Çetin Ünsalan: Şimşek de Nebati’leşiyor mu?
28 Ocak 2024Tüm ekonomik çıkışını ihracat üzerine odaklanmış, dünyada pazarın daralmasını ve rekabet koşullarının zorlaşmasını göz ardı ederken, ihracat gelirlerini TL’ye çevirme şartıyla ihracatçıya kur riski de bindiren ekonomi yönetimi, iç piyasayı da tıkayıp, tam anlamıyla üreticiyi köşeye sıkıştıracak bir eylem planı uyguluyor.
Bilhassa kura müdahale ile ayrıca bir sıkışıklığın da artık can yakıcı noktaya ulaştığı açık. Hiç kimse TL’nin değer kaybetmesini istemez. Fakat burada akılları karıştıran TL’nin gerçek değerinin ne olup, olmadığıdır.
Yani normal piyasa değeri 10 TL olan bir ürünü 7 TL’ye satıyorsanız, 3 TL fiyat artışı orada zam anlamına gelmez; ürünün değerine geldiğini gösterir. Şu anda paranın kıtlığının getirdiği maliyet, şiddetli dolar ihtiyacı, üzerine enflasyon yıpranmasını koyduğunuzda, ihracatçının dile getirdiği değerlerin, doların yükselmesi değil, TL’nin değerinin karşılığına gelmesi olarak algılanması lazım.
Çünkü bunu yapmadığınızda mesele sadece ihracatçının rekabet etmemesi olarak karşınıza çıkmaz. Siz sanal olarak Türk Lirası’nı aşırı değerli tutarsanız, günün sonunda biriken stres ani patlamalara ve öngörülemez sorunlara neden olur.
Ayrıca ithal bağımlı üretim yapınızda, kur yerinde saysa da fiyatlar maliyetinde geleceği için giderlerin artışına engel olamazsınız, sonuçta çok daha büyük bir fatura ile karşı karşıya kalırsınız.
Zira kuru düşük tutabilmek için harcadığınız tüm maliyet bütçe gideri olarak yansır ve sonuçta açık veren bütçenizi kapatmak adına akıl dışı zamlar yapmaya ve TL bazında maliyetlerin anormal artmasına ve enflasyonu körüklemesine neden olursunuz.
Şimdi tüm bu gerçekler ortadayken, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, çıkıp şunu söylemesi normal mi? “İhracatın ana belirleyicisi yurt dışı talep olup kurun önemli bir etkisi yoktur.”
Yurtdışı talep önemli mi? Elbette kritik bir başlık. Fakat bu cümleyi bir kaç boyutta okuduğunuzda daha anlamlı sonuçlar çıkıyor. Öncelikle ekonomi yönetiminin yurtdışındaki daralmayı gördüğünü, buna karşılık ihracat hedeflemeli bir ekonomi yolculuğunun çok da istenen sonuç vermediğinin farkında olduğunu gösteriyor.
İkinci olarak talebin düştüğü noktada, normal süreçlere göre, fiyatta indirim ve vade taleplerinin de geldiğini biliyoruz. Bunun da fiyatı ayrıca yıpratan bir gerçek olduğu açık. Üçüncü olarak da kur daha da kritik hale geliyor. Zira diğer alanlarla maliyeti artan ve talebi düştüğü için birim kazançları da gerileyen ihracatçıya,. Bir de aşırı değerli TL dezavantajı yaratıyorsunuz anlamına gelir.
Şimşek tezini doğrulamak için, tam bir finansçı yaklaşımıyla olayı gördüğünü kanıtlayan, ama bilgi eksikliğinden çok topu taca atan bir bahane üretici olduğunu sergileyen sözlere imza attı. Dedi ki:
“2003-13 döneminde nominal sepet kur yıllık ortalama yüzde 3,3; reel ihracatımız yüzde 7,1 artmıştır. 2018-23 döneminde ise kur yüzde 36,4 artarken, ihracatımız sadece yüzde 5 artmıştır.”
2003 – 2013 yıllarında sadece bizde değil, dünyadaki para bolluğunu göz ardı ederek meseleyi yorumluyorsanız, ya bilgisizsiniz ya da doğruyu söylemiyorsunuz demektir. Çünkü paranın bu kadar yoğun giriş yaptığı ortamda zaten kur baskılanır. Aksine o yıllarda üreticiye yönelik önlem alınmadığı için yıllarca süren bir yıpranma ve ithalat merkezli bir ülke yaratıldı.
Bu nedenle rasyonelleşme diye yola çıkan, sonra her fırsatta para bulamadıkça ekseni kayan Mehmet Şimşek’in, konuyu bilmediği için ‘faiz düşerse enflasyon düşer’ diye herkesi oyalayıp, bugünkü faturayı bırakan Nebati’ye dönüşmesi riski ortaya çıkmış gözüküyor.
Ekonomi iyimserlik, kötümserlik değil, gerçekçilik başlığıyla yönetilir. Rasyonellik diye ortaya çıkıp, bugün bunları söylüyorsanız, önümüzde para kıtlığından daha büyük problemler var anlamına gelir.