Çetin Ünsalan Yazdı: Dayanıklı mıyız?
22 Ocak 2025Ülkemizde her ne kadar görmezden gelinse de bu yıl Davos’ta çok ilginç konular mercek altına alınıyor. Özellikle Trump’ın devreye girmesi, akabinde imzaladığı kararnameler, ticaret savaşlarının ve teknolojik rekabetin eş zamanlı sahne olduğu bir fotoğraf içerisinde ekonomiye ilişkin uyarılar da arka arkaya geliyor.
Ortak açıklamalardan anlıyoruz ki, 2025 çok faktörlü nedenlerle birlikte enflasyonun yukarı yönlü baskılandığı bir yıl olacak. Bunun finansalların içeride kalmasıyla birlikte şekilleneceğini okursanız, en azından kendi payımıza dersler çıkartmamız gereken başlıklar olduğunu görürsünüz.
Son olarak IMF Birinci Başkan Yardımcısı Gopinath’ın uyarıları dikkat çekiciydi. Zaten ekonomiyi takip edenlerin şaşırmadığı, ama veriler oluşturarak kendisini dev aynasında görenlerin gözlerinin fal taşı gibi açılması gereken söylemlerde bulundu.
Elbette bizimkiler yine oralı olmadı. Ne dedi Gopinath? Öncelikle borçlanma maliyetleri uzun süre yüksek seyredecek vurgusu önemliydi. Bu bizim gibi cari açık ve kısa vadeli borç ödemesi sorunu olan bir ekonomi için ders çalışılması gereken bir başlık.
İkisini bir arada düşündüğünüzde içinde bulunduğumuz sene içinde yıllık 270 milyar dolardan aşağı nakit para bulmamamız gerekiyor. Bunun rekabet gücünü yitirmiş bir ihracatçı ile nasıl elde edileceği, rekabet edemeyen turizmcilerle nasıl cari açık finansmanında bulunacağı ise tam bir muamma.
IMF Birinci Başkan Yardımcısı ‘başa çıkmakta zorlanabilirsiniz’ derken, eş zamanlı olarak bu süreci atlatmak için dayanıklı olmanın şart olduğunu dile getirdi. Peki o zaman dönüp kendimize şunu sormalıyız: Dayanıklı mıyız?
Bireylerden firmalara, ekonominin dinamiklerinden iç ve dış pazar koşullarına, finansman ihtiyacından dönüşüm ihtiyaçlarının dayatmasına kadar ne oranda dayanıklıyız ve ne kadar hazırlık yapıyoruz?
Açıkçası bu sorunun yanıtını vermek çalakalem kolay. Biraz nabız yokluyorsanız, insanlarla iç içe yaşıyorsanız ve ekonominin sokaktan ibaret olduğunu biliyorsunuz, bir çırpıda yanıtını verebilirsiniz.
Ama ekonomik, istatistiksel ve veri odaklı meseleye baktığınızda açmazlarımız ve bilinmezliklerimiz büyüyor. Çünkü ortada güvenilir ve sağlıklı bir veri setimiz yok. Bu nedenle de fotoğrafın gerçeğini okumak mümkün olmuyor.
Rasyonelleşme diye yola çıkan, ama bunun sağlıklı verilerden geçtiğini umursamayıp, buradaki tartışmalara neşter vurmadan, sadece inanılmasını isteyerek ve algıya oynayarak bu işin içinden çıkmaya kalkıyorsanız, zannettiğiniz kötü sürprizlerle karşı karşıya kalabilirsiniz.
Kâğıt üzerindeki rezervlerin sizi kurtarması da, geleneksel hale gelen ‘biz şerbetliyiz’ saçmalığı da durumun içinden çıkmaya yaramaz. Yine ve yeniden söylüyorum. Türkiye’nin vakit kaybetmeden verilerinin gerçeğiyle yüzleşmesi lazım. Aksi takdirde ne riski ölçebilirsiniz ne de fırsatlardan yararlanabilirsiniz.