dini “daha az referans” alarak hareket ediyorlar. Muhakkak ki dinsizleşme de sekülerleşme demektir; ama esas konu bireylerin dinden tamamen kopması değil, geçmişe kıyasla hayatlarına dini daha az almalarıdır. “Modernleşme” süreci ile dinin hayata dokunduğu anlar kısıtlanıyor.
Türkiye kendi geçmişine kıyasla bilimsel gelişmelerin hayata daha fazla nüfuz ettiği, endüstriyel kapitalizmin, kentleşmenin ve dijitalleşmenin arttığı bir dönemden geçiyor. Yani modernleşiyor. Sekülerleşme teorisine göre, modernleşen ülkelerin sekülerleşmesi beklenir. Bu süreçleri yaşayan ülkeler dinden uzaklaşırken, Türkiye’nin bundan muaf kalacağını beklemek ya da düşünmek için elimizde veri yok. Sokaktaki dönüşüm de işte köklerini Batı dünyasında bulan sekülerleşme teorisinin iddialarının somutlaşmış hali aslında.
21ci yüzyılda Hristiyanlık ve İslam’ın günlük yaşama nüfuz etme biçimlerinde farklılıklar bulunmaktadır. İslam, ailevi direktifler, gelenekler, Kur’an-ı Kerim, toplumsal değerler, dinî fetvalar, hadisler, komşular ve benzeri araçlarla günlük yaşamı yönlendirme arzusundadır. Ve sekülerleşme için de esas tartışma toplumsal arenayı etkileme gücündeki değişimin yönüdür. Yoksa muhakkak ki inançlı insanlar vardır, ve hatta çoğunluktadırlar. Ama önemli olan inançlı olup olmamanız değil, inancınızın geçmişe kıyasla hayatınızı ne kadar etkilediğidir.
S: Türkiye’nin sekülerleşmesi bu şekilde sürecek mi sizce?
Bu soruya yanıt vermek için başa dönmek durumundayız. Türkiye neden sekülerleşiyor? Çünkü kendi geçmişine kıyasla modernleşiyor. Bu durumda bu modernleşme süreci tersine dönerse, yani iç savaş çıkarsa; seller, yangınlar, kuraklıklar, depremler ve diğer doğal felaketler günlük yaşamın pratiklerini tamamen etkilerse ve buna benzer büyük altından kalkılmaz altüst oluşlar yaşanırsa, bu gibi zor zamanlarda bireylerin dine ya da diğer doğaüstü anlatılara yönelmeleri beklenen bir durum. Ancak o zamana kadar, devlet eli ile toplumların dindarlaştırılabileceğini düşünmek çok gerçekçi bir beklenti olmayabilir.
Sadece alıntıdır