Genel
Bekir Ağırdır siyasetçilere sordu: Eksik Türkiye’yi nasıl yöneteceksiniz?
İktidarı oluşturan zihni koalisyonun her bir aktörünün ortak plan ve hedeften ayrı başka planları olsa da henüz bunları açık biçimde…
İktidarı oluşturan zihni koalisyonun her bir aktörünün ortak plan ve hedeften ayrı başka planları olsa da henüz bunları açık biçimde anlayamıyoruz. Ama iktidar blokunun ana oyun planı belli sayılır.
Ekonomik gidişatın olumsuzluğu ve olası büyük krizin yaklaşmakta oluşuna dair her gün birçok görüş ve uyarı okuyoruz, dinliyoruz. Kaldı ki sayısal olarak tüm makyajlama çabalarına karşın enflasyon ve işsizlik gibi her bir haneye değen gerçek derdin boyutu ve harareti her gün yükselmeye devam ediyor.
Ülkenin yarısı borçlu ve her 10 kişiden 8’i borcunu ödemekte zorlanıyor. Pandemi can almaya devam ediyor ve neredeyse her gün ortalama 250 can gidiyor. Eğitim sistemi yalnızca güncel dertleri nedeniyle değil ülkenin geleceği için de hiçbir katkı üretemeyecek kadar çökmüş durumda.
Tüm bunlara karşın iktidar pandemi yokmuş gibi, ekonomik mucize gerçekleşiyormuş gibi davranıyor ve konuşuyor. Son üç aydaki ekonomik büyüme ve ihracat rakamlarındaki görece iyileşme sayıları müthiş bir başarı hikayesi olarak anlatılıyor.
İktidar şu ayrımı görmüyor: 10 yıl, 15 yıl önce ekonomik başarı anlatısının umut yaratıcı bir yanı ve etkisi vardı. O gün insanlar ekonomik kalkınmanın kendilerine değeceği güne dair bir beklenti içine giriyorlardı. Bu beklentiyi besleyen eğitim, sağlık, sosyal politikalar gibi alanlarda gündelik hayatta da yaşanan öncesine göre düzelme politikaları ve sonuçlarıydı.
Bugün toplumsal bellekte biriken bilgi ve deneyim tersini söylüyor. Gezi’den beri gözlenen ve giderek her yıl daha da ağırlaşan ekonomik ve siyasi krizlere karşı iktidar yeni bir başarı üretemiyor. Başkanlık sistemi üzerinden bir umutlanma iklimi yaratılmış olsa da başkanlık sisteminin aşırı vaatlere dayanan ve adeta bir sihir ima eden dili bugün deneyimlenenler nedeniyle artık çalışmıyor. Her beş kişiden üçü eski sisteme bile razı.
Toplum kendi hanesindeki enflasyon ve işsizlik derdinin ne olduğunu, eğitim ve sağlık sistemindeki çöküşün nasıl olduğunu bizatihi kendi hanesinde yaşıyor. İktidarın bugünkü her şey iyiye gidiyor söylemi toplumda iktidarın gerçeklikle ilişkisinin bozulduğu algısını güçlendiriyor. Hele orman yangını ve sel mağdurlarına çay dağıtmak, daha yangın sürerken traktörü yanmış birisine traktör verdik gibi günün duygularını hafife alan görüntüler kendi seçmenince bile yadırganıyor.
İktidar bloğu bir yandan seçimin Erdoğan ve rakibi ekseninde geçmesini arzuluyor. Eğer bunu başarırsa Erdoğan’ın önceki dönemlerde olduğu kadar seçmeni etkileme, dönüştürme kapasitesine güveniyor ama Erdoğan’ın bu siyasi maharetindeki ve seçmeninin bu etkileşime açık oluşundaki gerilemeyi görmüyor. Diğer yandan Batı karşıtlığından, dünyanın karmaşıklığından ve küresel bölüşüm kavgasından beslenerek birlik, beraberlik söylemine yükleniyor. Ama kurduğu dil yalnızca ahlaki veya siyasi bir arzudan çok hayatı tekleştirmeyi, toplumun değil devletin bekasını önceleyen bir dil.
Tüm bu soyut anlatılar da hanenin geçim ve can derdi gibi somut meselelerinin harareti nedeniyle önceki etki gücünün çok ırağında kalıyor.
