Ekonomi
Simone Kaslowski: Rusya-Ukrayna Savaşının Tetiklediği Dönüşümler
2008 küresel krizinin ve 2015 göçmen krizinin tetiklediği dinamikler, Soğuk Savaş sonrası kurallara ve piyasa ekonomilerine bağlı liberal demokratik küresel…
2008 küresel krizinin ve 2015 göçmen krizinin tetiklediği dinamikler, Soğuk Savaş sonrası kurallara ve piyasa ekonomilerine bağlı liberal demokratik küresel düzenin geleceği için soru işaretlerine yol açtı. Popülizm, korumacılık, otokrasileri yatıştırma politikaları, dış politikada perakendeci yaklaşım öne çıktı. ABD’de küresel sorunlara ve kurumlara duyarsızlık, Avrupa Birliğinde (AB) entegrasyonla ilgili kurumsal sorunlar ve yumuşak güçte aşınma oluştu. Bir yandan Batı’daki bu uyumsuzluklar stratejik özerklik tartışmalarına zemin kazandırırken, diğer yandan ekonomik olarak Çin, jeopolitik olarak da Rusya oluşan küresel stratejik boşluğu dolduran adımlar attılar. 2020’de başlayan pandemi bu dinamikleri hızlandırdı.
Bu dönem Türkiye’ye ekonomik gelişme, insani kalkınma, hukuk devleti, demokrasi gibi alanlardaki karşılaştırmalı endekslerde gerileme yılları olarak yansıdı. AB üyelik süreci tıkanıp ilişkiler Türkiye’yi göçmenler için tampon bölge olarak temel alan alışveriş modeline evrilir, ABD ve NATO ile olan daha stratejik boyutlu ilişkilerde de aşınma görülürken, dış politikada yalnızlaşma sorunu ortaya çıktı. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yeniden normalleşme arayışları bu zorlu dönemin sona ermesi için bir kapı araladı.
ABD’de yeni yönetimle birlikte küresel jeopolitik ayrımın demokratik normlar eksenine oturtulması ve transatlantik ittifaktaki çatlakların onarılmaya çalışılması 2010’ların eğilimlerinin tersine çevrilmesi yolunda ilk belirtiler oldu. Yeşil Anlaşma girişimleri de küresel sorunlara küresel çözüm perspektifini yeniden yeşertti.
Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve saflarını sıkılaştıran Batı
Transatlantik ittifakın ve AB’nin iç sorunları ve yatıştırma politikaları nedeniyle jeopolitik kazanım özgüvenine sahip olan ve Çin’in de stratejik desteğini alacağını düşünen Rusya için Ukrayna yeni hedef oldu. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı Batı’nın saflarını sıkılaştırarak dünya sahnesine etkili bir dönüş yapmasını sağladı. Tarihi bir kırılma anındayız.
Küresel düzenin kural ve değer esaslı bir idaresinin mi öne çıkacağı, yoksa sert güce dayalı bir belirsizlik ve kuralsızlık dönemine mi girildiği henüz açık değil. Yine de süreç otokrasilere karşı demokrasilerin, devlet kapitalizmine karşı piyasa ekonomilerinin dayanıklılığını göstereceği kenetlenmiş güçlü bir transatlantik ittifak gerçeğini öne çıkardı. Rusya’nın bu süreçten ağır bir ekonomik ve jeopolitik yıpranma ve statü kaybıyla çıkacağı ve yönetim modelinin çevre ülkeler için esin kaynağı olamayacağı da görüldü.
Rusya’nın kabul edilemez işgal girişimi Ukrayna’da büyük bir insani drama neden oldu. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına yönelik bu saldırı, durdurulmadığı takdirde hem insani açıdan hem de uluslararası hukuka dayalı düzen ve bölge ülkeleri açısından yeni risklere yol açacak.
Yeni küresel denklem ve Türkiye
Yeni küresel denklem Türkiye açısından dış ilişkilerini transatlantik ittifak ve AB uyum süreci açısından tazeleme gereğini ortaya koydu.
