Veysi Dündar: Göçmen Afgan Aile ve Türkiye Gerçekleri
21 Mayıs 2021SARDAR’IN ÇARESİZLİĞİ
Sardar, Herat’ta yaşıyordu. Aslında kökeni Türkmenistan. Ama ona hem tarih hem talih İran, Türkmenistan ve Afganistan’ın kesişim noktasında bir memleket vermişti. Sovyet tankları Afganistan’ı sarsarken dünyaya merhaba demişti.
40 yıllık hayatının bir günü yoktu ki onu doya doya güldürsün. Yine de daha 20 yaşına gelmeden evlenmiş, 20 yılda 7 çocuğun babası olmuştu. Özbeöz Türk ve inançlı bir müslümandı o.
7 çocuklu Afgan vatandaşı Türkmen Sardar büyük kızına göz koyan Taliban komşusunun, “ya kızını verirsin ya da ölürsün” tehditi ile önce Afganistan’da kendine bir yaşam kurmak için şehirden şehre göç etmiş. Gündüz vilayetinde bir Türk firmada çalışmış. Fakat yine de gözüne kestirdiği kızı 5. Karısı yapmak isteyen Taliban’dan (o onlara talip diyor kısaca) kurtulamamış.
İşkenceye uğramış. 21. Yüzyılda bir insana hala işkence yapılıyor evet. İyi bir elektrikçi, makinacı ve el emeği insanı. Elinden gelmeyen çok az iş var.
Açlığın, yoksulluğun ve acımasız bir savaşın sonunda, Afganistan’da her şeyini bırakarak çıktığı yolculukta sahip olduğu en değerli varlık olan kendi ve ailesinin canı ile Türkiye sınırından içeri atmış kendisini.
Eline tutuşturulan bir düzensiz göçmen kağıdı ile Türkiye’de kendisine kalacak yer falan değil sadece gideceği Kuzey Anadolu kenti işaret edilmiş.
Acıları yarıştırmaktan kimseye fayda gelmez. Ancak bu ülkenin adını aldığı Türkmenlerin Afganistan’da uğradığı deyim yerindeyse bu soykırım benzeri fena muamelenin Suriye’den çok da farkı yok. Ancak Suriye’den farklı olarak Afganistan iç savaş ülkesi olarak tanımlanmıyor. Dolayısıyla buradan göçenlere sahip çıkmada kimsenin yarıştığı söylenemez.
Taliban denilen bu gerçek üstü oluşumun “dini” erkek olmanın keyfinin çıkarıldığı vahşi bir suç gerekçesine dönüştürmesine, dünya göz yumuyor. Kadınlar mala dönüşmüş…
Dünyanın açlıktan kırılan Afrika çöllerini bile aratan bu akıl dışı coğrafyasında, yolunu bulmaya çalışan insanlar çaresizlik içinde kendilerini bu ülkeye atıyor.
AKP’ye çok şey için kızabiliriz. Ama Sardar’ın hikayesini dinleyince daha da çok kızdım. Suriye savaşına körükle gidip ateşi harlamak, ülkeyi tüm komşuları ile düşman etmek, döviz kurunu 3 katı yaparak gerçek bir ekonomik krizi ateşlemek.
Bütün bunları İzlanda’da yaparsanız mesuliyetiniz İzlanda halkına olur en çok.
Ama Türkiye’yi yönetenler batıyı doğuyu birbirine bağlayan bir köprüyü emanet aldıklarını bilmiyorsa durum sadece bu ülke halkına değil tüm bir hinterlanda fatura olmaktadır.
Bu ülkenin müreffeh olması sadece kendi halkı için değil, bu hayat köprüsünü kullanan, kullanmak zorunda olanlar için de bir çıkış noktasıdır.
Türkiye’nin daha kendi iç huzurunu tam karşılamamışken çevresine huzur vereceğini beklemek en ufak ifadeyle safdillik olur.
Türkiye’yi köprü görevinde alıkoyup, köprüyü yıkmakla meşgul olan AKP dönemi, bütün kusurlarına ilave olarak bu ağır sorumlulukla tarihin vicdan mahkemesinde yargılanmayı hak ediyor.
Suriyeli mülteciler için gösterilen çaba ne kadar takdir edilse de; bu savaşın büyümesi, mülteci sayısının artması yanlış dış politikaların da sonucu oldu.
Bu politikalar mültecilerin sayısını kat be kat artırdı.
Sadece Suriye değil, taraf olmak için çaba harcanan bölgesel krizlerde çoğunlukla yanlış tarafta olmanın bedeli de buna yansıdı. Bugün Mısır’da ödenen bedel tam da budur.
AKP’nin kodlarına dahil olmuş İslamcı özün nüvesinde yatan İhvancılığın bedelini sadece Türkiye halkı ödemiyor.
Tabii ki tarihsel bağlam içinde Yeşil Hat ile Sovyetler Birliğini yıkma planını hayata geçeren Reagan’ı lanetle anıyoruz…
Onun Afganistan’ı karıştırıp Sovyet müdahalesine zemin hazırlaması ile açılan Pandora kutusu hala acı üretmeye devam ediyor.
Afganistan ve İran bu acı sürecin laboratuar coğrafyaları olarak karşımızda. Ve önce can sonra canan mantığı ile bakarsak buralardaki Türkmen kökenli insanlar da aşağılanmaya ve dinsel despotizme çok fazla maruz kaldılar.
Sardar’ın hikayesinde yansıyan acı, gözyaşı, yoksulluk üzerine kendi dilimizi konuşan insanlara sırf buralarda tanımlanmış bir iç savaş yok diye yardım etmediğimiz, edemediğimiz, çocuklarını okula sokmadığımız gerçeği ile birleşiyor.
Bu vehamete dur demek insanlık ve kardeşlik hukuku gereğidir.
Türkiye iyi olmak ve iyiliğini bölgeye yansıtmakla mükelleftir. Bunun için yapılacak tüm çabalar Sardar ve ailesine de unuttukları gülmeyi hatırlatacaktır.
Not : Sardar’ın hikayesini bir arkadaşımdan alıntıladım. Çok etkilendim. Van Gölüne batan tekne geldi aklıma. Sardar’ın teknesi batmasa da işi zor. Çocuklarını okula yollamak için oturma izni alması gerekiyor. Onun dışında sosyal yardıma da muhtaç. Devlet bu insanların kaydını tutmaktan öteye geçmeli. Türkiye kardeş statüsündeki bu insanları ülkesinde yoksunluğa terk edemez. Bu konuda tüm makamlar üzerine düşeni yapmalıdır.
Analiz, Veysi Dündar 21.5.2021