(İ)ktidarın cevaplaması gereken ve seçmenine de anlatması gereken soru şu: Seçimi kazansa bile yurttaşlarının yarısının etnik ve inanç aidiyetlerindeki, yaşam biçimi ve siyasi tercihlerindeki farklılıklar nedeniyle canını sıktığı, düşman gördüğü bir ülkeyi nasıl yönetecek? Ya da eksik bir Türkiye hayal etmeyeceğine göre ülkeyi yeniden zor kullanmadan nasıl bütünleyecek?
İktidarın kutuplaşmayı artırarak seçmenin oy tercihini kültürel kimliğinden yola çıkarak belirlemesine zorlayacağı bir seçim süreci tasarladığı anlaşılıyor. Bunu zorlamak için de Diyanetin ve İslamcı cemaatlerin de tüm güçleriyle sahne aldığı şoven ve dini bir söylemle seçmeni değişimin kaos üreteceği gibi bir zihni iklime sıkıştırmaya çalışıyor. Bu amaçla da içeride ve dışarıda her mesele daha da çok ölüm kalım meselesi haline getirilecek, bir bakıma doğal ve olası her türlü gerilimin ateşini düşürmek yerine gerilimlerin olduğundan daha büyük hale getirilmesi beklenebilir.
Muhalefet ne yapmalı?
Buna karşılık, muhalefet blokundaki partiler henüz seçimin ana dinamiği konusunda tam bir mutabakat üretmiş değiller. Seçimi “Erdoğan mı öbürü mü” ekseninden sistem ve gidişat eksenine çevirmeleri gerekiyor. Bunu yapabilmeleri için de önce ülkenin temel tercihi, yönü ve ilkeleri konusunda temel bir uzlaşma üretmeleri gerekiyor.
İkinci katman geçiş sürecinin planlanması. Karşı karşıya olduğumuz güncel meseleler o denli ağır ki seçim sabahı her şey çözülmüş olmayacak. Her şeyden önce seçilen kişi bugünkü tek kişiye bağımlı hale gelmiş, güçler ayrılığı, denge denetleme mekanizmaları yok olmuş, bu denli merkeziyetçi bir gücü olan, bilgisizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk konusunda bu denli savrulmuş kadroların elinde olan bir sistemin başına gelecek.
Üçüncü katman ise adayın ve kritik kadrolara adayların kimler olacağı konusu. Sistem tercihi ve geçiş dönemi politikalarının ilkeleri ve hedefleri konusundaki uzlaşmalar sonrası ancak bu ilke ve politikaları taşıyacak, temsil edecek adaylar kimlerdir sorusu gündeme gelebilir.
Anketlerdeki seyre, iktidarın toplumsal desteğindeki çözülmeye bel bağlamak, kendi başarılarına değil iktidarın başarısızlığına bel bağlayan bir strateji, beklenmeyen sonuçlar doğurabilir de.
Umut inşa edilmeli
Seçmen gidişattan rahatsız, ama hala da başka bir gidişatın mümkün olabileceğine inanmış değil. Hala seçmenin yarıya yakını siyaset marifetiyle bu sorunların çözülebileceği konusunda umutsuz. Siyasi aktörler bu umudu inşa edemedikçe, gündemi belirleyemedikçe de duygusal, öfkeli bireysel tepkiler karşılıklı korkuları çoğaltıyor, kutuplaşmayı diri tutuyor.
Muhalif blok, seçmeni kimlikler ve kutuplaşmalar dışında düşündürtmek ve oy verdirtmek istiyorsa bunun yolu ilkeler ve hedefler üzerinden bir ittifak oluşturmak. Bu ilkeleri ve hedefleri de son derece şeffaf biçimde toplumla beraber tartışarak uzlaşmak.
Ülkenin geleceği yalnızca liderlerin değil herkesin bu sürece nasıl dahil olacağına bağlı. Herkesin, her gün birbirini sınaması ancak güvensizliği, kutuplaşmayı artırır. Kutuplaşmanın sürmesi ve seçim sürecinin bu kutuplaşma üzerinden yürümesi de sürecin, seçmenin ve geleceğin bazı iktidar ortaklarının da bazı kötücül dış aktörlerin de manipülasyonlarına, provokasyonlarına açık hale getirir.
SADECE ALINTIDIR
FÖŞ yazdı: Seyis kötü, bu ekonomi şahlanmaz….
MetroPOLL Araştırma: Erdoğan artık en beğenilen siyasetçi değil!
Zülfikar Doğan: Bahçeli, erken seçime giden yolun taşlarını döşüyor