Uluslararası düzende büyük güçler arası gerilimlerin stratejik özerklik arayışlarına sınır koyduğunu, Ukrayna krizi boyunca özellikle NATO ve AB bünyesinde gözlemledik. Türkiye de hem Batı ile hem de bölge ülkeleriyle sorunlarını giderme yolunda adımlar attı. Montreux Sözleşmesi’nin bölge ülkeleri açısından sağladığı denge daima gözetilirken, transatlantik ittifakın caydırıcılığının da ülkemiz güvenliğine sağladığı katkı göz önünde bulundurulmalı. Krizin başından bu yana Türkiye’nin tercihini bu yönde ortaya koyduğu dikkate alınmalı, Rusya ile ilişkilerin dengelenmesi hedeflenmeli.
Türkiye’nin bu kriz sürecinde saldırıyı kınayan ve reddeden tutumu ve gerçekleştirdiği diplomatik girişimler sonucu Antalya Diplomasi Forumu’nda Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesi çok önemli bir adımdı. Görüşme tüm dünyayı barış için umutlandırırken dikkatleri de ülkemize çevirdi.
Bugün için somut bir sonuca ulaşamasa da tarafların diyaloğuna kıymetli katkı sunan bu görüşme sonrasında, krizin daha fazla kayıp olmadan çözümü için Türkiye’nin diplomatik girişimlerine benzer çabaların yoğunlaştırılması gerekir. Antalya Diplomasi Forumu bu kritik dönemde ülkemizin uluslararası alandaki itibarı açısından da çok önemli bir girişim oldu. Bu inisiyatifin gelecekte de ülkemizin uluslararası ilişkiler ağındaki konumuna ve etkinliğine büyük değer katacağına inanıyoruz.
Avrupa ve çevre ülkelerle Rusya arasında var olan dengesiz ekonomik bağımlılık ilişkisinin yarattığı maliyetler de gündemde. Nitekim AB, başta enerji alanı olmak üzere kaynak çeşitlendirme yolunda kapsamlı adımlar atmaya başladı. Bu dönemde kural temelli ekonomik düzenin güçlenmesi ve savunma alanında yeni yapılanma eşzamanlı öncelikler konumunda. Yeşil ve dijital dönüşüm, enerji, tedarik zincirleri ve hammadde tedarikinde sorunların ortak bir yaklaşımla ele alınması da kaçınılmaz. Türkiye’den TÜSİAD ve TİSK’in üye olduğu Avrupa İş Dünyası Konfederasyonu BusinessEurope 10 Mart’ta Versailles’da bir araya gelen AB liderlerine hitaben yayımladığı açıklamada bu hususlara işaret ediyor. Avrupa iş dünyası barış ve demokrasi için güçlü bir tutum sergiliyor. Bu yönde ekonomik direncin güçlendirilmesine önem veriyor ve ana ekonomik ortaklarla eşgüdüm içerisinde ilerlenecek yol haritasını belirliyor.
Sürecin ekonomik yansımaları
Dış politikada yaşanan sürecin aynı zamanda ekonomik yansımaları da olacak. Dış ticaret, finans, turizm, beklentiler ve Avrupa ile olan ihracatımız, dünyada artan fiyatlar ve enflasyon… Bunların her birini kalem kalem detaylı değerlendirmek ve önlem almak gerekiyor. Ülkemize o bölgeden gelen turistlerin payı yaklaşık yüzde 25-30. Tamamını olmasa da bir kısmını kaybedeceğiz. Dış ticaret tarafında da sadece bu iki bölge değil, yavaşlayan Avrupa ekonomisi ile beraber yavaşlayan bir ihracatımız mevcut. Bunlar da ihtiyacımız olan dövizi yeterli oranda bulamama riskine işaret ediyor. Diğer taraftan bu iki ülke çok önemli hububat tedarikçilerimiz. Burada fiyat ve arz sorunu bir anda oluşuyor. Enerji tarafı da önemli maliyetimiz olan başka bir kalem. Petrol 70 dolardan 110 dolara yükseldi. Varil başına her 10 dolarlık artış cebimizden 5 milyar dolar silmekte. Dolayısıyla ilk aşamada çok kaba bir hesapla ekonomimize ekstra 35-40 milyar dolarlık bir maliyet çıkıyor. Şu ana kadar gerçekleşen verilerde, ister dış ticaret açığında olsun ister enflasyonda, yaşanan savaşın etkisi henüz yansımış da değil, bu etkiyi ancak Mart ayı geçtiğinde görebileceğiz.
