Ekonomi
Prof Mehmet Hasan Eken: Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Büyüme Üzerine Bir Analiz (1)
Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi 1923-2021 dönemi büyüme verileri hükümetler bazında farklı dönemlere ayrılarak incelenmektedir. Büyüme verileri siyasi partilerin ve/veya…
Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi 1923-2021 dönemi büyüme verileri hükümetler bazında farklı dönemlere ayrılarak incelenmektedir. Büyüme verileri siyasi partilerin ve/veya hükümetlerin uyguladıkları politikalar esas alınarak farklı kırımlar halinde incelenirken ilgili dönemlere ilişkin arka planda yaşanan siyasi ve iktisadi konulara da değinilmektedir.
Grafik 1: Zincirlenmiş Hacim Endeksine Göre 1923-2021 Dönemi Büyüme Oranları
Kaynak: TÜİK verileri kullanılarak hazırlanmıştır.
Yukarıdaki Tablo 1’den görülebileceği gibi Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi 1923-2021 döneminde ortalama %5,07 büyümüştür. Dönemsel bazda en yüksek ortalama büyüme oranı %7.85 ile 1923-1938 döneminde gerçekleşmişken en düşük ortalama büyüme oranı ise 1938-1950 döneminde %2 olarak gerçekleşmiştir. Yıl bazında ise en yüksek büyüme oranı %32.1 ile 1946 yılında elde edilmişken en düşük büyüme oranıysa %-15.3 küçülmeyle 1945 yılında yaşanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti istiklalini 1922’de kazanmış olmakla beraber siyasi kuruluşu 1923 yılı içerisinde tamamlanmıştır. Ancak iktisadi kuruluşu günümüzde bile halen devam etmektedir. Tablo 1’de yer alan büyüme verilerini analiz etmeden önce aşağıda 1923 yılında kurulmuş olan genç Cumhuriyetin envanteri özetlendikten sonra bu envanter ile neler yapılabileceğini planlayan İzmir İktisat Kongresi sonrasında önerilen politikalar özetlenecektir.
1923 yılında kurulan Cumhuriyetin nüfusu 12 ila 13 milyon arasındaydı. Sanayi fakiri olan ülkede tarımsal üretim iptidai koşullarda yapılmaktaydı. Savaşlar nedeniyle çalışabilecek nüfusunun büyük bölümü yok olan ülke insan kaynağı bakımından da oldukça fakirdi. Üstelik yetişmiş, eğitimli insan ya da yönetici olarak çalışacak eleman sayısı da yok denilecek seviyedeydi.
Karayolları olmayan, deniz ve demiryolları ise yabancılara ait olan ülkede devlete ve şahıslara ait birkaç küçük tesis dışında neredeyse fabrika yoktu.
Benzer şekilde savaş yorgunu ülkede finansal kaynaklar da yok denecek seviyedeydi. Üstelik Osmanlı’dan kalan borçların da genç cumhuriyet tarafından ödenmesi gerekmekteydi.
Bu şartlar altında 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir İktisat Kongresi toplandı[1]. Hedef Cumhuriyeti iktisadi olarak da kuracak bir ülke oluşturmaktı. Kongre sonunda yayımlanan sonuç bildirisinde yer alan önemli kısımlar aşağıda aktarılmaktadır.
- Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
- El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
- Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
- Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
- Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
- Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
- Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
- Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
- İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
- Sendika hakkı tanınmalıdır.
Görüldüğü gibi İzmir İktisat Kongresi esas olarak bir tür “Yerel Kaynaklara Dayalı Üretim Ekonomisi” önermektedir. Özel sektörün teşvik edilmesi gerektiği açıkça belirtilen kongrede onların yetersiz kaldığı alanlarda devletin ekonomide güçleneceğinin altını çizmiştir. Bu açıdan bakıldığında bir tür liberal-karma ekonomi modelinin önerildiği söylenebilir. Ancak odak noktası tamamen “yerel kaynakların” kullanımının özendirilmesidir. Bu yerel kaynaklar ise başta insan kaynağı olmak üzere bütün yeraltı ve yerüstü kaynakları kapsamaktadır.
