Feodalizmden Kapitalizme Osmanlı’dan Türkiye’ye (II)
11 Ocak 2023Feodalizmden Kapitalizme Osmanlı’dan Türkiye’ye (II)
2-Osmanlı tarım rejiminin çözülmesi ve dönüşümü (Kapitalizme Evrilmenin yapısal sınırları)
16 yy ortalarından 19 yy başına kadar sürecin özetlendiği bu bölüm, koşullu toprak mülkiyetinden özel mülkiyete(kapitalist sayılamasa da) geçişi ve dış güçlerin yavaş yavaş Osmanlı üzerinde belirleyici olmaya başladıkları süreci tane tane anlatmaktadır. Hocamız bu bölüm üzerinde Osmanlının en karmaşık dönemlerinden birini masaya yatırıp analiz ediyor.
Çözülme sürecine, Osmanlı toplumunda tımar sisteminin neden bozulduğu sorusuyla başlayan Oğuz Oyan, cevap olarak Osmanlının hızlı genişlemesinin tepe noktasına ulaşıp savaşların artık askeri örgütlenme için verimsiz olmasına (hem uzun savaşlar dönemi başlıyor hem de ganimet azalıyor) bağlamaktadır.
Batının savaş yöntemleri açısından ileride olması, sipahilerin sistemden dışlanmasına ve yeniçeriler için daha fazla kaynak yaratılması ihtiyacını doğruyor. Sipahi, tımar sistemi içinden beslenirken, yeniçeriler doğrudan merkezden ödeme almaktadır. Berkes hoca “militer sorunu çözmek için teknoloji sorununu, onu çözümlemek için ekonomi ve maliye sorununu ele almak gerektiğini ve bunun da bir fasit daireye neden olduğunu” belirtmektedir.
Merkezi hükümetin parası yok muydu ? Vardı ama 2 büyük delik vardı.
Sayıca giderek artan sivil ve asker bürokratların ücretleri ve sarayın harcamaları.
Braudel’den bir alıntı yapılıyor “Sarayın lüksü hiç işitilmemiş cinstendi” (sayfa 186)
Yaşanan süreç kırsal-askeri rejimin çözülmesini hazırlayan etkenlerin merkezinde durmaktaydı. Bütün yükün, reaya üzerinde kaldığı bu süreç 14. yy Avrupasında da yaşanmış fakat orada çözüm yollarının feodal sistemin pekişmesine değil de gerilemesine yol açtığı belirtiliyor. Tahmin edileceği üzere Osmanlı’da bunun tersi oluyor. Feodal sistem güçleniyor.
Paraya sıkışan Devlet-i-Aliyye , iltizam sistemini masaya koyuyor. İltizam sisteminde asıl amaç, develetin ekonomik ve politik alanının genişlemesi iken tam tersi oluyor. Avarız vergileri adı altında merkezi dolaylı vergiler sisteme sokuluyor ve taşrada bunun kopyası olan salma vergileri yaratılıyor. Şu tespit önemli, devlet, mültezimlerden şikayet ederken kendisi de köylüyü sağmaktan geri kalmıyordu.
Bütün bunların yanısıra enflasyon ve paranın değerinin sürekli düşürülmesi, kıtlık…vs eklenince Celali İsyanlarının ayak sesleri duyulmaya başlanıyordu.
Hakim sınıflar; salma ile reayayı sağıyor, çiftlikler kuruyor ve devlete başkaldırıyorlardı. Hocamız, çiftliklerin gün yüzüne çıkmaya başladığı (peydahlandığı) dönemi burası olarak görmektedir. Çiftlikler daha çok, tefecilikle zorla el geçirilen köylü çiftlerini(hatta tımar) içeriyor ve arkasında eski dönemin askeri-tımarları güçleri bulunuyordu. Çiftlikler, para getirdiği için hayvancılığa yöneliyor bu da tarım arazilerini ortadan kaldırıyordu. Akdağ ” bu yıkımların köylülüğün konumunun gerilemesine neden olduğunu ” söylemektedir (Sayfa 202)
Gariban reaya ne yapıyordu?
Herhangi bir teknik ilerlemenin olmadığı tarım sektöründe çalışan reaya, hem avarız hem salma ödemek zorunda kalıyordu. Tabii, bunlar en ağır vergiler olduğu için vurgulanıyor. Tek ödedikleri vergiler bunlar değil.:)
Celali isyanlarıyla birlikte Büyük Kaçgun başlıyordu. Büyük kaçgun benzeri 14.yy’da Almanyada da yaşanmış fakat Osmanlı’da bu olayın yaşanması çok hızlı (10-20 yıl) gerçekleşmiştir.
OSMANLI ADETA, AVRUPADAKİ FEODALİZMİN KRİZİNİ İKİ YÜZYIL ARAYLA YAŞAMAKTADIR.(sayfa 210)
Osmanlı egemen (devletli) sınıfının toplumsal artık-ürün üzerindeki tekelci hâkimiyeti kırılmış, bu sınıfın dışında kalan toplum sınıflarından kimi unsurların elinde de servetler birikmeye başlamıştır. Osmanlı despotik sisteminin klasik yapısında meydana gelen bu bozulmanın somut göstergeleri ise, sistem içinde ağalık, derebeylik, ayanlık gibi “güç-servet” karması yeni oluşumların ortaya çıkması ve reayanın sömürülmesi sürecine bunların da ortak olmasıdır. Bu dönemde (17. ve 18. yüzyıllarda), devletin yüksek tabakası içinde dönen rüşvet ve mansıp ticareti gibi işlerden biriktirilen parasal servetlerin yanısıra, mültezimlik, malikânecilik, mukataacılık, dış ticaret, tefecilik, sarraflık gibi işlerden de çok önemli miktarlarda bir “parasal servet” birikimi sağlanmış bulunuyordu.(Kaynak)
Marx, parasal servetin sermayeye dönüşümü için gerekli unsurları TEFECİLİK, ticaret, kent sistemi ve devlet hazinesi olarak sıralamaktadır. Osmanlıda ise şu aşama da sadece TEFECİLİK vardır.
Çiftliklerin bir zenginlik kaynağı olduğunu düşünebilirsiniz ama devlet-i-aliyye yarın gelip kayyum(müsadere edebilir) atayabilir yada yarın yağmaya konu olabilirsiniz.
Engels alıntısı:
Gerçekten de, tıpkı bütün Doğu egemenlikleri gibi, Türk egemenliği de, kapitalist bir toplumla uzlaşmayacak bir şeydir; çünkü elde edilen artık-ürünü zorba valilerin ve gözü doymaz paşaların pençesinden kurtarmak imkânsızdır; burada, burjuva mülkiyetinin ilk temel şartını, yani tüccarın ve malının emniyet altında bulunması halini görmüyoruz. ( Selahattin Hilav, Marx, Türkiye Üzerine, Önsöz içinde, Gerçek Yay.,1966, s.9)
Devletten burada beklenen sermaye birikiminin önünü açacak merkantalist politikalar izlemesiyken Osmanlı’da tersi yapılıyordu. Sermayenin varlığı için uygun koşulların oluşturulmasının kökeninde olmak bir yana, tam tersi pozisyon alıyordu.
Büyük parasal servetlerin sisteme şırıngalanması ve kırsal alana yeni hakim toplumsal unsurların girişi, kapitalist üretime yönelebilecek bir evrime yol açmıştı fakat dönüşümün nesnel ve öznel önkoşulları ortada yoktu. (sayfa 216)
Sistem nerede tıkanıyordu?
