Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

Doç.Dr. Baki Demirel ile Türkiye Ekonomisi

Doç.Dr. Baki Demirel ile Türkiye Ekonomisi

Doç.Dr. Baki Demirel ile Türkiye Ekonomisi

20 Mayıs 22 tarihinde Arda Meriç’in,  Doç.Dr Baki Demirel ile yaptığı görüşmeden;

Arda Meriç

Doç.Dr. Baki Demirel

Geçtiğimiz günlerde hiper enflasyona girdiğimiz yönünde bir tartışma konusu vardı, bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

  • Yani hiperenflasyon tanımı biraz farklı. Hiperenflasyon, aylık fiyat artışlarının %50 ve üzeri olduğu durum. Dolayısıyla Türkiye henüz öyle hiperenflasyon sürecine girmedi ama çift rakamlı aylık enflasyonlara çok yakın gittiğimizi de görmekteyiz. Dolayısıyla Türkiye’deki enflasyonu çok yüksek enflasyon olarak tanımlayabiliriz. Hatta bu durum birkaç yıl sürerse kronik yüksek enflasyon sendromu olarak değerlendirebiliriz. 1990’lardaki gibi bir sürece girebiliriz. Bu da tabii memleketin üretimi için gelir dağılımında çok ciddi bozulmalara neden olacaktır. Oldu, olmaya da devam edecektir. Bu da üretim yapısını daha da bozacaktır. Yani üretmek yerine paradan para kazanma durumu daha da ön plana çıkar. Reel kazançlar yerine finansal kazançlar daha cazip hale gelebilir, şu anda öyle olmasa da bu süreçte de finansal kazançlarda gerçekten çok ciddi sorunlar var. Elinde TL olanlar ve hatta döviz bulunduranlar finans sistemi üzerinden çok ciddi kazançlar elde edemiyor. Eylül 2021’den itibaren bu tamamen bozuldu ama mevcut faiz politikası sürdürebilecek durumda değil. Dolayısıyla bu yüksek enflasyon neticede finansal kazançları mutlaka arttıracaktır ve üretimi olumsuz etkileyecektir. Ve dolayısıyla da üretmek yerine para üzerinden para kazanmak durumu daha çok ön plana çıkacaktır. Şimdi öyle yoktur demiyorum. Ama bu kronik enflasyonda, yüksek enflasyon devam ederse ve birkaç yıla yayılırsa reel üretim üzerinde çok ciddi ve olumsuz sonuçları olacaktır. Hatta iflaslar daha sık olacaktır. Hatta ben tabii Türkiye’ye o kadar da süre vermiyorum. Mevcut küresel koşullar altında bu politikada bir değişiklik olmazsa Türkiye bir borç krizine de sürüklenebilir. 

Atilla Yeşilada hoca döviz rezervleri azaldıktan sonra Merkez Bankasının faiz artırımına gideceğini belirtti, sizce Merkez Bankası faiz artırımına gider mi?

  • Ben 3 Martta demiştim ki şuanda uygulanan kur sistemi örtük sabit kur hatta örtük sürünen parite olarak nitelendiriyorum. Bu sistemin uygulanabilmesi için KKM dediğimiz bir rezerv toplama aracı var fakat küresel finansal koşullar ve Türkiye’deki Ödemeler Dengesi Sorunları bu sistemin devamını güçleştiriyor.  

Peki bu durumda geçmişte olduğu gibi bir kambiyo rejimi tekrardan uygulanır mı?

  • Kambiyo rejimi uygulansa da kastedilen şey sermaye kontrolleri ise Türkiye gibi çok borçlu, dış borçları yüksek ülke için bu önemli bir sorun. Kambiyo rejiminin uygulanabilmesi için pek çok şeyi göze almak lazım, ülkeyi tamamen dünya ekonomisinden izole etmek lazım. Bu da mevcut üretimiz yapımızla pek bağdaşık durumda değil çünkü üretim olarak da, tarım olarak da dışa bağımlı bir ekonomiyiz. Memleketi dış dünyadan izole etmek çok ciddi açlık sorunlarıyla bile karşılaştırır. Zaten mevcut durumda döviz kıtlığı var o zaman bu tamamen ciddi bir sorun haline gelir ve ithalat yapamaz duruma geliriz.

