Çetin Ünsalan: Yüzde 17’nin anlattığı ekonomi
16 Eylül 2024Merkez Bankası ve TÜİK’in birlikte hazırladığı bir çalışma var. Sektör bilançoları esas alınarak, Türkiye’nin firma ve sektör dağılımlarını ortaya koyuyor. Öncelikle son 14 yılı mukayese ettiğinizde çok büyük bir değişiklik yok.
Sektörlerin payında yüzde 6’yı ticaretten alıp, hizmet sektörüne vermişiz. 2023 itibariyle sonuçlara baktığımızda aslan payının yüzde 34 ile hizmet sektöründe olduğunu görüyoruz. Onu ticaret, imalat, inşaat ve tarım izliyor.
O zaman firma sayısı olarak en büyük pay alan ve 14 yılda pastadaki oranını yaklaşık yüzde 7 arttıran hizmet sektörünün analizine bakalım. Sağlık turizminde son yıllarda hatırı sayılır bir ivme yakaladık. Doğru kurgulanabilirse, önü çok açık başlıklardan birini oluşturuyor.
Geriye turizm, yazılım ve perakendeyi koyarsak büyük paylaşımı yapmış oluruz. Öncelikle hizmet sektörü odaklı bir ekonomik model kurduysanız, burada elde ettiğiniz kazancın ülkeyi alıp götürmüş olması, diğerleri üzerinden kalkınmayı da finanse ediyor olması gerekir.
Ama en kritik başlık sayılacak turizmde ciro şişiyor, kârlılık azalıyor, yazılımda da sene sonunda 637 milyon doları ancak bulacağız. Demek ki, ekonomide firma sayısı adına değerlendirdiğinizde lokomotif olacak başlığınız istediğiniz sonucu alabilmiş değil.
İnşaat ise tüm kaynaklar aktarılmasına, defaten ihale kanunu değiştirilip, zenginler yaratılmasına rağmen, ülke ekonomisi içinde firma sayısı bakımından sadece yüzde 14’lük bir etkiye sahip,
Hani diyorlar ya, ‘250’yi aşkın sektörü harekete geçirdiği için, inşaat odaklı büyümeyi tercih ettik’ diye, bu yaklaşımın hem gerçekçi olmadığının, hem de toplam firma sayısı içinde gerekli değeri yaratmadığının en açık kanıtı bu. Çünkü bu sektör, aynı zamanda yurtdışı borçluluk oranı da en yüksek başlıklardan birini oluşturuyor.
Peki geriye kalan yüzde 17 ne: İmalat ve tarım… Firma sayılarımızın içinde yüzde 16,3 imalat sanayi, yüzde 1,4 de tarım sektörü… Toplamda yüzde 17’sinin ülkeyi istihdamdan vergiye kadar sırtlıyor olması, fakat kronik sorunları nedeniyle de bunu başaramadığı gerçeği önümüzde.
Hepsini bir araya düşündüğünüzde sektörler bazında farklılık gösterse de ülkenin ortalama dolar / kg fiyatı 1,4 dolar civarında. Demek ki Türkiye’nin üretmekle ilgili bir sorunu yok, ama para kazanmak gibi bir problemi var.
Net kazancı bir kenara koyup, sadece gelir üzerinden tarımda aldığımız sonuca baktığınızda, Konya Ovası büyüklüğündeki Hollanda’nın neredeyse beşte biri oranlarda geziyoruz. Demek ki ürettiğimiz sonuç vermediği gibi, sattığımızdan da istediğimiz neticeyi alamıyoruz.
Bu yüzde 17 ne biliyor musunuz? Siz bir ülkede tarım yaparsınız, tarıma entegre sanayi oluşturursunuz, bu arada yeni ekonomiyi de içine alan imalat sanayinin yapısını gerçekleştirirsiniz, buradaki kazanç, beraberinde ticaretin hareketini oluşturur ve bunu da yukarı taşımak adına hizmet sektörünü kullanır, kalkınan ekonominin ihtiyaçlarını gidermek için de inşaat yaparsınız.
Sadece bu kurgu bile ülkede işlerin nerede yanlış yapıldığının, düzelmek için neyi nasıl kurgulamak gerektiğinin reçetesi gibi. Herkes hamaseti bir kenara bırakıp, kendine şunu sorsun:
Dünyanın Türkiye’den almak zorunda olduğu, almaktan imtina edemeyeceği bir ürün ya da hizmet var mı? Ne yazık ki bu sorunun yanıtı ‘yok’ olarak karşımıza çıkıyor. Bu kadar plansızlığa başka bir sonuç da zaten sürpriz olurdu.
Çok büyük bir potansiyelimiz var, ama plansız ve günlük yaşıyoruz. O zaman da varlık içinde yokluk çekmek kaçınılmaz oluyor.