Çetin Ünsalan Yazdı: Daralma fırsata dönüşür mü?
27 Nisan 2023Dünya ekonomisinde stagflasyon korkusunun gölgesinde resesyona razı, düşük büyümeye ikna olacak bir fotoğraf var. Hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, önümüzdeki sürecin herkes açısından zor olacağını biliyoruz.
Bilhassa dış kaynağa ihtiyacı olan bizim gibi ülkelerin kullanılabilir maliyetle olanaksız, pahalı para bulmasının bile zorlaştığı, yeşil ekonomi ve startup ekosistemini doğru anlayarak kaynak çekmeyi hedeflemesi gereken bir kavşağın eşiğindeyiz.
Bu tercihi doğru yönde yaparsak hem kırılmayı gerçekleştirebilir, hem de kaynak ihtiyacını doğrudan sermaye olarak ülkemize çekebiliriz. Ama asıl kaynağın öncelikle içeride, israf, yanlış yatırım ve kanun dışı ödemelerde aranması gerektiğini bu vesile tekrar hatırlatayım. Ben doğru bir yapılanmayla Türkiye’nin içinden bir Türkiye büyüklüğünde daha kaynak çıkabileceğini düşünenlerdenim.
Elbette bunun için hukuktan başlayarak, reel ekonomi tabanlı, adil bir sistemin kurulması, insanlara eleman değil yetenek olarak bakılması, hakkının verilmesi gibi bir dizi zorunluluğun olduğunu söylemeye de gerek yok.
Tüm bunları yaparken, bir yandan bu daralmanın yaratacağı bir fırsatı da gözden kaçırmamak lazım. Şayet küçülme sadece bizde olsaydı, ihracat atağı gibi (dış ticaret fazlası vermek kaydıyla) alternatifler düşünülebilirdi.
Fakat bu durumda da çok ucuza mal satacağımızı bilmemiz gerekiyor. Tıpkı bugün olduğu gibi. Pazarları kaybetmemek uğruna yapılan fedakarlığın, Türk reel sektörünü içerideki yanlış uygulamalarla da birleştirince gizli iflasa sürüklediğini görmek için ekonomist olmaya bile gerek yok.
Ama satın alma gücündeki düşüş tüm dünyayı etkisi altına alıyorsa, sizin burada aynı yöntemleri kullanarak sonuç beklemek yerine, bakış açınızı değiştirmeniz lazım. Alım gücü azalan ya da azalmasından korkan tüketici ne yapar?
Zannedildiği gibi alım yapmaktan vazgeçmez. Elbette geliri sadece bizim gibi gıdaya bile yetmeyen ülkelerden bahsetmiyorum. Orada direkt kesintiler ya da borçla sorun öteleme eğilimi baş gösterir ve sonu fena olur.
Ama hali hazırda kişi başına geliri 30 bin dolar ve üzeri olan ülkelerde eğilim ya miktar azaltma ya da kaliteli, dayanımı yüksek ve makul fiyatlı ürünlere yönelme şeklinde olur. Tam bu aşamada Türkiye’nin önünde bir fırsat olabilir.
Şayet doğru bir kurgu oluşturabilir, bunu pazarlamanın uzmanlarıyla hareket ederek yürütebilirsek kilogram bazında dolar kazancımızı dahi 2-2,5 dolar ortalamalarına çıkarabiliriz. Türkiye’nin uluslararası düzeyde herhangi bir markası var mı? Hayır, sadece kendini marka zannedenler var. Yani yok.
Fakat Türkiye’nin bir özelliği var. Üretici olması… Dünyanın her alanda en iyi markalarının ne yazık ki fason üreticisi konumunda. Lakin bu aynı zamanda nitelikli üretim dürtüsünü de beraberinde getiriyor.
O zaman Türkiye ‘Marka değiliz ama üreticiyiz’ mottosuyla ortaya çıkabilir. ‘Üretenden al’ kampanyaları düzenleyerek, hem marka baskısından kurtulur; hem de niteliği yüksek üretimlerle, dayanıklı, makul fiyatlara ürün satabilir.
Makul ifademi açayım. Gelişmiş ülkeler için markalara oranla ucuz, bizim satış değerlerimiz bazında ise pahalı. Hem üretici olarak bizim, hem de tüketicinin kazanacağı bir formülle kampanya yapmalı, doğru pazarlama teknikleriyle dünya sahnesine çıkmalıyız.
Hazır giyimden ayakkabıya, otomotiv yedek parçasından tarım ürünlerine kadar birçok alanda uygulayabileceğimiz bir sistemden bahsediyorum. Kaliteden taviz vermeyen, tıpkı private label ya da özel markalı üretim misali, markasız, hatta tek bir markalı ürünlerle dünya pazarında ummadığımız bir sonuç alabiliriz.
O zaman marka bağımlılığının azaldığı dünya ekonomisi koşullarını iyi anlayıp;, marka olmak için harcayacağımız kaynakları, kalite fiyat optimizasyonunda değerlendirip, kümelenmelerle ölçek ekonomisi yaratıp, ‘üreticiden al’ sloganıyla tek marka çatısı altında pazara çıkalım.
Hem ihracatımızın arttığını, hem kg/dolar seviyesinin yükseldiğini, hem de süreç sonunda buradan Türkiye markası çıkaracağımızı göreceksiniz. Elbette patronculuk oynamayı bırakabilirsek.