Sosyal Medya

Döviz

Dani Rodrik: Enflasyonda öğreti dışı inançlar

Enflasyonun seyri, politika yapıcıların fiyatlarda deflasyonla meşgul oldukları uzun bir uyku döneminden sonra bir kez daha dünyayı meşgul ediyor. Şimdi,…

Dani Rodrik: Enflasyonda öğreti dışı inançlar

Enflasyonun seyri, politika yapıcıların fiyatlarda deflasyonla meşgul oldukları uzun bir uyku döneminden sonra bir kez daha dünyayı meşgul ediyor. Şimdi, fiyat istikrarını en iyi şekilde nasıl geri getireceğiz konusunda eski tartışmalar yeniden ortaya çıktı.

Politika yapıcılar, enflasyonla mücadelede ortodoks yaklaşıma göre harcamaları azaltarak ve faiz oranlarını yükselterek parasal ve mali frenlere basmalı mı? Bunun yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla Türkiye merkez bankasının izlediği rota gibi faizleri düşürerek ters yönde mi hareket etmeliler? Ya da politika yapıcılar belki de fiyat kontrolleri yoluyla veya ABD’deki bazı ekonomistlerin ve tarihçilerin savunduğu gibi fiyat belirleme gücüne sahip büyük firmaları kıskaç altına alarak daha doğrudan müdahale etmeye çalışmalılar.

Bu politikalara karşı birini doğrudan savunup diğerini hemen reddediyorsanız tekrar düşünün. Ekonomi sabit kuralları olan bir bilim değildir. Değişen koşullar farklı politikalar gerektirir. Ekonomide politika sorularının tek geçerli cevabı “şuna göre değişir” diyebilmektir.

Ortodoks enflasyon çareleri genellikle maliyetli yan etkilere (iflaslar ve artan işsizlik gibi) sahiptir ve her zaman istenen etkileri yeterince hızlı üretememektedir. Fiyat kontrolleri örneğin savaş zamanları gibi, bazen işe yarar.

Dahası, yüksek enflasyon ağırlıklı olarak “temeller” yerine beklentiler tarafından yönlendirildiğinde, geçici ücret-fiyat kontrolleri fiyat belirleyenlerin düşük enflasyon dengesine geçmelerini koordine etmeye yardımcı olabilir. Bu tür “heterodoks” programları 1980’lerde İsrail’de ve bazı Latin Amerika ülkelerinde başarılı oldu.

Düşük faiz oranlarının enflasyonu düşürdüğü fikri bile tamamen aykırı değildir. Ekonomi içinde, enflasyonu yüksek faiz oranlarının işletme sermayesinin maliyetini artırması açısından maliyet enflasyonu ile ilişkilendiren, günümüzde çoğu ana akım ekonomist tarafından reddedilen bir düşünce okulu da vardır.

Yüksek faiz oranlarının enflasyon getiren etkileri, 1977 Harvard doktora tezinde tartışan eski Arjantin maliye bakanı Domingo Cavallo’dan sonra “Cavallo etkisi” olarak adlandırılıyor. (İronik bir şekilde, Cavallo 1990’larda çok yüksek enflasyonlu Arjantin’de göreve başladığında sabit bir döviz kuruna ve tam para birimi konvertibilitesine dayanan çok farklı bir enflasyonla mücadele stratejisine başvuracaktı.) Teori, özellikle bazı durumlarda ampirik destek bile almıştır.

Bu nedenle, bazı önde gelen ekonomistlerin yaptığı gibi, COVID-19 aşılarını reddetmeye benzer bir “bilim inkârı” olarak enflasyonla ilgili şu anda modası geçmiş fikirlerle alay etmek yanlış bir yaklaşım. Aslında, gerçek dünya hakkındaki belirli bir iddia mevcut teorilerle tutarsız göründüğünde, bu genellikle genç ve akıllı bir ekonomistin iddianın belirli koşullar altında gerçekten haklı olabileceğini göstermesi için bir davettir. Ekonominin gerçek bilimi bağlamsaldır, evrensel değil.

Enflasyona bağlamsal bir yaklaşım bugün ne anlama gelebilir?

ABD ve diğer birçok gelişmiş ekonomideki mevcut enflasyon, 1970’lerin sonundaki enflasyondan önemli ölçüde farklıdır. Ne kroniktir (şimdiye kadar), ne de ücret-fiyat sarmalları ve geri endeksleme tarafından yönlendirilir.

Enflasyonist baskı, büyük ölçüde harcamaların hizmetlerden mallara yeniden tahsisi, tedarik zinciri ve üretimdeki diğer aksaklıklar gibi geçici bir dizi faktörden kaynaklanmamaktadır. Genişlemeci para ve maliye politikaları gelirleri artırırken, bu politikalar da geçicidir. Alternatifi, istihdam ve yaşam standartlarında dramatik bir çöküş olacaktı.

Mevcut koşullarda, gelişmiş ülkelerdeki politika yapıcılar enflasyondaki artışa aşırı tepki vermemelidir. Tarihçi Adam Tooze’nin savunduğu gibi, geçici enflasyon ister regülasyon ister para politikası yoluyla olsun, kontrollü bir müdahale gerektirir.

Fiyat kontrollerine karşı en iyi argüman, “bilimle uyumsuz” olmaları değil, şimdilik bu kadar radikal bir şeyin düşünülmesi gerekmediğidir. Aynı uyarı ortodoks politikalar için de geçerli olacaktır: merkez bankaları faiz oranlarını yükseltmeden önce sabırlı olmalıdır.

Peki ya Erdoğan’ın yüksek faizlerin nedeni olmaktan ziyade yüksek enflasyonun sonuç olduğu konusundaki ısrarı ne olacak? Türkiye’nin makroekonomik dengesizliklerinin çokluğu ve uzun süredir biriktiği göz önüne alındığında, argümanının geçerliliği her zaman şüpheli olmuştur.

Bir argüman önceden kestirilemese de gerçekler sonunda belirli bir yerde mantıklı olan ve olmayan teoriler arasında ayrım yapmamızı sağlar. Türkiye’nin durumunda, politika yapıcıların Erdoğan’ın deneyine giriştiklerinden bu yana biriken kanıtlar yüksek sesle ve net bir şekilde konuşuyor.

Özellikle, Türkiye merkez bankasının politika faiz oranının düşmesine rağmen piyasa faizleri yükselmeye devam etti. Mudiler ve tasarruf sahipleri, borçlular için kredi fiyatını artması anlamına gelen daha yüksek faiz seviyeleri talep ettiler.

Bu, daha düşük politika oranlarının firmalar için üretim maliyetlerini etkili bir şekilde azaltabileceği argümanını baltalıyor. Faiz oranlarındaki artışın ekonomiyle ilgili daha temel sorunları, ekonomi politikasının yürütülmesine ilişkin belirsizliği ve geleceğe yönelik enflasyon beklentilerinin arttığını yansıttığını gösteriyor.

Project Syndicate

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler