Osmanlı Devleti’nin Kısa Sosyal Tarihi – Kemal Karpat
5 Nisan 2024Osmanlı Devleti’nin Kısa Sosyal Tarihi
Kemal Karpat (I)
Kemal H. Karpat’ın Osmanlı Devleti’nin Kısa Sosyal Tarihi: Ayanlar, Bürokrasi, Demografi ve Modernleşme adlı eserini ilk kez okuyorum. Bu kitaba ilişkin notlarımı bu sayfada paylaşacağım. Kitabı iki bölümde tanıtmayı amaçlıyorum. İlk bölüme hoş geldiniz.
Bu kitap Karpat’ın henüz basılmamış ancak basıma hazır olduğunu düşündüğü çalışmalarını Timaş Yayınevine göndermesiyle başlayan sürecin bir ürünüdür. Bu yazıların 80’lerin başında Karpat tarafından kaleme alındığı ve sonrasında ortaya çıkacak olan akademik çalışmalarının bazılarının ön çalışması veya topluca bir denemesi olduğu düşünülmektedir. Kitap, XVI. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun yaşadığı dönüşümleri irdelemektedir.
Karpat, Osmanlı içtimai sisteminin aşağıdaki zümrelerin hiyerarşisinden oluştuğunu savunmaktadır.(s:25)
- Askeri sınıf
- Dini sınıf
- Tüccarlar
- Reaya
Bu sistemi tamamlayan üst yapıyı da “millet sistemi” olarak tanımlamaktadır. Millet sistemi, İslami uygulamaların esas olduğu Hristiyan ve Yahudilerin de anlaşma ve himaye çerçevesinde entegre olduğu yapıyı ifade etmektedir.(s:26)
Karpat kitap boyunca şu argümanı savunmaktadır: “Osmanlı toplumsal idare sistemi yüksek derecede bir muhafazakarlık ve değişimi eş zamanlı olarak göstermektedir“. (s:33) Bu ifade; toplumsal zümreler arasında sınırların keskin olduğu fakat bu yapının gelişmeye her zaman açık yapıda olduğunu vurgulamaktadır. Osmanlının uzun bir dönem dinamik ve değişime ayak uyduran heterojen bir yapıya sahip olduğunu ve bu yapının yeni doğan bürokrasi tarafından tıkandığı birinci bölümde sıkça vurgulamaktadır.
Karpat: XIX ve XX yüzyıllarda yaşanan sosyal dönüşümün köklerinin XVII ve XVIII yüzyıllarda aranması gerektiğini düşünmektedir. Viyana bozgunuyla başlayan savaş makinesinin durması, yaşamın daha yerleşik hale gelmesi, bölgesel otonominin artması ve nihayetinde Ortaçağ’a özgü toplumsal zümrelerin birer toplumsal sınıfa dönüşmesi bu dönemde yaşanmıştır.
Modernleşmenin başlangıcı bir XVII. yüzyıl gelişmesidir. (s:37)
Bu sistem içinde barındırdığı zümrelerin karşılıklı ilişkilerine, birbirlerini denetlemelerine ve taşra ile merkezin birbirine bağımlılığına dayanmaktaydı. Karpat, XVIII ve XIX yüzyıllarda ortaya çıkan modernleşme çabalarını sadece yeni teknoloji ve hizmetlere yönelip beşeri sermaye ve felsefeye odaklanmadığı için eleştirmektedir. Ortaya çıkan modernleşme aslında merkezi yönetimde doğan bürokrasinin kendi çıkarlarına yönelik bir girişimdi. Modernleşme bu sınıfın lehine olmalıydı.
Bu teorinin temel öğretisi şu idi: Devletin tüm eksiklikleri merkezi hükümet otoritesinin zayıflığından neşet etmekteydi. Eski yönetici sınıfın, bu otoriteyi tahkim çabaları devletin çöküşünü getirdi. (s:38)
Karpat hoca kitabın ilk bölümünde sosyal altyapıyı; askeri sınıf, tımar ve vakıflar üzerinden anlatmaktadır. Tımar, Osmanlı sisteminde artığın temel kaynağıydı. Bu artığa el konulmasında sipahi ve yeniçeriler arasındaki çelişkiler ve kavgalar uzunca bir süre devam etti.
Karpat, XVII yüzyılın sonunda Osmanlının modernleşme ile entegre olması büyük bir potansiyele sahip olduğunu fakat ekonomik kaynakları kontrol eden güçlü ve büyük bürokrasinin yükselişinin bu durumu baltaladığını(s:69) belirtmektedir.
Kitap üzerinde ikinci bölüm “İnsan Potansiyeli : Klasik dönem” başlığı altında sunulmaktadır. Nüfus sayımlarıyla başlayan bölüm, nüfus verileri konusunda özellikle dikkatli olunması çünkü bu verilerin vergilendirilebilir haneyi esas aldığını vurgulamaktadır. Yöneticiler ,askerler ve dini kurumlardaki yetkililerin vergiden muaf olduğunu unutmamanız lazım. Klasik çağda Osmanlı şehir nüfusunun kırsal nüfusa göre daha hızlı büyüdüğü bunun da Osmanlı ekonomisi üzerinde baskı yaptığı bölüm başında belirtilmektedir. Hoca bu tespitlerden sonra Osmanlı’da şehirleşme ve şehir yaşamının parçalarına odaklanmaktadır.
XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin yükselişinin kentleşmenin yükselişi ile eş anlamlı olduğu söylenebilir (s:76)
Şehir yaşamının en önemli unsurlarından biri olan lonca ve esnaflar için büyük bir bölüm ayrılmış ve üretimin denetlenmesi ve fiyatların tespiti konusundaki rolleri ifade edilmiştir.Loncaların önce XVII. yüzyılda devlet kontrolü ve vergi yükü artmasıyla sonrasında kapitülasyonlarla ortadan kaybolduğunu kısaca anlatmaktadır. Bu bölümün sonunda köy ve köylüye ilişkin notlar önem arz etmektedir. Köy, daha çok şehir hayatının devam etmesini sağlayan bir üretim ünitesi ve vergi gelir kaynağı olarak görülmekteydi. Karpat, Osmanlı köyünün durumunu acınacak olarak görmektedir (s:89)
Son olarak köylülüğe ilişkin tespiti aşağıdaki gibidir.
Kitap üzerinde üçüncü bölüm “Klasik toplumsal düzenin çöküşü” başlığı altında sunulmaktadır.
Bu bölümü iki kere okudum. Hocanın yazarken kafasında nasıl bir kurgu ve algoritma vardı bunu çözmeye çalıştım. Açıkca söylemek gerekirse bir sonuca varamadığımdan dağınık bir özet olabilir.
Bu dönem sipahiler ile yeniçerilerin uzun vadeli mücadelesinin zirveye çıktığı ve sipahilerin Osmanlı toplumundan silindiği bir dönemdir. 1596 Haçova sonrasında devletin bütün sipahileri kendi tımarlarından kovması bu mücadelenin artık yeniçeriler lehine sonuçlandığının en somut kanıtıdır. Sipahiler topraklarından ayrılınca sipahi-köylü-imparatorluk üçgenindeki akışın bozulduğunu ve devletin yeni vergi toplama yollarına başvurduğu görülmektedir. İlgili dönem Celali isyanlarına tanıklık etmekte, tüm dünyada büyük ekonomik sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunun bir ucu da osmanlı imparatorluğuna uzanmaktadır.
Hoca, bir önceki bölümde eleştirdiği bürokrasinin XV. ve XVI. yüzyıllarda düzen, makuliyet ve itidal ile çalışmayı bıraktığını ve bu alanın yozlaşmaya başladığını vurgulamaktadır. Yeniçeriler bu yozlaşan alana karşı tüccar-zanaatkar ile ortaklık kurarak yeni bir alan açmışlardır. Bu duruma ilişkin olarak hem toplumun militerleştiğini hem de devlet-sivil ayrımının sadece padişah makamı ile tepe bürokrasisi seviyesinde kaldığını işaret etmektedir.
1683 Viyana bozgunu aslında Osmalı toplumun yeniden yapılanmasına ara açan bir dönemin başlangıcıydı. Hoca, duraklama ve genişleme gibi kavramlardan özellikle duruyor. Aynı zamanda Avrupa ile artan bağımlılık, Osmanlı toplumunun iç dönüşümünde hızlandırı bir etkiye sahip olacaktı.
Köprülü sadereti (1656 -1683), II.Mustafa (1695 -1703) ve III.Ahmed(1703-1730) (Helvacı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa) dönemlerini Avrupayla uyumuyla ve ticaretin gelişmesine katkı sağlayan bir çok reformun gerçekleştirildiği dönemler olarak tanımlamaktadır.(s:109-110) Hoca bu dönemi Osmanlı’nın kapitalizme açıldığı dönem olarak adlandırmaktadır.
Dönemi kapatan ise ticaretten dışlanan tüccar-zanaatkar-yeniçeri grubunun başlattığı Patrona Halil isyanıydı.
Patrona Halil isyanı yeni kapitalist müteşebbis sınıfına ve büyük girişimlerin artışına karşı geleneksel kent üretim sisteminin verdiği bir tepkidir.(s:112)
Bu dönemim ne kadar pragmatik ve ilerlemeye açık olasa da aşağıdan gelen yeni sosyal tabakalaşmaya pay vermediği ve onlara karşı esnak olmadığı için başarıya ulaşmadığını vurgulamaktadır. Bu bölümün tam özü bu noktadır. Osmanlı modernleşmesinin ana fikri merkezi otoritenin üstünlüğünü güçlendirmek ve mümkünse kimseyle pastayı paylaşmamak üzerine kuruluydu..
Bu bölümün sonunda ,hoca şu sorunun cevabını aramaktadır ” Ayanlar gerçekten padşahın otoritesine karşı çıkmakta ve bölgesel özerkliği ve bağımsızlı mı savunmaktaydı?”
Hadi size spoiler vereyim.
Merkezi devlet, ayanları değişmiş sosyo ekonomik şartların bir sonucu değil de kendi otoritesine karşı çıkan asiler şeklinde düşünüyordu.(s:128)