Sosyal Medya

Cemre Yoldaş yazdı: SESİNİ KAYBEDEN UMUTLAR: DENİZ KIZI MASALINDAN DAVRANIŞSAL FİNANSA

2 Ekim 2024

“Bir varmış, bir yokmuş… Uzak denizlerin enginliklerinde, masmavi suların büyülü kıyılarında, gizemli bir dünya varmış. Mavi suların sakinliğiyle çevrili bu denizin en derinlerinde, güzeller güzeli bir deniz kızı yaşarmış. Küçük deniz kızı mercanların arasında dans eder, renkli balıklarla oynar ve deniz anemonlarıyla dostluklar kurarmış. Okyanusun altında ne kadar özgür olursa olsun, o insan olma arzusuyla yanıp tutuşurmuş. Güneşin sıcaklığını hissetmek, rüzgârın saçlarını okşamasıyla dans etmek ve insanların neşelerini, hüzünlerini yakından görmek istiyormuş.

15 yaşına geldiğinde, nihayet su yüzüne çıkmasına izin verilmiş. O esnada denizin keyifli dalgalarıyla şarkı söyleyerek kıyıya yaklaşan bir gemi varmış. Deniz kızı gözlerine inanamamış. Gemide, dikkatini çeken biri varmış; gülüşü, hareketleri ve duruşu o kadar büyüleyiciymiş ki, deniz kızı gözlerini ondan alamamış. Tam o sırada, gökyüzünde korkunç bir fırtına kopmuş ve deniz kızının hayranlıkla izlediği prens denize düşmüş. Küçük deniz kızı, prensi hemen kurtarmış ama kendisi denizlere dönmek zorunda kaldığı için, prens gözlerini açtığında onu kurtaranın sadece kıyıda gördüğü genç bir kız olduğunu sanmış.

Artık deniz kızının tek hayali, insan olup prensin yanında olabilmekmiş. Ancak bu hayalin ağır bir bedeli varmış. Deniz cadısı ona, “Eğer insan olmak istiyorsan, sesini feda etmek zorundasın. Bundan sonra asla konuşamayacak, asla şarkı söyleyemeyeceksin. Yürürken bacakların her adımda acı çekecek, bıçak gibi sızlayacak,” demiş. Ayrıca, “Eğer prens sana âşık olmaz ve başkasıyla evlenirse, deniz köpüğüne dönüşeceksin,” diye eklemiş.

Deniz kızı, insanların dünyasında olabilmek için tüm bu acılara katlanmayı göze almış ve anlaşmayı kabul etmiş. Devamlı hayalini kurduğu dünyaya insan olarak dönmüş. Masal bu ya, deniz kızı insanlar arasında prensini bulmuş ama sesi olmadığı için onunla konuşamamış. Ne prens onu kurtaranın deniz kızı olduğunu hatırlamış, ne de deniz kızı ona kendisini ifade edebilmiş.

Zaman geçtikçe, prens kendisini kurtardığını sandığı başka bir kızla tanışmış. Deniz kızına sempati duysa da diğer kıza âşık olmuş ve onunla evlenmeye karar vermiş.

Deniz kızı hiçbir şey yapamamış, sadece çaresizce prensin kendisini hatırlamasını beklemiş. Ancak beklediği mucize gerçekleşmemiş. Kalbi kırık bir halde, sabahın ilk ışıklarıyla kendisini denize bırakmış. Deniz kızının bedeni yavaşça deniz köpüğüne dönüşürken, ruhu da özgürlüğe kavuşmuş…”

 

İnsanların dünyasında yaşayabilmek için sesinden vazgeçen bir deniz kızı, belki anlaşmanın ilk aşamasında çok büyük bir fedakârlık yapmış gibi görünmeyebilir. Ancak mitolojide ses, deniz kızlarının en güçlü ve büyüleyici özelliklerinden biridir. Sirenler ve deniz kızları, sesleriyle insanları etkiler ve büyülerler; cazibeleri de büyük ölçüde bu seslerinden gelir. Sesleri onların özgürlüklerinin bir sembolüdür. Sesini kaybeden bir deniz kızı, sadece iletişim kurma yetisini değil, aynı zamanda özgürlüğünü de yitirir. Sonuç olarak, deniz kızı deniz köpüğüne dönüşmese bile, aslında en başından itibaren kendisini var eden tüm özelliklerinden vazgeçmişti.