1923-1938 Dönemi
Kuruluş dönemi olarak adlandırılabilecek bu dönem yaşanan 1929 buhranına rağmen ortalama %7.85’lik büyüme ile en yüksek büyüme hızına sahip olunan dönemdir.
Bu yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nde tamamen “yerel kaynaklar” kullanılarak tren yolları ve karayolları inşa edilerek ülkenin alt yapısını kurmanın temelleri atılmıştır.
Öte yandan gerek devlet ve gerekse özel sektör tarafından farklı sektörlerde fabrikalar ve onlara parasal kaynak sağlayacak bankalar da kurulmuştur. Bu dönemde devlet tarafından kurulan milli bankalar ve halk tarafından kurulan yerel bankaların sayısı 50’ye yaklaşmıştır. Aynı dönemde devletin kurduğu fabrikaların sayısı da 50’yi aşarken bunların etrafında da özel sektör tarafından çok sayıda küçük ölçekli tesisler kurulmuştur.
Madencilik sektörünü finanse etmek için Etibank, tekstil sektörünü finanse etmek için Sümerbank, esnafı finanse etmek için Halkbank, İmar ve inşaat sektörünü finanse etmek için Emlakbank devlet tarafından bu dönemde kurulmuştur.
Bu dönemde kurulan her bir banka belli bir sektörü finanse etmek için kurulurken belli bir tarım ürününün bol olduğu yörelerde de o ürünleri işleyip katma değer yaratacak fabrikalar kurulmaktaydı.
Mesela pamuk üretiminin bol olduğu Çukurova’da tekstil fabrikaları kurulurken, bu fabrikaları finanse edecek Sümerbank da ülke genelinde hizmet vermek üzere kurulmuştu. Tekstil sektörünü fonlayacak özel sermayeli yerel bankalar ise sonraki yıllarda kurulmuştu.
Ege bölgesinde kurulan Tütünbank ve Egebank da Ege bölgesinde tütün ve üzüme dayalı endüstrileri finanse etme amacıyla kurulmuş bankalardı. Benzer şekilde çok sayıda örnek verilebilir.
Aynı dönemde Fiskobirlik benzeri kooperatifler ve Toprak Mahsulleri Ofisi de kurulmuş olan çiftçiyi destekleyen kurumlar olmuştur.
Tabiri caizse bu dönemde detaylı bir planlamayla belli bir bölgede yetişen sanayiye uygun bir tarım ürünü tespit edildikten sonra o bölgede fabrikalar kurulup o ürünün üretimi teşvik edilirdi. Şeker pancarı, narenciye, pamuk, fındık ve hatta çay buna örnek olarak verilebilir.
Böylece “Tarıma Dayalı Endüstriler” yaratılarak tarım ürünlerinin katma değeri yüksek ürünlere dönüşümü sağlanmaktaydı. Bu çalışmalara koşut geliştirilen sektörün sermaye ihtiyacını karşılamak üzere de ilgili bölgede bir yerel bankanın kurulması özendiriliyordu. Bu banka kurulana kadar ise sermaye ihtiyacı devlete ait milli bankalar tarafından karşılanıyordu.
Benzer şekilde madenlerimizin çıkarılıp işlenmesi için de gereken çalışmalar yapılmış ve başta demir-çelik fabrikaları olmak üzere bu alanda da çok sayıda fabrika kurulmuştur. Bu sektörün finansmanını sağlamak üzere de Etibank kurulmuştur.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti neredeyse hiç dış borç kullanmamıştır. Bilakis dış borç ödemiştir. Devletin aldığı bazı dış borçlar yabancıların elindeki kapitülasyonların kaldırılması ve millileştirilmesi için kullanılmıştır. Bazı dış borçlar ise nokta atışı fabrika kurulması amacıyla alınmıştır. Bu dönemde alınan dış borç miktarı sadece 25 milyon dolar civarındadır.
