ELEKTRİK HİZMETİ KAMU HİZMETİDİR
29 Ocak 2025
ELEKTRİK HİZMETİ KAMU HİZMETİDİR
Maliyetlerin düşmesine rağmen, güneş ve rüzgâr enerjisi, özel şirketlerin yeşil dönüşüme öncülük etmesi için yeterli kârı sağlamıyor. Politika yapıcılar, piyasa düzenleyicisi olarak perde arkasında kalmak yerine, yenilenebilir enerji üretimi ve dağıtımından doğrudan sorumluluk almalıdır.
Uluslararası toplum, fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılması ve yenilenebilir enerjiye geçişin acil bir ihtiyaç olduğunu uzun zamandır kabul ediyor ve son yıllarda birçok hükümet, son derece uzun zaman dilimlerinde de olsa net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşma sözü verdi. Ancak temiz enerjiye geçişin merkezinde yer alan elektriğe diğer piyasa malları gibi davrandıkları sürece bu hedefe asla ulaşamayacaklar.
Yeşil dönüşüm, enerji yoğunluğu, yatırım akışları, tüketim kalıpları ve dağıtım sistemleri gibi çeşitli faktörler tarafından yönlendirilmektedir. Ancak bu geçişin başarısı, insanlığın “kirli” fosil yakıtlardan uzaklaşarak başta güneş ve rüzgar olmak üzere temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesine bağlıdır. Bu da elektriğin nasıl üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiği konusunda köklü bir dönüşüm gerektirmektedir.
Ekonomistler ve politika yapıcılar uzun zamandır enerji dönüşümünü bir göreli fiyat sorunu olarak analiz etmektedir. Son yıllarda rüzgar ve güneş enerjisi maliyetleri, teknolojik ilerlemelerin de etkisiyle düştü – özellikle de hükümet müdahalelerinin yeşil endüstrileri büyütmeye ve Seviyelendirilmiş Enerji Maliyetini (Birime İndirgenmiş Elektrik Üretim Maliyeti)(LCOE) düşürmeye yardımcı olduğu ülkelerde(mesela Çin). Enerji kaynaklarını karşılaştırmak için yaygın olarak kullanılan bu metriğe göre, yenilenebilir enerji kaynakları, Ukrayna savaşı gibi dış şoklar petrol ve gaz fiyatlarını yükseltmeden önce bile fosil yakıtlardan sürekli olarak daha iyi performans göstermiştir.
Teorik olarak, bu gelişmelerin fosil yakıtlardan küresel geçişi hızlandırması gerekirdi. Ancak pratikte, yenilenebilir enerji kaynakları sadece toplam enerji arzını tamamlamaktadır. Bu arada, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler fosil yakıt üretimini artırmaya ve yeni rezervler keşfetmek için büyük yatırımlar yapmaya devam ediyor.
Bu tutarsızlık piyasa güçleri ya da göreceli fiyatlarla tam olarak açıklanamaz. Yıllar boyunca pek çok kişi, özellikle ABD ve Arjantin gibi ülkelerde iklim değişikliğini reddeden güçlerin iktidara gelmesinden sonra, iklim konusunda ilerleme kaydedilmemesinden siyasi liderleri sorumlu tuttu. Ancak bu açıklama da eksiktir.
Ekonomist Brett Christophers’ın The Price is Wrong: Why Capitalism Won’t Save the Planet) adlı kitabında savunduğu gibi: asıl sorun piyasaların sınırlarına ilişkin iki temel gerçekle yüzleşilmemesinde yatmaktadır.
- Birincisi, özel sektör yatırım ve üretiminin arkasındaki itici güç çıktı fiyatları değil, göreceli karlılıktır.
- İkincisi, elektriğin doğası onu “piyasa tarafından yönetilmeye” elverişsiz kılmakta ve büyük devlet müdahalesi olmadığında kaçınılmaz olarak optimal olmayan sonuçlara yol açmaktadır.
Christophers, elektriğin Karl Polanyi’nin “hayali metalar(fictitious commodities)” tanımıyla örtüştüğünü belirtiyor. Polanyi, Büyük Dönüşüm adlı ufuk açıcı çalışmasında toprak, emek ve paranın piyasa sistemleri içinde işlev görmesinin amaçlanmadığını* savunmuştur. Açıkça ticaret için üretilen geleneksel malların aksine, hayali malların ticarileştirilmesi verimsiz ve istikrarsız piyasa işlemlerine yol açmakta ve kaçınılmaz olarak ekonomik ve sosyal çarpıklıklara neden olmaktadır.
Bu piyasalar işleyebilmek için kanunlar, yönetmelikler, sosyal normlar ve sübvansiyonlar şeklinde hem açık hem de örtülü kapsamlı kamu müdahalelerine ihtiyaç duymaktadır. Bu tür müdahaleler, fiyatlar ve karlar nihayetinde kamusal ve sosyal mekanizmalar tarafından şekillendirilse de, tüm mekanizmanın piyasa sayesinde çalıştığı gibi bir illüzyon yaratılmaktadır.
