FÖŞ yazdı: Daron Acemoğlu’nu anlamak (Türkiye örneği ile)
20 Ekim 2024Daron’la 2023 yılında Habertürk kulisinde tanıştım. Ben sunucusu olduğum sabah programını tamamlamıştım, o da bir sonraki programda konuktu. Kısa ekonomi sohbeti yaptık. Daha sonra ortak arkadaşlarımız olduğu ortaya çıktı. Bir keç kez dost sohbetlerinde biraraya geldik. Daron akademik mükemmelliği yanında, fevkalade kaliteli bir insan. Sakin, egosu düşük ve dost canlısı. Daron’u akademik anlamda takip etmeye başlamam, herkes gibi James Robinson’la birlikte yazdığı “Why nations fail?”’i (Ulusların Düşüşü) okumamla başladı. Ben makro-ekonomi ve finans branşında uzmanım, ama her zaman Kalkınma Kuramları’na büyük merak duydum. Niye benzer koşullarda zaman içinde yolculuk yapan, benzer donanımlara sahip ülkeler kalkınmada değişik noktalara varır sorusu çok önemli.
Mesela, II Dünya Savaşından sonra benzer beşeri ve sabit sermaye yapısına sahip, enerji ithalatçısı Güney Kore ve Türkiye uzun yıllar kişi başı gelirde başabaş gittikten sonra, G Kore koptu gitti ve hala gidiyor, ama Türkiye çok geride kaldı. K Kore’yle G Kore arasında kalkınma farkını nasıl anlatabiliriz? Değişik rejim ve ekonomik modellere sahip Çin ve ABD arasındaki çok boyutlu rekabeti hangisi kazanacak?
Daron ve iki çalışma arkadaşına Nobel ödülü kazandıran çalışmalar bu sorulara özgün cevaplar buluyor. Kuram basit: Katılımcı demokrasi kalkınma için en ideal koşulları sağlar. Bu, her demokrasi muhakkak kalkınır, ya da otoriter rejimler kalkınamaz anlamına gelmiyor. Ama ikinci tür rejimden ilkine geçen ve toplumun demokrasiye sahip çıkmasını sağlayan döngüleri doğurabilen ülkeler daha hızlı büyüyor.
Bu noktada kısa bir parantez açıp “katılımcı demokrasi” kavramını açıklığa kavuşturmak lazım. Demokrasi, sandığa gidip oy vermek; ve kazananın ülkeyi kafasına göre yönetmesi değil. Parlamento, yürütme ve yargının birbirini denetlemesi, halkın karar alma süreçlerine etkin şekilde katılması, bağımsız yargı ve TCMB gibi düzenleyici/denetleyici kurumlar, basın ve ifade özgürlüğü, gerçek bir rekabetçi piyasa mekanizması katılımcı demokrasinin vazgeçilmez yapı taşları.
Son olarak da, bu yapının zaman içinde kendini yenilemesi lazım. Bir çok demokraside zaman içinde oluşan tekeller, zengin elitin politik gücü, ya da popülist politik akımlar kazanımları geri çevirebiliyor.
Acemoğlu ve arkadaşlarının kuramları Çin’in demokrasi olmadan kalkınmasını anlatabilir mi? Evet, Çin’in hızlı kalkınma dönemi serbest piyasa ekonomisinin bir çok özelliğini benimsemesi ile başladı, mesela bireysel mülkiyet hakları ve servet edinme özgürlüğü. Halkın Komünist Parti’ye söz söyleme hakkı hiç bir zaman olmadı, ama parti içinde hizipler değişik fikirlerle rekabet ederek az-çok demokrasiye benzer bir yapı oluşturdu. Çin’in yavaşlaması, Xi Jinping’in tek başına iktidarı ele geçirip rakiplerini saf dışı etmesi ve gittikçe düzeni bozucu yönde serbest piyasaya müdahalesi ile açıklanabilir.
Peki, ABD daha hızlı kalkınarak Çin’i yenebilir mi? ABD’de özel sektör, denetleyici kurumlar ve yargı büyük ölçüde görevini yapıyor. Seçmenin de onu yönetenler üstünde söz sahibi olma gücü oldukça yüksek. Fakat, gittikçe zenginleşen ekonomik elitler, tekelci yapılar kurarak milli gelirden paylarını artırırken, maddi güçlerini kullanarak siyasal karar alma sürecini bozmaya başladı. ABD’nin garip seçim sistemi sürekli daha popülist liderler üretti. Demokrasinin kurumlarını gereksiz bulan, ve yalnız Kongre değil, yargıyı de ele geçirme yoluna sapan Trump’ın yeniden seçilmesi ABD’nin Çin’le giriştiği ölümcül rekabetten yenik çıkması sonucunu doğurabilir.
Pandemiden önce, hocalarım Prof Asaf Savaş Akat ve Seyfettin Gürsel’in editörlüğünü yaptığı “Çıkmaz Yol” kitabında, ben ve Daron Acemoğlu (Dr Murat Üçer’le) birer fasıl yazdık. Bu vesileyle Daron Acemoğlu’nun Türkiye’nin kalkınmasıyla ilgili analizini de öğrenmiş oldum. Kitabı Bilgi Üniversitesi Yayınları basıyor ve halen 2ci baskısı satışta, merak ettiyseniz, bu linkten satın alabilirsiniz.
Daron Acemoğlu ve Murat Üçer, incelemelerinde Türkiye’nin 2002-2007 “yüksek kaliteli büyüme” evresi ile akabinde başlayan ucuz krediyle inşaat dönemini ele alıyor. Bendeniz de naçizane o bölümün yorumunu yapacağım. Fakat, benim analimizde, Erdoğan iktidarlarında Türkiye’nin hızlı kalkınma dönemi takriben 2012 Gezi protestolarına kadar sürer, sonra yozlaşma başlar.
2002-2007 dönemi Daron Acemoğlu’un tezlerini sınamak için adeta bir laboratuar. 2001 krizi ardından “askeri vekalet rejimi” tüm aktörleriyle tasfiye olurken, iktidara gelen AKP uzun süre AB üyeliğinin çıpası ve IMF stand-by’ı denetiminde kaldı. Yani, istemeden de olsa kurallara bağlı bir siyasi yönetim sergiledi. Ek olarak, Kemal Derviş’ten TCMB’nin bağımsızlığı ve şeffaf bütçe yönetimi gibi çok değerli reformları kendine miras yaptı. Bu dönemde Türkiye hala yakınına dahi yaklaşamadığı montanlarda yabancı doğrudan sermaye girişi cezbederken, bir yandan da sürdürülebilir büyümenin en önemli göstergesi olan Toplam Girdi Verimliliği adeta patlama yaptı. Yani, modernleşen kurumlar ve kurallara dayalı hükümet etme sayesinde, her çalışan ve ona eşlik eden sabit sermaye daha fazla katma değer üretti.
AB üyeliği çıpası sayesinde demokrasi ve kurumlar da hızla gelişti. Mesela, Kamu İhale Yasası sıkı sıkıya uygulanırken, yargı en azından siyasi ve insan haklarıyla ilgili davalarda taraf olmayı bıraktı. TSK’nın denetleyici gücünün azalmasıyla, muhafazakar vatandaşlar ve İslami sermaye dışlanmaktan kurtuldu, sistemin kenarından, göbeğine taşındı. AKP tek başına iktidardaydı ama, Erdoğan tek adam değildi. Partinin diğer 3 kurucu üyesi, Ali Babacan, hatta Rahmetli Kemal Unakıtan onu eleştiriyor ve yanlış kararlarını veto edebiliyordu.
Kalkınma hamlemiz Merkel ve Sarkozy’in AB hayallerimizi yıkmasıyla ilk darbeyi aldı. Türkiye’nin 3 önemli etnik-dini fay hattı, TSK ve hükümet arasındaki uzlaşma buharlaştı. TSK’nın siyasetten tasfiyesi ile sonlanan bir süreç yaşadık ki, siyasi gücü AKP ve FETÖ elinde tekelleştirdi. Erdoğan parti içindeki diğer güç odaklarını ekarte ederek tek adam oldu. İlk işi de kurumların altını oymak oldu. Artan mali güçleriyle kendisine seçimlerde büyük avantaj sağlayan kanka kapitalizmine geçiş yaptı. Sonunda, Türkiye büyüse de, katma değer üretemedi.
Fiziki sermaye ve gelir kanka elitin elinde toplandı. Serbest piyasa ekonomisi, TCMB’nin bağımsızlığı lafta kaldı. Pandemi günlerine geldiğimizde, artık AKP seçmeni bile Türkiye’nin geleceğinden umut kesip, üretmek yerine iktidardan rant sağlamayı önceliyordu.
İleriye bakarsak, Erdoğan’ın emekli olması ve yeni siyasi aktörlerin iktidara gelmesi Türkiye’nin ikinci altın dönem yaşamasına yol açabilir mi? Bence açabilir. Çünkü, 2002-2027, veya benim tanımıma göre 2002-2012 döneminde biriktirdiğimiz beşeri sermaye ve kurumsal hafızayı henüz kaybetmedik. Rejim bu unsurları yeniden asli görevlerine iade eder, Erdoğan’ın baskısından kaçan beşeri sermayenin bir kısmı vatana dönerse, niye olmasın?