Öte yandan aynı dönemde Osmanlı’dan kalan 68.2 milyon altın Osmanlı lirası borç ödemesinin taksitleri ödenmiştir. Bir altın lira 7,2 gram altın ağırlığındaydı. Buna göre Osmanlı’dan kalan dış borç toplamı 491.040.000 gram altın etmektedir. O da 1 gram altın = 55 $ ile 2 milyar 701 milyon dolar etmektedir. Bu borcun son taksiti 1954 yılında ödenerek borç kapatılmıştır.
Bu döneme ilişkin değerlendirmeleri kapatmadan önce iki konuya daha değinmek istiyorum. İlk önce 1930 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan söz etmek gerekir. Osmanlı Bankası İngiliz sermayeli ve merkezi Londra olmak üzere 1856 yılında kuruldu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun merkez bankası rolünü üstlendi. 1863 yılında bankaya Fransızlar da ortak olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu bu bankanın sahibi değildi. Bu banka Osmanlı İmparatorluğu süresince para basma tekeline yani imtiyazına sahipti
1923-1930 döneminde Cumhuriyet’in merkez bankası olarak da imtiyazlı rolünü sürdüren bankanın yetkileri 3 Ekim 1931 yılında TCMB’nin faaliyete geçirilmesiyle sonlandırılmıştır.
Son olarak TL değer kaybı/kazancı ile büyüme arasındaki korelasyona bu dönem için 1929 buhranıyla beraber değinmekte yarar vardır. 1929 yılında başlayan ekonomik kriz 1930 sonrası etkisini şiddetlendirerek devam ettirmiştir. Büyük buhranın etkileri ancak 1939 yılında tam olarak sona ermiştir.
Grafik 2: 1923-1938 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı
Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.
Grafik 2’de turuncu eğri TL’nin Amerikan doları karşısındaki kazanç/kayıplarını gösterirken mavi eğri ise yıllık büyüme verilerini göstermektedir. Grafikte görüldüğü gibi bu dönemde ekonomi 3 sene küçülürken 12 yıl büyümüştür. Aynı dönemde TL dolar karşısında 5 yıl değer kaybetmişken 4 sene değer kazanmış ve 6 yıl TL/USD kuru sabit kalmıştır.
TL’nin dolar karşısında 1934 ve 1935 yıllarında elde ettiği %24 ve %28.6’lık değer kazancı tamamen ABD dolarının altın karşısındaki “devalüasyonuna” bağlanabilecektir. Büyük Buhrandan çıkış için ABD’de devreye alınan New Deal (Yeni Anlaşma) kapsamında 1934 yılında doların altın karşısında değeri düşürülerek piyasaya daha fazla dolar sürülmüştü. Bu çerçevede TL de dolar karşısında arka arkaya iki sene rekor değer kazanmıştı.
Bu konuya neden dikkat çekiyorum. TL’nin dolar karşısında 1934 ve 1935 yıllarında rekor değer kazanmış olması ekonominin 1936 yılında dolar bazında %23 gibi rekor bir büyüme elde etmesinde büyük payı olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki 1936 senesinde 1935’e göre ekonomi aynı hacmini korumuş olsaydı bile ekonomi sırf TL değer kazancı nedeniyle büyümüş olurdu.
Çalışmanın ileriki bölümlerinde de TL’nin dolar karşısındaki kazanç/kayıplarıyla ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye zaman zaman değinilecektir.
1939-1950 Dönemi
Kuruluş sonrası gelişme dönemi olarak adlandırılabilecek bu dönemde ekonomi ortalama %2 büyüyerek Cumhuriyet döneminin en düşük ortalama büyüme oranına sahip olunmuştur. Elbette bunun en önemli nedeni 6 sene süren İkinci Dünya Savaşıdır.
