Çetin Ünsalan: Gıdada karne zamanı
14 Haziran 2021İster geleneksel ekonomiden, ister yeni ekonomiden okuyun; en kritik sektör hangisi derseniz tartışmasız tarım derim. Pandemi bir kez daha kanıtladı ki, tarımda üretici kabiliyetine sahip değilseniz ve doğru bir üretim planlamanız yoksa büyük açmazlar yaşamanız işten bile değil.
Peki biz ne durumdayız? Üreticisinin para kazanamadığı, yeni ve modern teknolojiye geçmek adına finansman problemi yaşadığı, hatta mevcut haliyle ürettiğini satarken maliyetini karşılamakta zorluk çeken, icralık, sektörde çalışan sayısı yarı yarıya azalmış, Belçika büyüklüğünde bir toprağı tarım adına terk etmiş bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Bitti mi? Hayır… Bundan daha kötüsü soframızdaki geleneksel ürünleri bile ithal eder noktaya gelmişiz. Türkiye yaklaşık 16 milyar dolarlık tarımsal ürün ithalatı gerçeğiyle karşı karşıya. Peki bu neden önemli?
Mesele sadece tedarik güvenliği açısından değil, ekonomik maliyetler bakımından da kritik bir uyarı veriyor. Dünyada dolar bazında ürün fiyatlarının yüzde 40 arttığı, içeride tüketicinin ulaşamayacağı fiyatlara gelen ürün gerçeğine karşılık, üreticinin batağa saplandığı bir açmazın içindeyiz.
Şimdi Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü – FAO yeni bir öngörü paylaştı. Öncelikle tarımsal ürünlerdeki maliyet artmaya devam edecek. Yani kendi kendine yetebilme her zamankinden daha önemli olacak.
Yetmedi, bir de tespitinde küresel gıda ithalatının yüzde 12 yükselerek 1,7 trilyon dolara geleceği öngörülüyor. Şimdi bu neden önemli? Bu tespit içerisinde hem fırsat hem risk var. Önce riskten söz edeyim.
İthalata bağlı bir yapınız varsa, önümüzdeki süreçte gıda teminiyle ilgili çok daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalacaksınız anlamı çıkar. Ayrıca dünyada talep yükseleceği için sadece maliyetlerin değil, fiyatların da artacağı açık.
Bu açıdan baktığınızda Türkiye mevcut tarım anlayışında bir değişikliğe gidip, üretimi ayağa kaldırmazsa, dolar bazında cari açık ve kısa vadeli borca ilave olarak bir de gıda için dolar baskısı ile karşı karşıya kalacak.
Böyle bir durum da hem dolar / TL kuru üzerine ekstra bir baskı olarak yansır; hem de ürün fiyatlarını arttıracağından enflasyonu, bağlantılı olarak faizi, günün sonunda tekrar doları yükseltir.
Peki fırsat ne? Dünyada ithalat eğilimi artıyorsa ve bu durum üretici ülkeler adına avantaj yaratabilecek bir pozisyon oluşturuyorsa, Türkiye’nin ezberini bozması, üreticisini ithalatla terbiye eden, destekliyormuş gibi yapan tavırdan vazgeçmesini gerektiriyor.
Şayet doğru bir planlama yapar; üretimi ve üreticiyi esas alarak, akıllı tarım uygulamalarını, kooperatifçilik tarzı sistemleri kurgulayabilir; önce iç piyasanın ihtiyacını karşılayıp, sonra ihracat için kapasite arttıracak sistemler kurabilirsek, tarımın Türkiye’nin bir numaralı sektörü olacağına şahit olabiliriz.
Üstelik doğru bir planlamayla tarım en kısa sürede geri dönecek başlıklardan biri. Bir ya da iki hasat döneminde tüm olumsuzluğu tersine çevirebilecek bir avantajı da beraberinde sunuyor.
Hatta 5 yılın sonunda doğru işleri yaparsanız, Türkiye’yi hem doyuran, hem içten tedarik nedeniyle enflasyonu baskılayan, hem ithalatın önünü kesen, hem de yüksek katma değerli ihracatla ülke ekonomine katkı sağlarken, istihdam alanları yaratan ve bölgesel gelir farklılıklarını ortadan kaldıran bir koz olabilir.
Şimdi şapkayı önümüze koyup düşünelim. Günü birlik hamaset dolu sözler dinlemeye devam mı edeceğiz; yoksa gerçekten tarıma inanan insanların yaratacağı bir zafere mi yürüyeceğiz?