Dünya Ekonomisi
Evren Balta: Amerikan seçimlerini kimin kazanması Türkiye için daha hayırlı olur?
Amerikan seçimlerine yalnızca bir hafta kala, kimin kazanacağı belirsizliğini koruyor. Seçimin sonucunu, kritik öneme sahip yedi eyaletin hangisine gideceği belirleyecek.…
Amerikan seçimlerine yalnızca bir hafta kala, kimin kazanacağı belirsizliğini koruyor. Seçimin sonucunu, kritik öneme sahip yedi eyaletin hangisine gideceği belirleyecek. Bu eyaletlerde şu an ne Kamala Harris ne de Donald Trump net bir üstünlük elde etmiş durumda. Ancak geçmiş seçim verileri incelendiğinde, özellikle kamuoyu yoklamalarının Demokrat aday için açık bir fark göstermediği durumlarda, Trump’ın kazanma olasılığının arttığı biliniyor.
Zira anketler Trump’ın gerçek destek oranını tahmin etmekte zorlanıyor. Bunun birkaç nedeni var. İlk olarak, Trump seçmenleri Trump’a olan desteğini açıkça ifade etmekten çekiniyorlar. “Utangaç Trump seçmeni” olarak adlandırılan grupların tercihlerini gizlemesi nedeni ile Trump’ın anketlerde destek oranı olduğundan düşük çıkabiliyor. Trump destekçilerinin yoğunlukla kırsal ve küçük bölgelerde yaşaması ve bu bölgelerin anketlerde daha az temsil edilmesi de yanılgıya neden oluyor. Katılım oranının tahmin edilememesi ve sürekli değişiklik göstermesi ise anketlerin yanılmasının bir başka nedeni. Son olarak, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, pek çok kararsız (olduğunu söyleyen) seçmen var ve bu seçmenlerin sandığa gittiklerinde nasıl davranacağını kestirmek zor.
Hülasa, gelecek hafta Amerika’yı bundan sonra kimin yöneteceğini bilmiyoruz. Peki kimin yönetmesini istiyoruz? Bu sorunun Türkiye’yi hangi coğrafyanın bir parçası olarak gördüğünüzle doğrudan ilgili. Türkiye’nin çıkarlarının hangi coğrafyanın çıkarları ile iç içe olduğunu düşündüğünüzle de…
Bir eşik devlet olarak Türkiye
Türkiye bir ‘eşik devlet’; Avrupa ile Orta Doğu arasındaki sınırında yer alan, her ikisinin de farklı yönlerini bünyesinde barındıran ancak hiçbirine tam olarak ait olmayan bir ülke. Bu arada olma durumu, Türkiye’nin her iki kimliği de üzerinde taşımasına ve siyasal önceliklerine bağlı olarak farklı dönemlerde farklı kimliklerini diğerinin önüne geçirebilmesine imkân tanıyan bir durum.
Benim büyüdüğüm Türkiye’de öne geçen, arzu edilen kimlik Batı kimliğiydi. Ancak yaşam sürem boyunca bu bakış açısı önemli ölçüde değişti; bugün Türkiye, Orta Doğu kimliği daha sık vurgulanan, Orta Doğu çatışmalarının tam ortasında konumlanan, bir Orta Doğu ülkesi (de).
Türkiye’nin bu ikili coğrafyası ve kimliği onu Avrupa ve Ortadoğu’da devam eden iki küresel çatışmanın, yani Ukrayna ve Gazze savaşlarının, ana aktörlerinden biri haline getiriyor. Bu iki savaşın gidişatını ise Amerikan seçimlerinin sonucu önemli ölçüde etkileyecek.
Bu anlamda, Türkiye seçmenleri, tıpkı Avrupa ve Orta Doğu ülke seçmenlerinin pek çoğu gibi, ABD başkan adaylarının dış politikalarının nasıl şekilleneceğinden doğrudan etkilenecekler. Ancak tıpkı Amerikan seçmenleri gibi herkes aynı şekilde etkilenmeyecek. Zira Amerika’nın içindeki kutuplaşmanın yansımaları küresel ölçekte de var.
Kendini Avrupa’ya yakın hisseden bir Türkiye, Trump’ın seçilmesinden kaygı duyabilirken, Orta Doğu’ya yakın hisseden bir Türkiye aynı kaygıyı taşımayabilir. Ya da belki bu iki kimlik arasındaki sınır artık o kadar belirgin değildir?
Avrupa’daki Türkiye
Kendini Avrupa coğrafyasında gören bir Türkiye, NATO ve transatlantik güvenliğe bağlı, çok taraflı bir Amerika’ya daha fazla ihtiyaç duyan bir Türkiye. Böyle bir Türkiye Trump’ın Rusya’ya karşı uzlaşmacı yaklaşımından endişe duyacaktır. Rusya’nın Ukrayna savaşından bir zafer hissi ile çıkmasını arzu etmeyecektir. Böylesi bir zaferin kendisini Karadeniz’de Rusya karşısında daha güçsüz hale getireceğini düşünecektir.
Üstelik Trump’ın kazanması, NATO’nun zayıflaması ve işlevselliğini yitirmesi anlamına da gelecektir. Bu durum ulusal savunmasının büyük bir bölümünü Avrupa güvenliğine ve NATO’ya dayandıran Türkiye’nin daha güvensiz hissetmesine de neden olabilir.
Kuşkusuz Trump’ın kazanması sadece dış politika yöneliminden de ibaret olmayacaktır. Olası bir Trump zaferi dünyada yükselen radikal sağın gündemiyle de uyumlu olarak, kültür savaşlarının güçlendiği ve kadınların temel haklarının kısıtlandığı bir döneme yol açacak; ABD’nin otoriterleşmesi ise dünya genelindeki demokratik mücadeleye zarar verecektir.
Demokratik normlara bağlı kalmak isteyen Türkiye’nin bir kesimi, Trump’ın olası bir zaferinin yaratacağı demokratik gerilemeden ciddi endişe duyacaktır. Bu zafer, demokratik aktörlerin mevcut mücadelelerini daha da zorlaştıracak ve onları daha sert baskılarla karşı karşıya bırakacaktır. Kısacası kendini Avrupa’da gören bir Türkiye’nin olası bir Trump zaferi ile “depresyona” girmesi kaçınılmaz.
Ortadoğu’daki Türkiye
Ancak kendini Avrupa’da gören Türkiye’nin aksine, Orta Doğu’da gören Türkiye’nin, Trump zaferi nedeniyle ciddi bir moral bozukluğu yaşayabileceğini söyleyebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı pek çok nedenden dolayı “hayır” olacaktır.
Her şeyden önce İsrail’in Gazze’deki savaşının Biden yönetimi tarafından desteklendiği, hatta mümkün hale getirildiği yönündeki ortak düşünce bu soruya “hayır” yanıtı verilmesi olasılığını güçlendiriyor. Zira Biden hükümeti bir yandan Netanyahu hükümetini sınırlamaya çalıştığını söylerken, bir diğer yandan Netanyahu hükümetinin cebini bugüne kadar görülmemiş bir askeri yardımla doldurup, sırtını sıvazladı.
Bir türlü kendisi ile Biden arasına mesafe koyamayan ve İsrail konusunda net bir tutum takınamayan Harris yönetiminin Biden’ın Gazze’deki politikalarını sürdürmesi de muhtemel. Dünyanın hangi coğrafyasından bakarsanız bakın Harris Netanyahu’ya karşı sözünü geçiremeyecek zayıf bir izlenim veriyor. Ancak bu izlenim (ve olasılık) Ortadoğu coğrafyasından bakanlar için çok daha büyük bir problem.
Öte yandan, Trump yönetimi elbette Filistin yanlısı değil. Ancak İbrahim Anlaşmalarına aracılık eden ve Orta Doğu’nun otoriter rejimleri ile işlevsel ilişkiler sürdüren Trump bu rejimlerin pek çoğu için bir kâbus da değil.
Değil çünkü Ortadoğu coğrafyasında Trump güçlü bir lider olarak görülüyor. Öngörülemezliği, öngörülemezliğin sıklıkla güç anlamına geldiği bir bölgede gücünün ana unsuru. Üstelik maskülen tarzı ve kişisel diplomasiye verdiği önem otoriter liderlerde ciddi bir yankı buluyor. İkincisi, Trump hem müzakere edilebilir hem de Netanyahu hükümeti üzerinde nüfuz kullanabilecek biri olarak görülüyor. Biden/Harris yönetimin aksine, gerektiğinde İsrail’e karşı sınır koyabileceği ve İsrail’in bu sınıra uyma ihtimalinin daha yüksek olduğu düşünülüyor. Üçüncüsü, İran’a yönelik şahin politikaları (nükleer anlaşmadan çekilme, sert yaptırımlar uygulama vs) özellikle Körfez ülkelerinin bölgesel öncelikleriyle uyumlu.
Demokrasi ve çok taraflılığın en önemli endişeler olmadığı, bunun yerine kişisel bağlar, ikili çıkarlar ve pragmatik ittifakların ön planda olduğu bir bölgede olası bir Trump zaferinin depresyona yol açmayacağını söyleyebiliriz. Ancak hiç kimse de kendi kaderini artık Amerika’nın iç politikasına bağlamak istemiyor ve kim gelirse gelsin ilişkilerini devam ettirmek istiyor.
Yazının tamamı burada.