Çetin Ünsalan yazdı: O kendini biliyor
10 Şubat 2023
Türkiye çok büyük bir deprem felaketiyle sarsıldı. Bir ülke, hatta insanlık oturup ağladı; acıyı paylaştı. Darda kalan insanlara yardımlar yapıldı. Ama tüm bunlar olurken yardımlarda bile tırın üzerindeki pankart tartışmasını yapacak kadar değişmediğimizi gösterdik.
Hep beraber ağladık. Ama neye ağladık? Elbette can yandı. Ama durup bir düşünmek gerekmiyor mu? Eskiden ülkemizde depremler olurdu, bakardık ki kerpiçten yapılan evler. Bu evlerin mutlaka modern hale getirilmesi gerektiğini konuşurduk.
Ardından 1999 Depremi bize gösterdi ki, mesele kerpiç evlerden ibaret değil. Sağlıksız yapılarda hayatımızı sürdürürken, bunun insani olduğu kadar, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, mühendislik ve etik gibi bir dizi kurallar manzumesinden oluştuğunu gördük.
Akabinde deprem yönetmelikleri, kanunları çıktı; kentsel dönüşüm dile pelesenk edildi; yola, borca gittiği Meclis kürsüsünden itiraf edilen, tamamının ise nereye gittiği tam bilinmeyen deprem fonuna para toplandı. Yani kaynak oluşturuldu.
Bilim insanlarımız bizi her fırsatta uyardı. Hatta rahmetle anıyorum, Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp ile 2012 yılında yaptığımız yayında çözüm önerileri sunuldu. İnsanların bugünün değeriyle maksimim 100 bin TL’leri bulabilecek rakamlara, köyler dahil kapsül evlere kavuşabileceği, kısa süre içinde sorunun bertaraf edilebileceği teknik ve pratik olarak anlatıldı.
O yayında Rahmetli Prof. DR. Alp’e soruyorum, ‘bu kentsel dönüşüm projelerini ve mimariyi gördüğünüzde size ne anlatıyor’ diye… Hoca 15 Ağustos 2012 yılındaki yayında ‘çok katlı mezarlar görüyorum’ diye açıkça söyledi.
Peki yıl 2023, gerçekten neye ağlıyoruz? Ekranların başında kayıplarımıza üzülüp, endişeyle arama kurtarma çalışmalarını takip edip, bir yandan yardım toplarken, her kurtulan can için seviniyoruz değil mi? Elbette sevineceğiz.
Ama oysa TÜİK verileri dikkate alınıp, ortadaki hasar hakkında paylaşılan ön saptamaya göre, 10 ilin 8’inde yıkılan binaların en az yarısının 2001’den sonra yapıldığı, yani şartnameler doğrultusunda inşa edildiği anlaşıldı.
O nedenle o ekranın başında yalnız değildik. Başka birileri de yıkılan binaları izliyordu. Kim derseniz; o kendini biliyor.
Göçük hale gelmiş, bir gün önce 3 milyon TL’ye depreme güvenli diye satılan binaları pazarlayanlar da o yayınları izliyordu.
O yıkılan binaları, inşası sırasında denetleyen yapı denetim firmaları, o firmaların imza atan mühendisleri kimler? Onlar da ekran başındaydı ve o kendini biliyor.
O binaları inşa eden müteahhitler de göçük altında çıkan canlar için üzülüyor muydu ekran başında? Şimdi neredeler? Umarım bu kaostan istifade yurtdışına ziyarete gitmemişlerdir. O kendini biliyor.
Belediyelerde bu noktalara imar ve iskan verenler, imar affı çıkaranlar, kentsel dönüşüm diye inşaat sektörünü pazarlayanlar, kıt kaynaklarımızı her fırsatta bu sektöre yönlendirenler, o inşaatta ustalık yapanlar, o evlere kredi verenler, sigortalayanlar, hepsi ama hepsi kendini biliyor.
Onlar da aynı kaygıyla mı izlediler arama kurtarma faaliyetlerini? Ne yapacağız aradan geçen bunca yıl sonra? Bir sonraki felaketimize hazırlanıp, ceset torbalarının yetip yetmeyeceğini mi konuşacağız?
Yoksa cebimizi hortumlayan GSM operatörlerinden, altyapı yatırımlarına kadar her şeyi faturamıza yansıtan enerji şirketlerine kadar hepsinin beceriksiz tavrının üzerine sünger mi çekeceğiz?
Kim bunlar? Kim o ekran başında kurtarılan çocuğa, kaybedilen yetişkine bakıp, için için düşünenler? O kendini biliyor. Peki artık bizim de bilmemizin zamanı gelmedi mi?