Her durumda, biriktirilen nakit varlıkların sadece toprak mülkiyetine yatırılıyor olması olgusu, paranın hareketini sınırlayan ilk ve başlıca engeli oluşturuyordu.Sermayeye dönüşebilen paranın başlatabileceği süreç burada heba oluyordu. Aşağıdaki alıntıda görüldüğü gibi biriken para sermayenin gidebileceği alanlar sınırlıydı.
Tüm bu anlattıklarımızın üzerine DIŞ GÜÇLER de katılınca işler iyice karşıyordu.
Dış güçler değimiz şey kapitülasyonlar ve yabancı ülkelere verilen tüm imtiyazları içermektedir. Bu imtiyazlar nedeniyle dış ticaret açığı artmaya başlayacaktır. İhracat üzerine yasaklar getirilecek bu tam olarak ters tepip ithalatı daha da artıracaktır. (ayrıca kaçakçılığı da artıracaktır)
Lonca yapılarının kendi içlerine kapalı, devlet tarafından da baskılandıkları yeni teknikleri geliştiremedikleri bir ortamda yapılan ithalat karşısında eriyip gideceklerdir.
Görüldüğü üzere, sermaye tarım dışı kesimde birikmiyordu/birikemiyordu.
Tarıma gelince, tarımda düşük verimlilik olduğu aşikardır. Daha da önemlisi, çiftlikleri işletenler bu yapılara yeni yatırım yapmıyorlar.
Batıdaki gibi doğrudan olmasa da, küçük kırsal üretici mülksüzleşiyor fakat bu üreticinin gideceği kentte bir sanayi yoktu. Loncaların durumu da belli, zaten küçük yapılar taşradan gelecek nüfusu istihdam edecek güçleri yoktu.
Peki bu kitle nereye gidecekti ? Ya serseri olacak yada sekban olacaktı. (Celali isyanları)
Hoca sonuç olarak: “Batı’da tarım, manüfaktür ve uluslararası ticaret arasında kurulmuş olan üçlü işbölümü boyutunun Osmanlı’da tıkanmış” olduğunu belirtmektedir. (sayfa 233)
İltizam’a geri dönelim:
- Feodal aşırı sömürü
- Çiftlikler
- Mali malikaneye giden süreç
- Ordunun yapısı değişiyor.
Merkezi otorite zayıfladıkça ordunun teşkil biçimi de değişiyordu.
Burada Berkes alıntısı önemli
“18 yy boyunca İmparatorluğun savaş sırasındaki askeri gücü arık farklı kaynaklardan temin edilebilen toplama bir orduya dönüşmüştü” (sayfa 244)
Sened-i-İttifak(1808) ile önemli bir noktaya geliyordu imparatorluk. Bazıları bunu feodal bir ufalanma olarak görse de Oğuz Oyan bunu “UZUN DÖNEMLERDİR MERKEZİ DENETİMİN DIŞINDA GÜÇ VE OTONOMİ KAZANAN MERKEZKAÇ GÜÇLERİN, ARTIK MERKEZİ İKTİDARIN HAK VE HUKUKUNU VE OTORİTESİNİ KABULLENMEYE MECBUR DURUMA” geldikleri yer olarak görmektedir.
Sonuç olarak, feodalizmden kapitalizme geçiş dinamikleri Tanzimata kadar belirginlik kazanamayacaktır. Sened-i-İttifak , eski devrin kapandığının belgesi olacaktır. Güçlenen merkezi iktidarla gevşek de olsa kapitalist gelişmenin siyasi, hukuki kısmen de ekonomik altyapısı hazırlanmaya başlayacaktır.
Ama artık hiçbir gelişmenin dış dinamiklerin dahli olmadan ortaya çıkamayacağı yeni bir tarihsel ortama da adım atılmış bulunulmaktadır.
Not: Niyazi Berkes, Osmanlı için “Fakat hangisi olursa olsun, kazandıkları serveti ekonomik üretime yatırmazlar. Önemli fark buradadır”
Doç.Dr.Veri Delisi