Bu geçtiğimiz günlerde Hindistan’dan buğday alımı söz konusuydu ancak Hindistan buğday ihracatına karşı kota, sınırlama getirdi bunun benzeri ve daha şiddetlisi mi?

  • Tabii ithalat yapabilmek hatta üretim yapabilmek konusunda; daha çok ara ve yatırım malı ithalatı yapıyoruz. Ve hammadde ithalatı da yapıyoruz, sonuç olarak bu ithalatı yapmamız için dövize ihtiyacımız var, sermaye kontrolü getirip ekonomiyi bu şekilde izole ettiğinizde ithalat yapacak dövizi bulmakta da sorun yaşarsınız. Çok ciddi açlık ve kıtlıkla karşılaşırsınız, bu çok net dolayısıyla ben sermaye kontrollerini savunuyorum ama bunu tek başına Türkiye’nin yapabileceği bir şey olduğunu düşünmüyorum. Dünyada bir sermaye kontrolünün getirilmesi lazım bu da ancak yeni bir parasal sistemle olur, Türkiye tek başına sermaye kontrolünü getirirse mevcut durumda çok başaracağı bir şey değil. O yüzden bir geçiş sürecine ihtiyaç var Türkiye’nin bu borç ve üretim yapısını değiştirmesi lazım bunu nasıl yapacağı konusunda ise açıkçası bir makro planlamaya ihtiyaç var. Fakat bu geçiş sürecinden kastımda örneğin Yunanistan da ki gibi bir kemer sıkma politikası ya da daraltıcı mali genişleme değil. Yunanistan’da da çok başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Orada da daraltıcı mali genişlemeye rağmen çok ciddi borç sorunu devam ediyor, dolayısıyla bu doğru bir tercih değil. Burada tabii devletin daha ön plana çıktığı bir düzenlemeye ihtiyaç var buradan şu anlam çıkmamalı ‘sermaye kontrolleri getiremez’ derken hiç düzenleme getirilmesin, kontrolsüz sermaye hareketleri devam etsin düşüncesinde de değilim. Bu iş aşamalı olarak yapılmalıdır ve mutlaka yapılmalıdır fakat dünya ile bütünleşmiş bir biçimde yapılmalıdır. Bunu yapmazsak sermaye kontrollerini getirilmesi, gelir dağılımını düzeltici politikaların uygulanmasında da sorun yaşatabilir. Burada öncelik kamunun döviz bağımlılığını azaltmaktır. Burada koşullu yükümlülükleri kastediyorum özellikle koşullu yükümlülüklere yönelik düzenlemelere ihtiyaç var. 

2008 krizinden sonra kamu harcamaları ciddi bir şekilde arttı ve en son geldiğimiz noktada da DİBS’in faizi anaparayı geçti;

  • Öyle olduğu verileri yakından takip edenler tarafından söyleniyor. Ben bunun ciddi bir biçimde sorun oluşturabileceğini düşünmüyorum fakat burada devletin toplam borç stokunun %60’nın yabancı para cinsinden olması ve bu borçların ödenebilmesi için de döviz bulmak gerekiyor. Sadece cari açığın finansmanı açısından değil, kamu borçlarını çevirebilmek içinde dövize ihtiyaç var. Bu ciddi bir sıkıntı. Kur arttıkça da bu borçların kompozisyonundan ve kamu borçlarının büyük oranda dolarize olmasından dolayı kur arttıkça ülke riski de artıyor en son CDS primi 734’tü (20 Mayıs 2022). CDS priminin bu denli yüksek olması döviz bulmanın maliyetini de yükseltiyor. Sadece kamu için de değil Türk şirketleri içinde aynı şey söz konusu çünkü istisnalar dışında kamu borçlanma maliyetinin altında çoğu şirket borçlanamaz. 

