Genel
AP Türkiye Raportörü Amor: Avrupa’dan kimse çalışanlarının soruşturma ve tutuklanma riski olan bir ülkeye yatırım yapmaz
“Türkiye’deki yargı ortamına kimse güvenmiyor ve bu Mehmet Şimşek açısından çok büyük bir sorun. Böyle bir ortamda Mehmet Şimşek Avrupa ülkelerine gelip de nasıl 'benim ülkeme yatırım yapın' diyecek. Brüksel’de ‘artık Türkiye ile konuşulacak bir şey yok’ fikri yaygın.

“Türkiye’deki yargı ortamına kimse güvenmiyor ve bu Mehmet Şimşek açısından çok büyük bir sorun. Böyle bir ortamda Mehmet Şimşek Avrupa ülkelerine gelip de nasıl ‘benim ülkeme yatırım yapın’ diyecek. Brüksel’de ‘artık Türkiye ile konuşulacak bir şey yok’ fikri yaygın. Pazarlıklarda kullanılmak üzere siyasi rehineler tutuluyor. Şimdi mesela bir çözüm süreci var ve bazı DEM Partili yöneticiler rehine alınıyor. CHP’nin cumhurbaşkanı adaylığı meselesinde Ekrem İmamoğlu rehine alınıyor”
“Lütfen bu kayyım sistemine geri dönmeyin” dedik. Ama maalesef her hafta yeni bir kayyım ataması haberi alıyoruz. Hatta şu anda biz konuşurken yeni bir belediyeye kayyım atanmış olabilir. Bir de tabii bazı vakalarda çok tuhaf prosedürler uygulanıyor. Mesela Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasında on yıl öncenin telefon dinlemeleri kanıt olarak sunuldu. Acaba o dinlemeler mahkeme kararıyla mı yapılmıştı, bunu bile bilmiyoruz. Bir kişinin on yıl boyunca dinlenmesini mümkün kılan bir yasal zemin var mı mesela? Bütün bu yanıtı olmayan soruların dikkate dahi alınmıyor oluşu bugünün Türkiye’si açısından normal bir şey. Buradaki asıl konu şu; kayyım sitemi demokrasiye bir darbedir.
Ben kayyım sitemini gündeme getirdiğimde Türk yetkililerin yanıtı hep şu oluyor; “Bu bizim yasalarımızda var.” Hayır yok. “Var” dediğiniz yasa tamamen kendi anayasanıza aykırıdır. Çünkü siz mahkeme kararı olmadan bir belediye başkanını görevden alamazsınız. Şu anda Türkiye’de olan belediye başkanlarının hukuki bir sürecin sonunda mahkeme kararıyla değil idari kararla görevden alınmasıdır. Bir diğer büyük sorun da görevden alınan belediye başkanının yerine daima iktidar partisinin temsilcisinin atanıyor olmasında. Yapılması gereken orada birinci gelmiş parti hangisiyse onun temsilcisine görev verilmesidir.
Siyasi rehineler var
Şimdi mesela bir çözüm süreci var ve bazı DEM Partili yöneticiler rehine alınıyor. CHP’nin cumhurbaşkanı adaylığı meselesinde Ekrem İmamoğlu rehine alınıyor. Bunların hepsini siyasetteki pazarlıklarda ilerde kullanmak üzere rehine alma yöntemi olarak görüyorum. Eğer konu hukuki olsaydı oyuncu menajeri kadın, Gezi’nin üzerinden 12 yıl geçtikten sonra o dönemki bazı telefon konuşmaları nedeniyle neden tutuklansın? Burada yine o dinlemelerin ne şekilde yapılmış olduğunu bilmediğimizi de hatırlatmak istiyorum. Ben bütün bunların AKP hükümetinin gelecekteki bir siyasi gündemi için koz olarak kullanmak maksadıyla yapıldığını düşünüyorum. Tutuklu ya da görevden alınmış DEM’li belediye başkanlarını çözüm sürecinde pazarlık unsuru olarak kullanacaklar belki.