Enflasyon
Bu sürece çok yüksek, yüzde 55 civarında bir enflasyonla ve düşük Merkez Bankası rezervlerimizle yakalandık.
Enflasyonun yaza doğru yüzde 60’lara geleceğini herkes gibi bizler de hesaplıyorduk fakat son durum bu görünümü de tamamıyla değiştirdi. Kur üzerinde baskı net, buradan bir risk oluşabilir. Öte yandan globalde sadece buğday, soya gibi tarım emtialarında değil tüm emtialarda çok şiddetli fiyat artışları var. Yıl genelinde ücretlere yapılan tüm ayarlamalar da, asgari ücretteki artış da erimiş durumda. İşte bu yüzden en baştan bu yana, enflasyon yüzde 20’lerdeyken çok dikkatli olmamız gerektiğinden bahsediyorduk. Hali hazırda iktisadi çerçevede enflasyon ile tam mücadele edemiyorken bu krizle karşı karşıya kaldık. Bugün de görüyoruz ki enflasyonla mücadelede bir kere kontrolü kaybettiniz mi çözüm sandığımızdan da zor olmakta. Üzerine dışsal bir şokla da karşı karşıya kaldığımızda, enflasyonu yüzde 60’lardan çevirmemiz çok zor gözükmekte.
Cari açık ve yatırımlar
Diğer görünüm değişikliği de genişleyecek olan cari açığımız ve yavaşlayacak yatırımlar. Savaşın söz konusu olmadığı Ocak-Şubat aylarında dahi toplam 18 milyar dolar dış ticaret açığı verdik. Bu, 15 milyar dolar olan cari açığımızın Şubat ayıyla beraber 25 milyar dolara zaten yükseldiğini gösteriyor. Bir de üzerine savaşın enerji ve emtiada yarattığı maliyeti, ihracatımızı yavaşlatacağını ve daha az turizm geliri elde edeceğimizi hesaba katarsak 2022’de 2021’den çok daha yüksek bir cari açıkla baş etmemiz gerekecek.
Elbette tüm bu kısa vadeli hesaplar bile ülke ekonomimizin büyümesinde özellikle yatırım bacağında baskılayıcı olabilir. Hali hazırda yatırımlarda yavaşlama hesaplıyoruz. Bu yıl büyümede arzu ettiğimiz performansı yakalayamama riskimiz mevcut. Daha uzun vadeli bakarsak enflasyon çok yüksek ve hanehalkının refah kaybı kontrol edilemez durumda.
Enerji ve gıda arz güvenliği
Doğal gaz tüketiminin yaklaşık yüzde 99’unu ithal ediyoruz. Rusya gazı yüzde 45 seviyesinde. Enerji arz güvenliği ve iklim krizini odağına alan bir enerji dönüşümünü tesis etmek, bunun yanında savaş ile hızlanan dirençli enerji sistemi tartışmalarına aktif katkı sağlamak kritik önemde. Sürdürülebilir enerji kaynakları hem çevresel kaygıları gözetme hem de arz güvenliğini güçlendirecek kaynak çeşitliliği açısından önem kazanıyor. Savaşın karşı karşıya bıraktığı zorlu enerji denklemi iklim krizi ile mücadeleyi gölgelemiş gibi görünse de pandeminin dijital ve yeşil dönüşümü hızlandırma etkisine benzer şekilde sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelimin ivmelenmesini bekleyebiliriz. İklim değişikliğinin etkilerinin yanı sıra maliyet artışı kaynaklı bir gıda enflasyonu sorunumuz da var. Tahıl ve yağlı tohumlarda Rusya ve Ukrayna başta olmak üzere dışa bağımlılığımız gıda arz denkleminde birçok sektörü doğrudan etkilemekte. Sürdürülebilir tarım odaklı yapısal iyileştirmeler, gıda arz güvenliğinin yanı sıra enflasyonist baskı açısından da yüksek önemde.
Yazının tamamı burada.