Dünya Ekonomisi
IMF/Gita Gopinath: Gelişmiş Ülkeler Mali Uçurum’un eşiğinde
Gita Gopinath’ın IMF blogunda yayınlanan incelemesine göre, Gelişmiş Ülkeler’in kamu borcu sürdürülemez boyutlara geldi bile. Tüm dünya Mali Uçurum’un eşiğinde.
Dünya ekonomisi, pandemi ve sonrasında yaşadığı bir dizi şoka rağmen oldukça dirençli çıktı. OECD ara-yıl raporuna göre, küresel büyüme 2024-2025 döneminde %3.1-3.2 düzeyinde seyredecek. Japonya, ABD ve bugün Euro-bölgesi’nde açıklanan veriler enflasyonun düştüğünü işaret ediyor. Ek olarak, Orta Doğu’da her gün yayılan savaşa rağmen enerji fiyatları düşük seyrederek, Merkez Bankaları’nın parasal gevşeme kampanyasına destek sağlıyor.
Velakin, gözler biraz uzak vadeye çevrildiğinde, çok acılı yıllar geçirme ihtimalimiz gittikçe yükseliyor. IMF’nin eski baş ekonomisti ve halihazırda icra direktörü Gita Gopinath’ın IMF blogunda yayınlanan incelemesine göre, Gelişmiş Ülkeler’in kamu borcu sürdürülemez boyutlara geldi bile. Tüm dünya Mali Uçurum’un eşiğinde.
Aşağıda, Gopinath’ın uzun incelemesinden en kritik satırbaşlarını bulacaksınız:
Öncelikle mali risklerin gerçek ölçeğine bakalım
Burada birçok yukarı yönlü risk var. İlkin, politik ekonomi ortamında önemli bir değişiklik yaşandı. Son birkaç on yıldır mali konulardaki siyasi söylemin giderek daha yüksek hükümet harcaması yönüne evrildiğini gösteren kanıtlar var. Parti manifestolarda (veya seçim kampanyalarında) kamu harcamalarını destekleyen ifadelerin payı giderek artıyor.
Aynı zamanda, bütçe açıklarının doğrudan azaltılması veya kamu harcamalarının sınırlandırılması çağrısında bulunan siyasi manifestonun payı zaman içinde genel olarak azaldı. Üstelik vergilerin artırılmasına ilişkin siyasi kırmızı çizgiler de giderek daha belirgin hale geliyor. Bu durum hem gelişmiş ekonomiler için hem de yükselen ve gelişmekte olan ekonomiler için geçerli. Sağ veya sol parti ideolojilerinden bağımsız olarak durum budur.
Bu genişleme yanlısı eğilim, borç görünümünde önemli yukarı yönlü riskler yaratıyor. Şu an birçok ülkede açıkları azaltmak için doğru zaman olsa da, hükümetler oy uğruna topu taca atmayı tercih edebilir.
Siyasi söylemin gittikçe harcama yönüne kaymasına ek olarak, daha fazla hükümet harcaması gerektiren büyük yapısal değişimler de var. Nüfus hızla yaşlanırken, iklim değişikliğinin etkisiyle mücadele, sağlık hizmetleri, emekli maaşları, ve- jeopolitik gerilimler arttıkça- savunma ihtiyaçlarına daha fazla kaynak ayrılmak zorunda kalacak.
Bu ek harcamalar, 2030 yılına kadar küresel ekonomi için yıllık ortalama GSYİH’nın yüzde 7-8’ine ulaşabilir. Avrupa için bu, GSYİH’nın yüzde 2,5-5’ine, yani 2030 yılına kadar 550 milyar ila 1,1 trilyon Euroya kadar çıkabilir. Bu harcama baskıları temel borç projeksiyonlarında tam olarak dikkate alınmıyor; bu nedenle borç görünümüne yönelik yukarı yönlü riskler görünenden daha vahim.
Son olarak deneyimler, kamu borç projeksiyonlarında aşırı iyimserlik eğiliminin hakim olduğunu gösteriyor. 1990 ile 2021 dönemini kapsayan analiz, birçok ülkede gerçekleşen borç/GSYİH oranlarının, orta vadede öngörülenden önemli ölçüde yüksek olduğunu gösteriyor. Bunun iki ana nedeni iyimser büyüme tahminleri (krizler ve salgınlar öngörülemez) ve planların çok gerisinde kalan tasarruf tedbirleri.
Bu seçici bakış açısı, 5 yıllık bir ufukta Avrupa’da çok ciddi. Eğer tarih tekerrür edecek olursa, borçlar 2030 yılına kadar Avrupa ekonomilerindeki temel tahminlerin GSYİH’nın yüzde 8-11 puanı kadar artabilir.
Artan mali risklerin sonuçları
Mali riskler ne kadar göz korkutucu olsa da şunu düşünebilirsiniz: ‘Ne olmuş yani?’ Birçok gelişmiş ekonomi uzun süre yüksek borç seviyelerini korudu ve krize benzer hiçbir şey olmadı. Neden şimdi endişelenmeliyiz?
Bu da beni ikinci ana noktaya getiriyor: Endişelenmemiz gerekiyor çünkü artık küresel tasarruf bolluğu ya da merkez bankalarının büyük ölçekli devlet tahvili satın almaları çağında değiliz; bunların her ikisi de tahvil getirilerini rekor düşük seviyelere düşürdü.
İçinde bulunduğumuz dünyada uzun vadeli borç sürdürülebilirliği söz konusu olduğunda gevşek maliye politikası devlet tahvillerinin vade primlerini (getirilerini) artırabiliyor. ABD 10 yıllık nominal getirilerin ayrıştırılması, enflasyon risk priminin enflasyonla birlikte düşerken, reel risk priminin son iki yılda keskin bir artış gösterdiği yönünde. Yani, uzun vadeli faiz oranlarının salgın öncesi seviyelerin oldukça üzerine çıktığı yeni bir döneme girmiş olabiliriz.
ABD’deki büyük cari ve mali açıklar, ABD borçlanma maliyetlerinin yükselmesine neden olan faktörler arasında yer alıyor.
Nisan 2024 Mali Monitörümüz, diğer her şey eşit olduğunda, ABD faiz dışı açığındaki yüzde 1’lik artışın, takip eden çeyreklerde tahvil getirilerinde yaklaşık 11 baz puanlık bir artışa neden olduğunu gösteriyor. Yani borç dinamiklerine karşı bağışık olduğu düşünülen ülkeler için bile durum artık böyle olmayabilir.
Avrupa’ya dönersek son dönemde Fransa’da vade primlerindeki artış da bu değişimin bir örneği olarak görülebilir.
Maliye politikasının yürütülmesine ilişkin artan belirsizlik, borçlanma maliyetlerini yükselterek ekonomik aktiviteyi olumsuz etkileyebilir. IMF araştırması, yeni mali belirsizlik endeksimizdeki iki standart sapma şokuyla temsil edilen maliye politikası belirsizliğindeki bir artışın, şoktan bir ay sonra Euro Bölgesi’ndeki özel sektör borçlanma spreadlerini ortalama olarak yüzde 0,4 oranında artırabileceğini ortaya koyuyor. Ek olarak, maliye şokları finansal koşullar sıkılaştıkça ekonomik aktiviteyi 6 ay sonra yüzde 1 oranında azaltacak.
Büyük gelişmiş ekonomilerdeki büyük açıkların sadece ülke içinde değil dünyanın geri kalanı için de sonuçları var. Nisan 2024 Mali Monitörü’ndeki analiz, ABD faiz oranlarındaki yüzde 1’lik artışın, diğer gelişmiş ekonomilerde uzun vadeli nominal faiz oranlarında 90 baz puana varan bir artışla ilişkili olduğunu ve bunun aylarca süren kalıcı bir etki yarattığını gösteriyor. Gelişmekte olan ve gelişmekte olan ekonomilere olan yayılmalar da oldukça önemlidir.
Kaynak: IMF, A Strategic Pivot in Global Fiscal Policy