Sosyal Medya

Genel

Ömer Rıfat Gencal yazdı:  Güven Üçgeni

Öğretmen bir kaç dakikalığına sınıfa baktı ve o gürültülü ve homurtulu sesler yavaş yavaş sustu ve öğretmenin ne diyeceğini bekleyen…

Ömer Rıfat Gencal yazdı:  Güven Üçgeni

Öğretmen bir kaç dakikalığına sınıfa baktı ve o gürültülü ve homurtulu sesler yavaş yavaş sustu ve öğretmenin ne diyeceğini bekleyen meraklı bakışlara dönüştü. Öğretmen ayağa kalktı ve en son verdiği kompozisyon ödevi ile ilgili notları açıklarken Hasan’ı yanına çağırdı. Hasan şaşırmış ama bir yandan da endişe ve korkuyla öğretmenin yanına giderken neden öğretmeninin kendisini çağırdığını da biliyordu. Öğretmeninin bunu anlamasının zor olduğunu düşünüyordu ama galiba yakalanmıştı.

Öğretmeni gerçekten merak eder bir tavırla “Hasan ne kadar güzel bir kompozisyon yazmışsın seni herkesin takdir etmesi için yanıma çağırdım” dediğinde endişesi bir kat daha arttı. Çünkü kompozisyonu kendisi değil, teknolojinin son dönemlerde onlara sunduğu nimet olan bir yapay zekâya yazdırmıştı. Öğretmeninin kompozisyonu nasıl yazdığı ile ilgili sorularla yüzleşerek daha da zor duruma düşmeden tüm cesaretini topladı ve arkadaşlarının önünde öğretmenine dönerek “Öğretmenin, çok özür diliyorum. Yaptığımın büyük bir hata olduğunun farkındayım. Kompozisyonu ben yazmadım. Bilgisayar aracılığı ile bir yapay zekâya yazdırdım” dediğinde öğretmenin yüzünde oluşan tebessüm için su serpti.

 

Öğretmeni kızmamış tam tersi Hasan’a sevecen ve takdir eden gözlerle bakmaya başlamıştı. Kısa bir zaman sonra öğretmeninin ağzından şu sözler dökülüverdi. “Şimdi seni daha da takdir ettim Hasan. Neden mi? Samimiyetin, açık sözlülüğün ve doğruluğun sebebiyle takdir ettim. İşte şimdi güvenimi kazanacak büyük bir adım attın” dedi. Sınıfın şaşkın bakışları arasında Hasan’a kompozisyonu yeniden yazması için iki gün süre verdiğini, dersi geçme konusunda da endişe duymaması gerektiğini söyleyerek yerine oturmasını istedi.

 

Samimiyet ve güvene ihtiyacımız var!

Öğretmen de bir zamanlar öğrenciydi. Kendisini Hasan’ın yerine koyduğunda aklından onun duyduğu endişeleri, korkuları, sosyal çevresinin ve ailesinin onun hakkında düşündüklerini geçirerek Hasan’ın neler hissettiğini anlamaya çalıştı. Sonra sınıfa dönerek şunları söyledi. Güven karşılıklı olarak tuğla tuğla örülen büyük bir yapıdır çocuklar. Bu yapıyı inşa ederken karşılıklı samimiyet, karşı tarafı ikna edeceğiniz mantıksal süreç ve başlarının yerine kendinizi koyarak onların ne hissettiklerini anlamak bu yapının çimentosunu oluşturan en önemli bileşenlerdir. Eğer tuğla tuğla ördüğünüz bu yapıda eksik malzeme kullanırsanız, samimiyeti az, mantığı kurulamayan ve empatisi olmayan bir harçla bu duvarı örmeye kalkarsanız, duvar üzerinize yıkılır. Hasan’ı cesaretinden, daha önemlisi samimiyetinden ve akıllıca davranışından ötürü kutluyorum. Benim güvenimi kazanmak için inanılmaz büyük bir adım attı. Umarım sizlere de güzel bir ilham kaynağı ve örnek olmuştur.

İstatistikler farklı ülkelerdeki vatandaşların birbirlerine duydukları güven oranlarının büyük oranlarda değiştiğini gösteriyor. Türkiye’de bu oran %12 düzeyinde.

Kalkınmanın, katma değer oluşturmanın en önemli faktörü güven. Birbirine güven duymayan bireylerden oluşan toplumlarda Kazan-Kazan kavramının oluşması da oldukça zor. Güvenin oluşması için bir araya gelmesi gereken üç faktör ise hikâyeden de anlaşılacağı gibi Samimiyet, Mantık ve Empati.

Görsellerin konuyu daha iyi kavramaya yardım edeceği düşüncesiyle güveni ortaya çıkartan faktörleri bu şekille ifade etmeye çalıştım.

 

Ekonomide son yoğunluğunu son üç yıldır hissettiğimiz ama nerdeyse yedi yıldır inişler ve çıkışlarla yaşadığımız süreç sonunda duvara çarpmaktan son anda kurtulduk. Kurtulduk ama oluşan hasarın boyutları o kadar büyük ki işin içinden çıkmak ve bozulan dengeleri yeniden tesis etmek daha önce yaşadığımız krizlere göre çok daha zor gibi görünüyor.

 

Bu krizden çıkış için kaynağa duyulan ihtiyacın ne kadar büyük olduğu, Merkez Bankasının eksi rezervlerini düşününce daha da açık görülüyor.

 

Dış kaynağa ihtiyaç var, ama nasıl temin edilecek?

Global koşulların sürekli bir kriz (perma-crises)  halinde devam etmesi, piyasalardaki oynaklığın sürekli ve büyük boyutlarda olması, sıkılaşan gelişmiş ülke merkez bankaları para politikaları da Türkiye’nin ihtiyacı olan kaynağı çekebilmesinin önündeki negatif koşullar. Tüm bu koşulların üstesinden gelebilmek adına Türkiye öncelikle liyakatli kadroları göreve getirerek kredibilite anlamında önemli bir adım attı. Atılan diğer mantıklı adımlarla da bu kredibiliteyi pekiştirdi.

Kaynağın Türkiye’ye, özellikle de Türk varlıklarına yatırım yapılarak çekilmesi riskin yönetimi ve enflasyonla mücadele açısından çok önemli. Ekonomi yönetimi de bu çerçevede bazı hamleler atarak bir yandan verilen bütçe açıklarının fonlanması amacıyla Hazine Borçlanmalarının serbest koşullarda yapılmasını sağlamaya bir yandan da bu borçlanmalara ilgiyi artırmaya uğraşıyor.

Bunun yapılması sırasında unutulmaması gereken bir durum var. Bu borçları ve faizlerini milletçe bizler ödeyeceğiz. Borç stokumuzun Gayri Safi Milli Hasıla’ya oranla düşüklüğü konusunda övünenlerin dikkatinin çekilmesi gereken nokta sadece anapara değil ileride ödenecek faizlerle birlikte bu oranın ne olacağıdır.

10 yıllık Devlet Tahvili ihalesinin %31.89 bileşik faizle sonuçlandığının açıklandığı sıralarda, Hazineden sorumlu devlet bakanı Sn. Mehmet Şimşek’in yatırımcılara yaptığı sunumda, “Enflasyonu 2026 sonunda tek haneye indireceğiz” açıklaması, bizleri yanıtlanmaya muhtaç bir soruyla karşı karşıya bırakmıştır. Madem enflasyon iki yıl sonra tek haneye düşecek neden Türkiye Hazinesi, %30’lu faizlerle bu kadar uzun bir dönem borçlanmaya çıkarak enflasyonun tek haneye düştüğü yıllardan itibaren 8 yıl boyunca %20’li ek risk primi ödeyecektir. Gençlerimize, çocuklarımıza neden büyük faiz ve risk primi mirası bırakıyoruz?

 

Grafik1, Kaynak Hazine ve Maliye Bakanlığı

Ben bu noktada yukarıdaki üçgenin köşelerinde gidip geliyorum. İlk gittiğim samimiyet köşesinde ya enflasyonun tek haneye inmesinde samimi değiller, ya da kısa vadeli kazanımlar için uzun vadeli büyük yükümlülüklere girmekten çekinmiyorlar diye düşünüyorum. Yani ilk güven üçgeninin ilk köşesinden bakarak işin içinde mantık aramaya çalışıyorum. Ama rakamlar gözümün önünden geçtikçe bu işin bir mantığının da olduğu konusunda şüpheye düşüyorum.

Enflasyonun çalışan kesimlerin alım gücünü son üç yıldır nasıl düşürdüğünü burada bir defa daha anlatmaya sanırım gerek yok. Yoksul sayısının ülke ekonomik olarak bu kadar büyürken nasıl artış gösterdiğini açıklamanın tek yolu da gelir paylaşımındaki istatistiklere bakmak olur. Yönetenlerin güven üçgeninin diğer tarafındaki bileşeni, empati’yi yapmadığını şu söylemlerle anlıyoruz.

“2024 yılında Hedeflenen enflasyona göre ücret zamları yapılacak”

“Enflasyonun geldiği seviyelere rağmen vergi dilimlerinde ayarlama yapılması talebi karşısında büyük suskunluk”

Naçizane önerim güven tesis edilemeden, kendi vatandaşımızı oyuna dâhil etmeden, bu işin içinden çıkış son derece zor. Güveni tesis etmek için atılacak adımlarsa son derece açık.

  • Eğer enflasyon 2 yıl içinde tek haneye düşürme hedefi varsa bugünden geçerli Hazine İhalelerinin vadeleri maksimum 3 yılla sınırlanması
  • Kısa vadeli faizlerin artışında kaybettiğimiz zamanı en azından yılsonuna kadar kazanmak için PPK toplantısında piyasaya bir sürpriz daha yapılması ve kısa vadeli faizlerin %45’lere getirilmesi
  • Vatandaşın durumunu, yaşadıklarını anladığını, kısaca empati yaptığını gösteren bir yönetim zihniyeti ile “itibardan da tasarruf” edilebileceğini gösteren aksiyonların alınması
  • Tüm bu süreçlerin insan mantığına ters düşmeyecek bir tutarlılıkla kalem kalem ortaya konulması

Kısaca Güven Üçgeninin tüm köşelerini kuvvetlice bir araya getirmek bu krizden çıkış için büyük bir kazanım olacaktır.

Aksi takdirde ünlü Latin düşünür ve yazar Publilius Syrus ‘ün söylediği “Güven ruh gibidir terk ettiği bedene asla dönmez” sözü bir defa daha gerçek olacaktır.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler