Dünyada ve Türkiye’de bazı çevreler IMF’ye tepki duyar. Nedeni IMF’nin ekonomik istikrar için, verdiği krediler için, stand-by düzenlemesine toplam talebi düşürmeyi, yani kemer sıkma politikalarını şart olarak koymasıdır.
Enflasyon, arz- talep dengesinin bozulması ile ortaya çıkar. Eğer yüksek enflasyon ve yüksek cari açık yoksa, zaten kimse IMF’ye gitmez. Ama enflasyonu düşürmenin kısa dönemde toplam talebi kısmaktan başka çaresi de yoktur. Orta ve uzun dönemde, yatırımları ve mal ve hizmet arzını artırmakta fiyat dengesini sağlar.
2001 krizinde IMF ile stand-by düzenlemesi yaptık. Bu kapsamda 3 yıllık ”Güçlü ekonomiye geçiş programı” uygulandı. Bu programda kemer sıkma ile ilgili iki husus vardı;
Birincisi; maaş ve ücretlerin gerçekleşen enflasyona göre değil de, hedef enflasyona göre düzeltilmesi şartı idi. Gel gör ki, gerçekleşen enflasyon hedef enflasyonun altında kaldığı için işçi ve memur bu uygulamadan kârlı çıktı.
İkincisi; tarımsal desteklerin düşürülmesi idi. Maalesef tarımsal destekler yarı yarıya düştü. O günden beri siyasi iktidar aynı çizgide gitti. Tarımsal destekleri artırmadı.
IMF İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve bizim de 1947’de kurucu üyesi olduğumuz bir kuruluştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada yeniden ekonomik istikrarı sağlamaya destek için kurulmuştur.
IMF’nin temel amaçları:
*Uluslararası parasal iş birliğini sağlamak;
*Uluslararası ticaretin yaygınlaşmasını ve dengeli bir şekilde büyümesini sağlamak;
*Kur istikrarını sağlamak;
*Birçok taraflı ödemeler sisteminin kurulmasına yardımcı olmak;
*Ödemeler dengesi güçlükleri yaşayan üyelere koruma önlemleri ile birlikte kaynak sağlamaktır.
Türkiye, IMF’den ilk borcunu 1958 yılında almıştır. 1960-2008 arasında; IMF ile 21 stand-by düzenlemesi yapılmıştır. 1958 ile 2000 yılı arasında 33 milyar SDR tutarında kredi, 2001-2005 iki stand-by düzenlemesi ile 28 milyar dolar kredi almış ve 2013 yılında borcunun son taksitini ödeyerek bitirmiştir.
189 ülke IMF’ye üyedir. En büyük borçlu ülkeler: Arjantin, Ukrayna, Yunanistan, Mısır’dır. En büyük ihtiyati krediler, Meksika, Kolombiya, Fas’a verilmiştir.
IMF’ye gitmek, ülkede ekonomik kriz olduğunun tescil edilmesidir.
Ne var ki IMF’ye gitmenin maliyeti, her zaman krizin ağır bedelinden daha az olmuştur.
Bugünkü koşullarda; Türkiye IMF ile stand-by düzenlemesine gitmez ve kredi almaz ise yaşamakta olduğumuz krizin ömrü uzayacak ve maliyeti artacaktır.
Bugünkü günübirlik politikalar; dış borçlarda temerrüt, içerde iflaslar, GSYH’da daralma ve işsizlikte artış riski taşımaktadır.
1.Dış borçlarda temerrüt riski;
2022 cari açık 55 milyar dolardır, GSYH’nın yüzde 5,5’i kadardır. Bir yıl içinde ödememiz gereken dış borç ve cari açık toplamı 230 milyar dolardır. Türkiye’nin CDS oranı 620 baz puan olarak, tahvilleri uluslararası piyasada işlem gören 21 ülke içinde Rusya’dan sonra en yüksek ikinci sıradadır. Dış borçları pahalı çevirebiliyoruz. Merkez Bankası rezervleri eksidedir.
2.GSYH’da daralma, iflas riski ve işsizlik;
*AB ekonomisi yavaşlıyor, Türkiye için navlunlarda ve siparişlerde iptaller var.
*Kredi hacminde daralma var.
*Merkez Bankası’nın yayınladığı, mevsimsel etkilerden arındırılmış kapasite kullanım oranı (KKO-MA), Ekim ayında bir önceki aya göre 0,7 puan azalarak yüzde 76,6 seviyesinde gerçekleşmiştir.
*İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), denge değer olan 50 değerinin altına, 46,4 seviyesine düştü. Bu değer sektörde kötüleşmenin bir göstergesidir.
3.Yüksek enflasyon, belirsizliğe neden oldu, yatırım hacmi daraldı.
- Hiper enflasyon riski arttı.
Seçim arifesinde, siyasi iktidarın popülist harcamalarını artırması, Tüketime giden KOBİ’ kredilerini artırması, şatafat harcamaları, hiper enflasyon riskini artıracaktır.
Bu şartlarda Türkiye IMF’ye gitmez ise bu krizden çıkma olasılığı düşüktür.