Türkiye kendine dayatılanı kabullendi
En kötü olan ise sizin Türkiye toplumu olarak bütün bunları normalleştiriyor olmanız. Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü bunları neredeyse normalleştiriyor. Seçilmiş bir belediye başkanının yerine hükümetin bir yetkilisinin atanmasını normalleştirme noktasına geldiniz. En garip şeyler bile insanlar tarafından normal karşılanır oldu Türkiye’de. Bunlar o kadar sık aralıklarla ve o kadar çok kereler oldu ki toplumun genelinin artık bunları ‘normal’ sanması da bir ölçüde anlaşılabilir bir şey. Ama toplumun hatırlaması gerekiyor; hukukun üstünlüğünün olduğu normal bir ülkede böyle şeyler olamaz. Şimdi tabii kayyım sistemi benim açımdan çok acı verici ama başka çok şey oluyor. Mesela genç bir kız evde hazırladığı bir ödev yüzünden sorgulanıyor, hem de terörle bağlantılı suçlardan. “Ödevini neden orada yaptın?” diye soruluyor. Bütün bunları dışardan izliyoruz. Ülkenizin imajının ne olduğunu gerçekten hayal edebiliyor musunuz?
“AB tarafındaki sessizlik, Türkiye’nin artık daha az ‘aday ülke’ olarak görülmesinden kaynaklanıyor”
Ben de Brüksel’im, Brüksel’de Türkiye ile ilgili ekosistemin bir parçasıyım. Ve bahsettiğiniz konularda hep yüksek sesle konuştum, konuşuyorum. Ancak haklısınız, Türkiye bu tür durumlarda geçmişte çektiği dikkati çekmiyor. Bu da Türkiye’nin artık giderek daha az ‘aday ülke’ olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Türkiye bugün artık bir aday ülkeden çok üçüncü bir taraf gibi muamele görüyor.
Brüksel’de görevi Türkiye ile muhatap olmak olan pek çok insan, bugünkü Türkiye ile işlerin ancak bu yöntemle yürüyebileceğini görüyor. “Hukukun üstünlüğünü konuşmanın manası yok, bari güvenlikten, enerjiden, ticaretten bahsedelim” diye bakılıyor. Dışardan bakınca insanların düşündüğü şeylerden biri de Türkiye toplumunun hükümetin bu yaklaşımları konusundaki teslimiyetçiliği. AKP yeniden seçildiğine göre aslında toplumun çoğunluğu böyle bir yönetim modelini onaylıyor. “Demek ki Türkiye’de de insanlar Rusya tipi bir yönetim modelini onaylıyor” diye bakılıyor belki. Çünkü görüyoruz ki demokrasi mücadelesi şehirli seçkinler ve eğitimli insanlarla sınırlı.
“Bugünkü durumun en büyük kurbanı Mehmet Şimşek, kredibilitesi zarar görüyor”
Gerçek durum budur. Benim de son yıllarda endişelendiğim şey tam da bu. Türkiye ‘aday ülke’ olmaktan her gün daha çok uzaklaşıyor. Biliyorsunuz Doğu Akdeniz kaynaklı gerilimler düşünce biz Türkiye’ye ‘pozitif ajanda’ önerdik. Türkiye’den bir yanıt alamadık. Sonra Borell Raporu ile yeniden bir ‘pozitif ajanda’ önerdik. Yine yanıt alamadık. Sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı gayriresmi AB dışişleri bakanları toplantısına davet ettik ki bu Türk tarafının yıllardır bizden istediği şeydi.
Bunun karşılığında Türkiye yine AB ajandasına döndüğüne dair bir sinyal vermedi. AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanacağı yönünde ya da gazetecilerin keyfi gerekçelerle tutuklanmayacağı yönünde hiçbir işaret alamadık. Avrupa Birliği’nin olumlu bir ilişki kurma yönündeki adımlarına karşın Türk hükümetinden tek bir olumlu hareket yok.
Bize söylenen tek şey “Gümrük Birliği modernizasyonu ve vize serbestisi istiyoruz.” Yani devamlı AB’den bir şey talep ediliyor ama içerde yapılması gereken reformlardan ses seda yok. Bu sürecin sonunda geldiğimiz nokta da işte Türkiye’nin AB açısından sadece bir ‘komşu ülke’ye dönüşmesi. Ve bu durumun en büyük kurbanının da Mehmet Şimşek olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle henüz görüşmedim. Birtakım planlamalar yapıldı ama denk getiremedik. Mehmet Şimşek bazı rasyonel politikalar uygulamaya çalışıyor. Ama sonuçta Mehmet Şimşek’in kredibilitesi de TÜSİAD yöneticilerinin sorguya alınmasıyla zarar görüyor. Hem de neden? İş dünyasından birileri hükümeti eleştiren bir şeyler söylediler diye.
T24’te Cansu Çamlıbel’in Nacho Sanchez Amor’la röportajından alıntıdır