Dünya Ekonomisi
ANALİZ: 2025 Resesyon yılı mı?
ABD ekonomisinin mevcut durumu, resesyon riskiyle ilgili tartışmaları gündeme getiriyor, ancak ekonominin tam anlamıyla bir resesyon sürecine girdiğini söylemek için erken...
ABD ekonomisinin mevcut durumu, resesyon riskiyle ilgili tartışmaları gündeme getiriyor, ancak ekonominin tam anlamıyla bir resesyon sürecine girdiğini söylemek için erken.
İşsizlik oranındaki artışın henüz belirgin olmaması, iş gücü piyasasının yumuşadığını ancak büyük bir bozulma yaşanmadığını gösteriyor. İşsizlik oranının bileşenleri arasında işten çıkarılanlar, yeni iş arayanlar ve işten ayrılanlar yer alıyor. Yapılan analizler, resesyon öncesinde işten çıkarılmaların genellikle arttığını, ancak günümüzde böyle bir artışın henüz net bir şekilde gözlemlenmediğini ortaya koyuyor.
Pandemi sonrası dönemde, şirketlerin iş gücünü koruma eğilimleri öne çıkıyor. Pandemi dönemindeki belirsizlikler, şirketlerin işten çıkarmalarda daha temkinli olmalarına neden oldu. Şirketler, belirsizliklerin ortasında iş gücünü koruma stratejileri geliştirdi. Ancak ekonomik şartların kötüleşmesi durumunda, bu temkinli yaklaşım yerini toplu işten çıkarmalara bırakabilir.
Sahm Kuralı
Bu bağlamda, Claudia Sahm’ın geliştirdiği “S Kuralı” önemli bir araç olarak öne çıkıyor.
S Kuralı, işsizlik oranındaki küçük artışların büyük ekonomik sıkıntılara yol açabileceğini belirten bir mali politika aracıdır. 2019’da geliştirilen bu kural, işsizlik oranını üç aylık ortalamalarla karşılaştırarak resesyonun erken safhalarını belirlemeyi amaçlar.
Eğer işsizlik oranı, önceki 12 ayın en düşük üç aylık ortalamasının yarım yüzde puanı üzerinde olursa, resesyonun başladığı kabul edilir. Claudia Sahm, S Kuralı’nın son derece hassas olduğunu ve geçmişte etkili bir performans sergilediğini vurguluyor. Ancak küçük artışların her zaman büyük bir resesyon anlamına gelmeyebileceğini, bu oranların büyük artışlara dönüşebileceğini ya da ekonominin toparlanabileceğini belirtiyor.
FED’in süreçteki rolü
FED’in bu süreçteki rolü ise tartışmalıdır. Ekonominin birçok alanında normalleşme görülmesine rağmen, FED’in para politikasını henüz normalleştirmediği gözlemleniyor. FED’in bu geçiş sürecinde faiz oranlarında herhangi bir değişiklik yapmaması, ekonomik normalleşmeye rağmen riskleri artırıyor.
Ekonomistler, FED’in para politikasında biraz daha baskıyı azaltarak yumuşak bir iniş sağlaması gerektiğini vurguluyor. Ancak FED’in bu adımı atmakta gecikmesi, resesyon risklerini artırabilir. Para politikasının ekonomi üzerindeki etkilerinin sınırlı ve gecikmeli olduğu bilinmektedir, bu nedenle FED’in eylemlerinin ekonomiye yansıması zaman alabilir ve bu durum, resesyonla mücadelede yeterli olmayabilir.
FED’in son yıllarda kurallara uyma konusunda esnek davranması, özellikle Taylor kuralının zaman zaman uygulanıp zaman zaman göz ardı edilmesi, eleştirilerin temelini oluşturuyor. Bu durum, kurallara dayalı politikaların ne kadar uygulanabilir olduğu konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Ayrıca, veri güvenilirliği konusundaki endişeler de öne çıkıyor. Ekonomistler, belirsiz ve güvenilir olmayan verilerle çalışmak zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Özellikle doğrudan teşvik çekleri gibi mekanizmalar, geçmişte uzak bir düşünce olarak değerlendirilen, ancak günümüzde normal politika çerçevesinde önem kazanan araçlar arasında yer alıyor.
FED’in son toplantısında faiz oranlarında herhangi bir değişiklik yapılmamış, ancak işsizlik oranındaki artış ve işgücü piyasasındaki değişiklikler önemli bir gündem maddesi olmuştur. Jerome Powell, enflasyonun %2 hedefine ulaşmasının ardından faiz indirimine gitme olasılığını gündeme getirmiştir.
Toplantıda, FED’in, enflasyonun kontrol altına alınmasının ardından işgücü piyasasına da dikkat edeceği ifade edilmiştir.