Christophers, elektriğin var olduğu süre boyunca temel kamu hizmeti olarak görüldüğünü, üretim ve dağıtımının piyasa dışında gerçekleştirildiğini belirtiyor. Son yıllarda kâr arayışı, üretim, dağıtım ve tüketimin ayrıştırılması ve ticarileştirilmesi yönünde küresel bir trend oluşturmuştur. Ancak, rekabetçi piyasaların dış görünüşüne rağmen, sektör hala büyük ölçüde çeşitli devlet müdahalelerine bağlıdır.
Elektriğin kendine has özellikleri temiz enerjiye geçiş için önemli zorluklar teşkil etmektedir. Rüzgar ve güneş enerjisinin doğası gereği kesintili olması, üretimde dalgalanmalara ve fiyatlarda oynaklığa yol açmaktadır. “Yeşil” yatırımlara yönelik kamu sübvansiyonları, talebin düşük olduğu dönemlerde aşırı kapasiteye yol açabilirken, bu sübvansiyonların geri çekilmesi de yatırımcıların sektörden çıkmasına neden olmaktadır.
Dahası, yenilenebilir enerji fosil yakıtlardan daha ucuz hale gelmiş olsa da, elde ettiği kâr düşüktür. Christophers, bu kendi kendini canavarlaştıran dinamiği canlı bir şekilde tanımlayarak, ABD ve Norveç’ten Hindistan’a kadar farklı ekonomilerde nasıl oynandığını vurguluyor.
İstikrarsızlık, yeşil projelerin “finansallaştırılmasını” zayıflatarak yenilenebilir enerji için finansman sağlamayı zorlaştırıyor. O halde, Nisan 2021’de COP26’da başlatılan ve eski İngiltere Merkez Bankası Başkanı ve BM İklim Eylemi ve Finans Özel Temsilcisi Mark Carney tarafından desteklenen Net Sıfır için Glasgow İttifakı’nın, ABD’nin en büyük altı bankasının hızlı bir şekilde çekilmesinin ardından sarsılmaya başlaması şaşırtıcı olmamalıdır. Bu, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünden önceydi ve ABD’de Yeşil Yeni Düzen’e ulaşma çabalarını etkili bir şekilde sona erdiren bir kararname yayınlayarak bu tür yatırımları daha da caydırdı.
Ancak çözüm, yenilenebilir enerjinin uygulanabilir kalması için bu tür önlemler kaçınılmaz olsa da, yatırımları riskten arındırarak yeşil kapitalizmi sübvanse etmek değildir. Bunun yerine, çözüm elektriğin bir meta olmadığını kabul etmektir. Sonuç olarak, yenilenebilir enerji ve fosil yakıtları da kapsayacak şekilde enerji üretimi ve dağıtımının tüm yönlerini yeniden yapılandırmalıyız.
En önemlisi, gerçek anlamda karbonsuzlaştırmanın sağlanması için hükümetlerin daha proaktif bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Politika yapıcılar, perde arkasındaki piyasa kolaylaştırıcıları olarak hareket etmek yerine, yenilenebilir enerji üretimi ve dağıtımı için doğrudan sorumluluk almalıdır.
Böyle bir yaklaşım radikal olmaktan uzaktır. Neoliberalizmin yükselişinden önce hükümetler, enerji sistemleri de dahil olmak üzere kritik altyapının inşası ve yönetiminde önemli bir rol oynuyordu. Yeşil dönüşümü kolaylaştırmak için bu sorumluluğu yeniden üstlenmelidirler. Yenilenebilir enerji üretiminden beklenen özel sektör karları, acil küresel talebe rağmen gerekli dönüşümü sağlamak için yeterli değildir. Politika yapıcılar bu gerçeği kabullenene kadar, yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırma çabaları yetersiz kalmaya devam edecektir.
*Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm adlı eserinde, toprak, emek ve paranın piyasa sistemleri içinde işlev görmek üzere tasarlanmadığını savunur. Bu ifade, bu unsurların insan yaşamı ve toplum için temel olduğunu, dolayısıyla salt kâr amacıyla metalaştırılmamaları gerektiğini vurgular. Polanyi’ye göre, bu unsurlar piyasa mekanizmalarına tamamen tabi kılındığında, toplumsal ve ekolojik yıkımlara yol açabilir. Özetle, Polanyi’nin bu argümanı, toprak, emek ve paranın insan ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumsal refahı sağlamak için var olduğunu, bu nedenle piyasa kurallarına tamamen bırakılmaması gerektiğini ifade eder. Bu unsurlar, insanlık için “meta olmayan” temel değerler olarak korunmalıdır.