Çetin Ünsalan Yazdı: ‘Avrupa kaybederse…’
7 Şubat 2025Dünya, ABD – Çin üzerinden ticaret savaşlarını ve bunun getireceği ekonomik riskleri konuşurken, asıl eksenin teknoloji mücadelesine kaydığını görmemiz gerekiyor. İki yapay zekâ ürünü üzerinden meseleyi magazinel anlamda tartışarak bu işin içinden çıkamayız.
İşin geldiği bu nokta önümüze hem riskleri, hem de doğru projelendirirsek fırsatları getiriyor. Avrupa Birliği ve genelde Avrupa kıtası bu mücadelenin geri kalmaktan ve olası etkilerinden dolayı endişeli.
Son olarak Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Piero Cipollone, bu savaşta Avrupa’nın büyük kaybeden olabileceğini söyledi. Cipollone yorumlamasını, klasik ekonomi üzerinden yaptı ki, haksız da değil.
Daha ilginç olan ise, Türkiye’nin konu tamamen kendisinin dışındaymış gibi davranıp, ihracat rakamlarıyla övünüp, dış ticareti yok sayıp, orada da ithalatta girdi başlığının gerilerken, tüketim malının artmasını görmezden gelmesine şahit oluyoruz.
Sürekli aynı şeyi soruyorum ve bunun yanıtını herkes bilmesine rağmen, yeterli aksiyonun gösterilmediği çok açık. Soru şu: Dünyanın Türkiye’den almaktan vazgeçemeyeceği ürün var mı? Yanıt, hayır… O zaman ders çalışmamız gereken konu da bu.
Tekrar uluslararası rekabete dönecek olursak… Her ne kadar AB bu açığı regülasyonların üssü olmak hamlesiyle kapatmaya çalışsa da, bu kadar keskin bir rekabet ortamında ve tüketimin teknolojik bakımdan kaçınılmaz olduğu bir dünyada, hızlı değişimi de dikkate alırsanız, yeterli gelmeyeceği açık.
Cipollone’nin uyarısı anlamlı ve iyi okumamızı gerektiriyor. Ama asıl bir adım önceye gitmemiz ve Draghi’nin AB için yazdığı rapora bakmamız gerekiyor. Farklı detayları olmakla birlikte Draghi’nin en büyük endişesini teknolojik olarak geride kalmak ve pozisyon alamamak oluşturuyordu.
İşte Türkiye adına risk ve fırsat da bu aşamada ortaya çıkıyor. Mevcut yapımızla ve üretimimizle devam edersek işin içinden çıkamadığımız gibi, en iyi ihtimalle daha düşük fiyata iş yapan tam fasoncu olarak kalma olasılığımız güçleniyor.
Fakat Türkiye, yeni ekonominin içinde genç ve yaratıcı nüfusuyla, startup potansiyeliyle dikkat çekiyor. Ne yazık ki bunu da tam anlamıyla değerlendirdiğini söylemek güç. Birkaç ciddi yatırım alan şirket ya da Turcorn gibi iyi projeler dışında, tesadüfi başarıların peşinde koşuyoruz.
O zaman matematiği kuralım. Rekabet keskinleşiyor ve teknoloji, çözüm ekseninde ilerliyor. Avrupa Birliği’nin bu noktada açığı var. Açığı, Avrupa’da silikon vadisi benzeri bir yapı oluşturmaya çalışan İngiltere kapatmaya çalışıyor. Fakat burada da Amerikan firmaları olduğunu düşünürseniz, araya girmek için fırsat yaratabiliriz.
Doğru bir kurgu ve projelendirmeyle, Avrupa Birliği’nin kaynak gücüyle, bizdeki startup potansiyelini birleştirecek, ortak bir gelecek yaratacak hub haline dönüşebiliriz. Elbette bunun için hukuk başta olmak üzere değiştirmemiz gereken yaklaşımlar olduğunun farkındayım.
Lakin eğer iyi niyetliysek, potansiyelimizin heba olmasını istemiyorsak, bu açığı iyi görmeli ve ortak bir gelecek yaratmak adına meseleyi projelendirmeli ve AB’ye konuyu açıkça anlatarak, planlı, hedefli bir yolculuğa çıkmayı önermeliyiz.
Aksi takdirde mevcut üretim yapısı, iş yapma anlayışı ve katma değersiz halimizle, en büyük müşteri olan Avrupa’nın kaybettiği yerde biz iflas ederiz. Gelin bu meseleyi ciddiyetle, hamasetten uzak ve devlet politikası ciddiyetiyle uygulayalım. Hem bizim, hem de AB için filmi terse çevirebiliriz.