Bu dönemdeki ülke envanterine bakıldığında genç cumhuriyet 1923-1938 döneminde inşa ettiği demiryollarıyla ulaşım alt yapısının geliştirilmesi önemli ölçüde gelişme sağlanmıştır. Benzer şekilde farklı sektörlerde açılmış olan çok sayıda fabrikalarla sanayi üretiminde de önemli mesafeler kaydedilmiştir. Ancak tarımsal üretimde makineleşme konusunda henüz istenen seviyelere gelinememiştir.
İnsan kaynağına bakıldığındaysa ülke nüfusunun 1940 yılında 18 milyona yaklaştığı ve okuma yazma oranının da %30 seviyesine yaklaştığı görülmektedir. Bunda elbette 1928 yılında yapılan Harf Devrimi sonucunda kullanılmaya başlanan Latin alfabesinin rolü büyüktür.
İnsan kaynağının geliştirilmesine dönük olarak 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun sayesinde yurtdışına eğitim için gönderilen çok sayıda öğrencinin yetişip dönmesiyle geniş bir yelpazede nitelikli insan kaynağına da sahip olunmuştur.
Bu yasa kapsamında günümüzde de yurtdışına eğitim için öğrenciler gönderilmekte ve ülkenin insan kaynağının gelişimine çalışılmaktadır. Ben de onlardan biriyim. Günümüzde 1416 sayılı yasa kapsamında devlet bursuyla yurtdışında eğitim alanların kurduğu bir WhatsApp grubu da bulunmaktadır.
Bu dönemin başında ülkedeki traktör sayısı sadece 200 civarındayken, biçerdöver ise bulunmamaktaydı. 1945 yılına kadar bu tür tarımsal makinelerin sayısında artış olsa da arzulanan seviyede bir artış olmamıştır. Elbette bunun da nedeni tamamen İkinci Dünya Savaşı ve bu savaş nedeniyle ülke kaynaklarının da ağırlıklı olarak savunma sanayiine aktarılmasıdır. Hatta bu dönemde İngiltere’den alınan dış borç ile yine aynı ülkeden silah satın alınmıştır.
Grafik 3: 1938-1950 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı
Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.
Bu dönemde de 1923-1938 döneminde olduğu gibi “Yerel Kaynaklara Dayalı Üretim Ekonomisi Politikaları” benimsenerek, madencilik ve tarıma dayalı entegre üretim tesisleri kurularak ekonominin üretime ilişkin temelleri daha da güçlendirilmiştir. Bu dönemde devlet tarafından kurulan fabrikalar, yapılan yollar ve diğer faaliyetlerin listesi için https://www.ismetinonu.org.tr/1938-1950-arasinda-yapilanlar/ sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Yukarıdaki Grafik 3’te de görülebileceği gibi Türkiye ekonomisi 1939-1945 döneminde toplamda %33 küçülmüş, savaş sonrası dönem olan 1946-1950 dönemindeyse %57 büyümüştür. Bunun en önemli sebebi savaş süresince ülke kaynaklarının savunma amaçlı alanlara aktarılması olarak öne çıkmaktadır. Savaş sonrası dönemde ise bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oluşan barış ortamında ekonomiler hızlı bir büyüme sürecine girmişlerdir. Öyle ki ekonomi tarihinde büyüme için bundan elverişli bir dönem yoktur.
1944 yılında oluşturulan Bretton Woods sistemiyle altına dayalı sabit kur sistemine geçilmesinin de 1946 ve sonraki yılların büyüme verileri üzerinde çok önemli etkileri olduğu düşünülmektedir.
Yine Grafik 3’te görülebileceği gibi TL dolar karşısında bu dönemde toplamda %67 oranında değer kaybetmiştir. Savaş boyunca sabit tutulan kur 1945 ve 1946 yıllarında sırasıyla %30 ve %33 oranında değer kaybetmiştir. TL’deki bu değer kayıplarının 1946 yılındaki %32.1’lik rekor büyüme üzerindeki olumlu/olumsuz etkileri incelemeye değer bir husustur.
[1] İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlara aşağıdaki link ile ulaşabilirsiniz. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir_%C4%B0ktisat_Kongresi
Devamı gelecek…