Geçtiğimiz günlerde IMF’in Avrupa Bölgesi için yayınladığı bir rapor vardı, raporun ardından Deutsche Bank 2023 yılını resesyon kabul edip önlemler aldı, bu durumda Eurozone için beklentileriniz neler;

  • Avrupa’da çok ciddi üç sorun var,
  • Merkez- Çevre arasında borçlanma yapısının farklı olması; İtalya, Yunanistan gibi ama özellikle İtalya gibi güneyde çok borçlu ülkeler var ve bunların tahvilleri farklı risklerde, bu bir sorun. 
  • Sorun; Avrupa’nın bankacılık sistemi ile ilgili bankalar arasında tam bir entegrasyon yok. Euro bölgesine ait ülkelerin banka yapıları, bankacılık sistem yapıları bunlar arasındaki ilişkiler bir eş güdümden uzak ve farklı risklerdeler. Dolayısıyla bir şok geldiğinde ya da içsel bir sorunla karşılaştıklarında örneğin; petrol şoku gibi veya stagflasyon süreci gibi durumda bu bazı ülkeleri çok daha riskli hale getiriyor. Bir banka krizi yaşamaları çok daha olası hale geliyor. Bu krizler merkezi değil çevre tarafını etkileyecek. Bu durumda banka krizi çıkması şaşırtıcı olmaz bu banka krizi bu ülkelerde borç krizine evirilebilir. 
  • Sorun; Bunları çözebilecek büyük bir devlet yapısından kaynaklı; Avrupa’nın finans ve kamu risklerini azaltabilecek borç krizinin önüne geçebilecek bir devlet yapısına sahip olmaması yani mali federalizmin olmaması, Avrupa ekonomisinde de Alman ekonomisinin dinamizmi ön planda oluşu tüm Avrupa’yı ve bölge üretimini olumsuz etkileyecektir. Burada temel etmen Rusya ve enerji bağımlılığıdır. Avro bölgesi mevcut borç sorununu sürdürürken arz kaynaklı bir sorunla karşı karşıya. ECB, FED gibi agresif politika izleyemiyor, çünkü borç sorunu ABD ye göre daha büyük buna bir de Rusya- Ukrayna savaşı ve enerji bağımlılığı da eklendi. Bunun bizim için önemli kısmı ise Avrupa Bölgesinin bizim açımızdan çok önemli ticari partnerimiz olması, Avrupa ekonomisinin daralması hatta daha da kötüsü bir borç krizine girmesi bizi ihracatta oldukça zorlayacak döviz ihtiyacımızı arttıracak ve dolayısıyla kırılganlığımızı daha da arttıracak bir durum oluşturabilir.

Geçtiğimiz yılın eylül ayında küresel olarak merkez bankaları Euro talebinde bulunuyordu, ancak son durumda FED in faiz kararının ardından tam tersi bir durum başladı Fed’in varlık alımlarını kısıtlamaya gideceğini belirtmesi Türk ekonomisine nasıl yansıyacak;

  • En basit şekilde Türkiye oransal olarak ithalatını dolar, ihracatını Euro ile yapar. Biraz önce belirtiğim gibi çok ciddi borç ve finansal kırılganlıkla karşı karşıya olduğundan ECB faiz arttıramıyor. FED ECB ye göre daha ‘agresif’ davranabiliyor, dolar cinsinden varlıklara yönelik talep daha da artıyor ve Euro dolar karşısında değer kaybediyor. Bu aslında bir bakıma ABD’nin ticari ilişkilerini de göz önüne aldığında kendi enflasyonunu Euro bölgesine ihraç etmesi demektir. Avrupa’nın bu durumda olması bizim dış ticaret hadlerimiz açısından kötü diğer yandan Euronun değer kaybetmesi ticaret hadlerini bizim aleyhimize çevirecek durumdadır. TCMB negatif faiz vermeye devam ederken de merkez ülke faizinin artması TL üzerinde çok ciddi baskı yaratır.  Küresel parasal hiyerarşinin tepesinde dolar vardır, en tepedeki faizi arttırırken siz faizi sabit bırakmayı tercih ederseniz para oraya gider ve döviz bulmakta zorlanırsınız, ticaret açıklarınız ve finansal açıklarınız büyür dolayısıyla da aslında doğru bir şey yapmamış olursunuz.  Türkiye’ye etkisi de bu şekilde olur

Burada gelir eşitsizliği makasının büyütmeyecek mi?

  • TL değer kaybettikçe zaten fakirleşiyorsun. Ani bir kur şokuna tekrar girersen, mevcut KKM’yi sürdüremeyecek bir nokta var o da rezervlerin tamamen tüketilmesi ondan sonraki noktada kur artışı yoksulluğu daha da büyütecektir.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler