Ekonomi
Türkiye-İsrail normalleşmesinde ipler kopma noktasında
Erdoğan'ın İsrail'e yönelik eleştiri dozunu artırması, iki ülke arasındaki normalleşme sürecini zora soktu. Ankara'nın sert söylemlerine devam etmesi, diplomatik ilişkileri kopmaya doğru götürebilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son Filistin Mitingi’nde İsrail’e yönelik eleştiri dozunu yükselterek Hamas’a arka çıkması, Türkiye-İsrail ilişkilerini yeniden eski gerilimli günlere doğru yöneltirken uzmanlara göre son tutum, Türk dış politikasını sadece Ortadoğu değil dünyanın diğer bölgelerinde de zora sokabilir.
Erdoğan, geçen hafta TBMM’de gruptaki konuşmasında Hamas’ı “terör örgütü” olarak görmediklerini ve örgütün bir “mücahit grubu” olduğunu söylemiş, 28 Ekim’deki Filistin Mitingi’nde ise “İsrail, seni savaş suçlusu olarak dünyaya ilan edeceğiz ve şimdi bunun hazırlığı içindeyiz. Bunun çalışmasını yapıyoruz ve savaş suçlusu olarak İsrail’i dünyaya tanıtacağız” diye konuşmuştu.
Bu konuşmanın hemen ardından İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, Türkiye’deki diplomatik temsilcilerinin geri dönmesi için talimat verdiğini açıkladı. Cohen’in açıklamasından sonra ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı kaynakları, İsrailli diplomatların şu an Türkiye’de bulunmadıklarını, 19 Ekim itibarıyla Türkiye’den ayrıldıklarını hatırlattı. Ancak Bakanlık’ın verdiği bilgiye rağmen, gelinen aşamada güvenlik nedeniyle daha önce Türkiye’den ayrıldığı bilinen İsrail Büyükelçiliği diplomatları Cohen’in açıklamasıyla “istişareler için geri çekilmiş” oluyor. Bunun da diplomaside ayrı önemi bulunuyor ve elçiyi geri çekmekten önceki aşamalardan biri olarak tanımlanıyor.
İsrail en üst düzeyde alınan karar çerçevesinde attığı bu adımla Türkiye’deki misyonunun statüsünü değiştirmiş oldu. Edinilen bilgiye göre İsrail, “daha önce Türkiye ile olan hiçbir ikili kriz zamanında yapmadığı şekilde ilk protesto adımını attı.”
İsrail’in Ankara Büyükelçisi Irit Lillian’ın da aralarında bulunduğu Türkiye’de görev yapan İsrailli diplomatlar 19 Ekim’de elçilik ve konsolosluk önündeki protestoların şiddetlenmesi üzerine “güvenlik” gerekçesiyle Türkiye’den ayrılma kararı almıştı.
Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi’nde uzun süre görev yapmış olan Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk, İsrail’in istişareler için elçiyi çekme kararına ilişkin “İstişareler için çağırma demek ‘büyükelçiyi resmi olarak geri çekmiyorum ama ilişkiler öyle bir noktada ki devlet başkanından devlet başkanına elçi olarak gönderilmiş kişiyi bu koşullarda orada tutmuyorum’ anlamına geliyor” yorumu yapıyor.
DW Türkçe’nin diplomatik kaynaklardan edindiği bilgiye göre Türkiye’den siyasi düzeyde yapılacak açıklamaların bu tonda devam etmesi durumunda teknik olarak Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Şakir Torunlar’dan İsrail’i terk etmesinin istenmesi de ihtimal dahilinde. Ancak iyimser bakış açısıyla kara harekâtına başlanması ile sivil ölümlerin azalması ve böylelikle Ankara’dan yapılan sert açıklamaların seyrelmesi de öngörüler arasında.
İsrail’in son kararının ardından Ankara’dan kamuoyuna yansıyan atılmış bir adım bulunmuyor.
Normalleşme süreci devam eder mi?
Peki 7 Ekim saldırısına kadar hassas ama temkinli bir çizgide ilerleyen Türkiye-İsrail normalleşmesini bundan sonra ne bekliyor? Süreçte sona mı gelindi?
İki ülke ilişkileri 2000’lerin ortalarından itibaren Hamas’ın Filistin’de seçimleri kazanmasının ve farklı faktörlerin etkisiyle kötüleşme sürecine girmiş, çalkantılı yılların ardından da normalleşme sürecine girilerek Ağustos 2022’de karşılıklı büyükelçi atanması kararı alınmıştı.
Emekli Büyükelçi Göktürk, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bu saldırıdan önce bile zaten tamamen normalleşmiş olmadığını söylüyor ve yapılan ziyaretlere karşılık 7 Ekim’den önce de ilişkilerin tam sınırda olduğunu kaydediyor.
Saldırıların ilk günlerinde daha itidalli ve dengeli bir söylem kullanmaya çalışan AKP, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bölge ziyaretleri ve telefon trafiği ile etkin diplomasi yürütmeye çalışmış ancak gerek taraflardan gerekse ABD’den buna uygun zemin bulamamıştı.
Garantörlük formülüne ve arabuluculuk arzusuna da çok olumlu yanıtlar alamayan Ankara, İsrail’in operasyonları ile sivil ölümlerin artması ve gerek kendi ittifakı içindeki gerekse muhalefetteki Hamas yanlısı tutumun etkisiyle dengeli pozisyonunu terk etmişti.
Türkiye’nin bu yeni krizde oynayabileceği rolün baştan beri zaten çok sınırlı olduğuna dikkat çeken Göktürk, kamuoyunda çok konuşulan “arabuluculuk” arzusunun ancak iki tarafın da onayı ile olabileceğini ve böyle bir durumun saldırıların başından bu yana söz konusu olmadığını belirtiyor.
Hamas üyelerine ev sahipliği yapan Katar ve Mısır’ın şu anda daha aktif rol oynadığını hatırlatan Göktürk, Katar’ın Hamas’a ev sahipliği yapmasına rağmen Türkiye kadar tepki çekmediğini ve bu rolü o sayede oynayabildiğini, çünkü Türkiye’de iktidarın Hamas’la ideolojik yakınlığı nedeniyle taraf olduğunu, Katar için ise bunun söz konusu olmadığını ifade ediyor.
Türkiye için “Finlandiyalılaşma” riski mi var?
Ankara’nın sertleşen tutumunun sadece Türkiye-İsrail ilişkilerini değil Türkiye’nin dış dünyadaki konumunu da etkileyebileceği belirtiliyor ve “Finlandiyalılaşma” riskine işaret ediliyor.
Göktürk, taraflara itidal tavsiye eden çizgisinden kayarak Hamas’ın yanında yer alması sırasında bu konuyu “kendi kompartmanında halledeceklerini” düşündükleri tahmininde bulunuyor:
“Şöyle düşünmüş olabilirler; bizim kendi tabanımıza seslenmeye ihtiyacımız var. Muhalefettekilerin sesi daha çok çıkıyor. Dolayısıyla biz bir şey yapalım ve bu işin hangi şemsiye altında olacağını bir gösterelim, onların da sesi kısılsın. Ama bunu içerde her türlü baskı aracı elinizde iken yapabilirsiniz de bunun bir de dış dünyası var.”
Türkiye’nin uzun yıllar boyu Ortadoğu için en büyük özelliğini “istikrar jeneratörü” olması olarak gösteren Göktürk, bu özelliğin AKP iktidarının Suriye iç savaşına dahil olmasıyla ortadan kalktığını ve etkisinin de bu nedenle zaten azaldığını belirtiyor.
Son gelişmelerin Ukrayna, Rusya cephesinde de prestij kaybına yol açabileceğini düşünen Göktürk, Türkiye’nin hem kuzeyine hem de güneyine doğru etkisini kısıtladığını, iktidarın Türkiye’yi Soğuk Savaş’taki gibi etkisi sınırlı Finlandiya’ya benzettiğini anlatıyor. Türkiye’de hükümetin “tarafsız olduğu için değil, tavrıyla etkisiz kaldığı için nötralize olduğunu” söyleyen Göktürk, Ankara’nın görünür bir gelecekte Ortadoğu’daki gelişmelerin sadece seyircisi olarak kalabileceğini ifade ediyor.
Ekonomik ilişkiler etkilenir mi?
Türkiye-İsrail ilişkilerinde 2010’dan sonraki dönemde yaşanan çeşitli sorunlara ve iniş çıkışlara rağmen ekonomik ve ticari ilişkiler çok az etkilendi.
İsrail, Türkiye’nin dış ticaretinde önemli aktörlerden biri olarak öne çıkıyor. TÜİK verilerine göre; Türkiye Ocak-Ağustos 2023 döneminde İsrail’e 3,8 milyar dolarlık ihracat yaparken aynı dönemde İsrail’den ithalatı ise 1,2 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Türkiye, İsrailli turistler için de önemli bir tatil lokasyonu. Türkiye’yi ziyaret eden İsraillilerin sayısı 2019’da 570 bin ile rekor kırmış, pandemi sonrasında sınırların yeniden açılması ile 2022’de ise Türkiye’ye gelen İsrailli turist sayısı 700 bine yaklaşmıştı.
TEPAV Ticaret Çalışmaları Merkezi Direktörü, emekli Büyükelçi Bozkurt Aran Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkilerde siyasi istikrardan yoksun olunmasına rağmen yine de sağlıklı bir şekilde bugüne kadar geldiğini belirterek bunun nedenini iki ülkenin birbirine olan ihtiyacı olarak gösteriyor.
İki ülke iş insanlarının uzun süredir iş yaptıkları için birbirlerini tanıyan, güvenen kişiler olduğunu belirten Aran, bundan sonra her ne kadar biraz etkilenmesi beklense de ekonomik ilişkilerde ciddi bir bozulma öngörmüyor. Aran şöyle konuşuyor:
“Hamas’la ilgili verilen demeçlerin mutlaka bir tesiri olacaktır tabii. Bundan kaçınmak pek mümkün değil. Ama sadece İsrail’le ilişkileri değil, Batı’yla olan ilişkilerimizde sonuçlar olabilecek ifadeler. Bunu da dikkate almamız lazım.”
Bugünlerde milyarlarca dolarlık uluslararası sermayeyi çekmek için farklı ülkelere giden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in işinin son açıklamaların ardından daha zorlaştığı da ekonomistler arasındaki yaygın kanı.
Türkiye için en önemli hususlardan birisinin “güven” olduğuna dikkat çeken Aran, “Güven ancak zaman içinde oluşturulabilen kıymetli bir madde. O maddeyi tekrar inşa etmek zaman alacaktır. Yani günlük demeçlerle bir anda güven ortamının tekrar doğduğunu görmek ve veya beklemek çok doğru değil” diyor.
Aran, bölge ülkesi Katar’ın küçük ama elindeki mevcut gücüyle taraflarla kurmuş olduğu diyaloğu kendi lehine devam ettirme becerisi gösterebilmiş bir ülke olduğunu, bir zamanlar Türkiye’nin de dışardan böyle görüldüğünü söyleyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Eskiden Türkiye uyguladığı denge politikasıyla tarafların güvenine sahip bir ülke olarak bölgede ağırlığı olan bir ülkeydi. Bütün ülkeler birbiri ile kavgalı iken hepsiyle temas kurabilen ve güven tesis etmiş olan bir ülkeydik. Dediğim gibi güven çok kıymetli bir meta ve kaybetmek çok kolay ama tesis etmek ise zaman istiyor.”
Enerji Bakanı’nın İsrail ziyareti iptal
İki ülke normalleşme süreci çerçevesinde ticaretin yanı sıra başta enerji olmak üzere farklı alanlarda işbirliğini ilerletmeyi kararlaştırmışlardı.
Bu kapsamda, Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarıyla ilgili enerji işbirliğinde fırsatları konuşmak üzere Kasım’da İsrail’e gitmesi öngörülüyordu. Bu ziyaret iptal edildi.
DW Türkçe/Gülsen Solaker