Bulunduğu dünyada mutlu olmayan, yaşantısını sürekli olarak başkalarının hayatlarıyla kıyaslayan ve bu uğurda büyük fedakârlıklar yapmaya hazır olan tek kişi küçük deniz kızı mı gerçekten?

Deniz kızının kendini başkalarıyla kıyaslayarak insan olma isteği, aslında insanların dünyasında da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İnsanlar sürekli olarak kendilerini başarı, zekâ, zenginlik, çekicilik gibi çeşitli yönlerden başkalarıyla kıyaslar. Bazı araştırmalara göre düşüncelerimizin yaklaşık yüzde 10’u bu tür karşılaştırmalar içermektedir. Çünkü bireyler sosyal ve kişisel değerlerini yalnızca kendilerine bakarak değil, başkalarının durumlarını da göz önünde bulundurarak belirlerler. Kısaca, insanların sahip oldukları şeyin miktarı insanların öznel olarak iyi oluşunu karakterize etmeye tek başına yetmez. Bu miktar ötekiyle kıyaslanabilir olmalıdır. Diğerleriyle kıyasla ne kadar fazla şeye sahip olursanız sahip olduklarınız anlamlı olacaktır. Bu fikir, 1954 yılında sosyal psikolog Leon Festinger tarafından tanıtılmış ve Sosyal Karşılaştırma Teorisi (SCT) adıyla literatürde yerini almıştır. Bu teoriye göre, insanların karşılaştırma yapması kendilerini değerlendirmelerine yardımcı olur ve güçlü ile zayıf yönlerini belirlemelerine olanak tanır.

Bireyler, karşılaştırmalarını yukarıya veya aşağıya doğru yapabilirler. Kendilerini daha az şanslı olanlarla kıyasladıklarında benlik saygılarında bir artış yaşayabilirler. Ancak, bu karşılaştırmanın olumsuz bir tarafı da vardır; daha başarılı olan kişilerle kıyaslandıklarında tatminsizlik, suçluluk ve pişmanlık duyguları yaşayarak benlik saygılarını yitirebilirler.

1800’lerin sonlarında Theodore Roosevelt tarafından “neşe hırsızı” olarak ifade edilen kıyaslamaya engel olmak pek kolay değil. Çünkü insan sosyal hayat içinde sürekli olarak karşılaştırma yapar ve bu karşılaştırmalar, sosyal yargının merkez mekanizmasını oluşturur. Duygu durumları, tutumlar, karar verme süreçleri ve benlik kavramı, bu karşılaştırmalı sürece dayanır.

Bireylerin mutluluk ve doyum arayışında yaptıkları kıyaslamalar genellikle daha fazla servet elde etme amacını ortaya çıkarır. İnsanların kendi servetlerini arttırma yönündeki bu genel eğilimi yansıtan ekonomik karar verme modelleri, bireysel refahın öncelikle kişinin mutlak geliri tarafından belirlendiğini varsayar. Ancak gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek için kişinin, diğer bireylerin mutlak gelirlerini de göz önünde bulundurması gerekir.

1973 yılında Albert O. Hirschman ve Michael Rothschild tarafından yazılan The Changing Tolerance for Income Inequality in the Course of Economic Development makalesinde bir tünel örneği kullanılmıştır.

“Her iki şeridin de aynı yöne gittiği iki şeritli bir tünelde araba sürdüğünüzü hayal edin. Gördüğünüz kadarıyla tüm trafik sıkışık. Aniden yanınızdaki şerit hareket etmeye başlar. Başlangıçta yan şeridin hareket etmesi siz sıkışık kalsanız bile kendinizi iyi hissetmenize neden olur; çünkü kısa süre sonra sizin şeridinin de hareket edeceğini ve bu sıkışıklığın sona ereceğini düşünürsünüz. Ancak durma noktasında bekledikten ve bir süre diğer şeridin hareket etmesini izledikten sonra duygularınız değişir. Kıskanç ve öfkeli olursunuz. Durumun adaletsizliğini sert eylemlerle ele almanın bir yolunu aramaya başlarsınız; bir şeritten diğerine geçmeyi yasaklayan çift çizgiyi geçmek gibi yasa dışı hareketler yapmak da dahildir buna.”

Tünel etkisi, bireylerin ekonomik durumlarını değerlendirirken yaşadıkları psikolojik durumları ifade eder. Ekonomik olarak zenginleşen kişilerin yanında, kendi durumunu kıyaslayarak hissedilen kıskançlık ve öfke, bireylerin benlik algısını olumsuz etkileyebilir. İnsanlar, kendilerini diğerleriyle kıyaslayarak, içinde bulundukları ekonomik koşulları daha iyi anlamaya çalışırken, bu karşılaştırmalar genellikle tatminsizlik duygusuna yol açar. Tünel etkisi, bireylerin kendi ekonomik başarılarını yalnızca mutlak gelirleriyle değil, başkalarının gelirleriyle de değerlendirmeleri gerektiğini vurgular.

Eşitsizlik arttıkça tünelde sıkışmış insanlar başka çıkış yolları aramaya başlar. Eşitsizlik dönemlerinde yaşanan ekonomik büyüme, sınırlı sayıda sektöre, bölgeye ve pazara yönelerek üst sınıfa odaklanır ve orta sınıfı ortadan kaldırmaya yönelik bir yapı oluşturur. Bu durum endişe vericidir. Çünkü insanlar eşitsizliği ilk fark ettiği noktada sıkışıklıktan kurtulmak için daha yumuşak çözümler aramaya çalışacaklardır. Ancak çözüm bulamadıkça ya da buldukları çözüm işe yaramadıkça bir kırılma noktasına ulaşacaklardır. Bu noktada yaşanan adaletsizliğe engel olmak için insanlar sert tepkiler verebilir.

İnsanların verecekleri tepkiler, durumlara göre farklılık gösterebilir. Örneğin tünelde sıkışmış ve ilerlemeyen grup, ilerleyen grup ile empati kurabildiği durumlarda veya toleransın büyük olduğu, düzelmesini bekledikleri umudun hayal kırıklığına dönüşmesi halinde, tünel etkisinin daha da güçlenmesi beklenir. Kısaca, toplumdaki eşitsizliği nasıl algıladıkları, verdikleri tepkilerin derecelerini belirleyecektir.

Eşitsizlik ortaya ilk çıktığı dönemlerde toplumun buna tepki vermemesinin sebeplerinden biri, “eşitsizlik toleransı” ile ilgilidir. Başkalarının zenginleştiğini gören bireyler, başlangıçta sıranın kendisine geleceği umuduyla beklemeye başlarlar. Bu bekleme sürecinde ortaya çıkan umut, bireylerin eşitsizliğe bir süre tolerans göstermesine olanak tanır. Bir anlamda, bu umutla yaratılan tatmin duygusu, bireylerin bir süreliğine eşitsizliğin olumsuz etkilerini aşmalarını sağlar. Ancak umut, vadesi olan bir duygudur ve eşitsizlik artmaya devam ettikçe bu tolerans da giderek azalır. Asıl soru, sıkışmış şeritte bekleyen insanların umutlarını ne zaman geride bırakıp öfke patlaması yaşayacağıdır. Çünkü hükümet politikaları değişmedikçe bu sonuç kaçınılmazdır.

Tıpkı ekonomik eşitsizliklerde olduğu gibi, yatırımcılar da piyasa koşullarında sıkışıp kaldıklarını hissettiklerinde kıyaslama yaparak farklı stratejilere yönelme eğilimindedirler. Yatırım dünyasında bu davranış, tünel etkisinin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Yatırımcılar, tıpkı ekonomik eşitsizlik karşısında umut besleyen bireyler gibi, piyasada kısa vadeli kayıplara rağmen gelecekte daha büyük kazançlar elde edeceklerine inanarak beklemeye devam ederler. Ancak, bekledikleri olumlu sonuçlar geciktikçe ya da gerçekleşmedikçe bu umut yerini kaygıya ve daha sonra da paniğe bırakır. Davranışsal finans literatürüne göre, bu süreçte yatırımcılar “kayıptan kaçınma” ve “aşırı güven” gibi bilişsel yanılgılara kapılabilirler. Kayıptan kaçınma, yatırımcıların zararlarını kabul etmekte zorlanmalarına ve bu yüzden zararda olan hisseleri daha uzun süre ellerinde tutmalarına neden olabilir. Öte yandan, aşırı güven ise yatırımcıların kendi kararlarının doğruluğuna gereğinden fazla güvenerek riskli pozisyonlara devam etmelerine yol açabilir. Bu duygusal ve bilişsel eğilimler, yatırımcıların rasyonel kararlar almalarını zorlaştırır ve genellikle büyük kayıplara neden olur.

Ayrıca, yatırımcılar portföylerinin performansını sık sık başkalarıyla kıyaslama eğilimindedir. Diğer yatırımcıların kazançlarını görmek, bireylerde tatminsizlik ve kıskançlık duygularını tetikleyebilir. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle, başarılı yatırımcıların hikayeleri daha görünür hale geldikçe, insanlar kendi kayıplarını daha fazla sorgulamaya başlarlar. Bu kıyaslama davranışı, yatırımcıları rasyonel kararlar almaktan uzaklaştırarak, daha riskli stratejilere yönelmelerine veya aceleci kararlarla pozisyonlarını terk etmelerine neden olabilir. Bu durum, aynı zamanda toplu yatırım davranışlarını da beraberinde getirir. Örneğin, bir dönemde yatırımcıların büyük çoğunluğunun aynı hisse senetlerine veya kripto paralara yönelmesi, bu tür kıyaslamaların sonucudur. Bireyler, başkalarının hızlı kazanç elde ettiğini gördüklerinde, çoğunluğa katılma eğilimi gösterirler. Bu kitle psikolojisi, “sürü davranışı” olarak bilinir ve genellikle yatırımcıların piyasa balonlarına kapılmasına ya da yanlış kararlar almalarına yol açabilir. Özellikle kripto para gibi volatil piyasalarda, sürü psikolojisi nedeniyle aşırı yükselişler ve ani düşüşler daha sık yaşanır. Kendi portföyleri yerine başkalarının başarılarına odaklanmak, yatırımcıların uzun vadeli hedeflerine ulaşmalarını engelleyebilir ve finansal performanslarını daha da kötüleştirebilir.

 

Deniz kızının insanlar arasında yaşama arzusuyla yaptığı fedakârlık, aslında tıpkı tünelde sıkışan bireyler gibi, daha iyi bir gelecek umuduyla hareket eden insanların hikayesine benzer. Kendi sesinden ve özgürlüğünden vazgeçen deniz kızı, sonunda elde etmek istediği mutluluğa ulaşamayarak hayal kırıklığına uğramıştır. Ancak deniz kızının hikayesinden çıkarılacak bazı dersler de vardır. Deniz kızının kendi istediği hayatı yaşamak istemesinde kötü bir yan var mıdır? Hayır. Kendi içinde bulunduğu durumdan rahatsız olması, bunu değiştirmek istemesi anormal olarak değerlendirilebilir mi? Hayır. Alınacak ders onun umut duyduğu şeyde ya da yaşarken hissettiklerinde değil. Bu hisleri kendisinde ortaya çıkaran koşulları, şartları, araçları anlamadan hayaline ulaşma çabasında. Eğer, anlaşma sırasında sesinden vazgeçmeseydi deniz kızının hikayesi böyle biter miydi? Ancak, deniz kızı sahip olduğu araçları yeterince tanımadan, hangi özelliklerinin hayaline ulaşırken kendine ne denli yardım edeceğini tartmadan bir anlaşma yaptı. Hayalinin etrafında ızdırap dolu bir hayata mahkûm olmasının belki de en önemli sebebi buydu.

Benzer şekilde, ekonomik eşitsizlik veya borsada yatırım yaparken umutla bekleyen bireyler de tıpkı deniz kızı gibi, başkalarının başarısıyla kendi durumlarını kıyaslayarak tatminsizlik ve pişmanlık duygularına kapılabilirler. Yalnızca duygularla yönetilmeye çalışılırsa eğer, bu süreç bireylerin rasyonel kararlar almasını engelleyerek, onları daha büyük hatalar yapmaya iter. Sonuç olarak ister bir masal dünyasında olsun ister tünel etkisi ya da finansal piyasalarda, beklentiler gerçekleşmediğinde umutlar tükenir ve sonuç, hayal kırıklığı olur. Bu nedenle, beklentilerin ve kıyaslamaların yönetimi, sadece bireysel mutluluk ve finansal başarı için değil, toplumun genel dengesini koruyabilmek adına da kritik bir önem taşır.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları