Döviz
Prof. Dr. Selva Demiralp: Yeniden bedel ödenecek
Koç Üniversitesi – TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktörü, Yapı Kredi Ekonomik Araştırmalar Kürsüsü Başkanı ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi…
Koç Üniversitesi – TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktörü, Yapı Kredi Ekonomik Araştırmalar Kürsüsü Başkanı ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Türkiye’de sorunların çözümü için kısa vadeli “yara bandı” yapıştırmaya yönelik anlayışın yerini uzun vadeli sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme anlayışına bırakması gerektiğine dikkat çekti.
DERİN SORUNLAR VAR
– Martta enflasyon yüzde 16’ya yükseldi, buradaki artışı neye bağlıyorsunuz?
Kronik enflasyon, hele de pandeminin ortasında yaşanan bir enflasyon, sadece enflasyonu göstermez. Altında yatan derin sorunlara işaret eder. Bugün karşı karşıya olduğumuz enflasyon, fiyat istikrarı konusunda tutulmamış sözleri, yıpranan kurumsal bağımsızlığı, azalan kredibiliteyi, uzun vadeli plan ve öngörü eksikliğini yansıtıyor.
Bir ülke düşünün ki 2006’da açık enflasyon hedeflemesine geçmiş. Ancak aradan geçen 15 senede hedef sadece iki kere tutturulabilmiş. Bu ülkede Merkez Bankası’nın (TCMB) her sene çıkıp “enflasyonu bu sefer hedefe çekeceğiz” demesinin pek bir hükmü yok. Geçmiş, geleceğin aynasıdır. Geçmişte tutulamamış sözler geleceğe dair güvenilirliğinizi belirler.
Bu neden önemli? Eğer enflasyonu bir türlü söz verdiğiniz hedefe çekemiyorsanız beklentiler üzerindeki kontrolünüzü de kaybedersiniz. TCMB güvenilirliğinin düşük olduğu ortamlarda fiyatlama davranışları enflasyon hedefine değil, bir önceki sene gerçekleşmiş enflasyona göre belirlenir. Böyle olunca enflasyon olduğu yere adeta yapışır.
– Bu döngüyü kırmanın bir yolu yok mu?
Var elbette. Bunun için sıfırdan TCMB güvenilirliğinin inşa edilmesi lazım. TCMB’nin salt “enflasyon düşene kadar sıkı duruşumuzu sürdüreceğiz” demesi topluma bir şey ifade etmiyor. TCMB’nin niyetinin ciddi olduğunu, bu sefer bir şeylerin farklı olacağını gösterebilmesi lazım. Bu ise acı reçete demek.
TCMB’nin rüştünü ispatlayabilmesi için maalesef faiz silahını tekrar çıkarması, faizleri yükseltebildiğini ve gerekirse daha fazla yükseltebileceğini göstermesi lazım. Kimse acı reçete içmek istemez. Ancak ekonomi için enflasyon çok ciddi bir hastalık ve bu hastalığı yenmek için de bu ilacı içmek şart. Bizdeki sorun, bir taraftan acı reçeteyi içme konusundaki isteksizlik bir taraftan da başlanıp yarım bırakılmış reçeteler.
Fiyat istikrarının yıllar boyunca ihmal edilip “bir kenara konması” durumunda hastalık ilerleyip tahammül edilemez bir hal alıyor. O noktada ise çaresiz kalınıp faiz yükseltiliyor. Ancak uygulanan reçete her seferinde yarım bırakıyor ve fiyat istikrarı elde edilemeden faiz indirimleri başlıyor. Bu durum bir sonraki krize kadar devam ediyor. Sonrasında eskisinden daha yüksek dozda bir faiz artırımı gerekiyor. Bağımsızlığı olmayan bir Merkez Bankası siyasi baskılarla savrulduğunda maalesef bu tablo ortaya çıkıyor. Yıpranan TCMB kredibilitesinin bedeli daha yüksek faiz ile toplum tarafından ödeniyor.
YENİDEN BEDEL ÖDENECEK
– Bu saatten sonra yerlileri TL’ye dönüşe ikna etmek, yabancı yatırımcıyı çekmek mümkün olabilecek mi?
Yüksek faiz ile enflasyonist baskıları bertaraf etmeye çalışan bir TCMB başkanının görevden alınması ister istemez yeni dönemde faizlerin düşürüleceği ihtimalini düşündürtüyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesi yatırımcı için TL’nin cazip bir tasarruf aracı olmasını engeller. İlave olarak, enflasyonist baskılara faiz indirimi ile cevap verilmesi makroekonomik temellerle hiç tutarlı olmayıp kırılganlıkları ciddi olarak artıracak bir adım olduğundan genel risk algısı tetikleniyor. Ağbal’ın görevden alınması ile eşzamanlı olarak İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, HDP’nin kapatılma davası gibi gelişmeler risklerin para politikası özelinde kalmayıp genele yayıldığına işaret ediyor. Otoriterleşmenin arttığı, kararların tek bir merkezden alındığı algısını güçlendiriyor.
Son haftalarda TL’deki değer kaybının arkasında bu endişeler yatıyor. Yerli ve yabancı yatırımcıyı tekrar TL varlık tutmaya ikna etmek için bu algıyı kırabilmek, fiyat istikrarının önemini her fırsatta dile getirmek ve sıkı para politikası duruşu ile de bu söylemlerin altını doldurabilmek lazım. Ancak bugün bu noktadan çok uzağız. Kaybedilmiş güvenin tekrar inşa edilebilmesi çok zor. Dolayısı ile bu noktada kredibiliteyi tekrar satın alabilmek için daha fazla faizin dahi etkili olabileceğini sanmıyorum. Pandemi kaynaklı global konjonktür zaten bizim aleyhimizde gelişirken içeride yaşanan bu gelişmeler sermaye girişini daha da sekteye uğratarak yüksek bir bedel olarak karşımıza çıkıyor.
İŞSİZLİK AĞIRLAŞIYOR
– Şu anda ekonomimizin tek sorunu faiz mi, asıl halledilmesi gereken sorunlar nelerdir?
Ekonominin tek sorunu elbette faiz değil. Ancak takip etmesi kolay bir gösterge olduğu için tartışmalar faizler üzerinde odaklanıyor. TCMB’nin faiz kararlarının arkasında kurumsal bağımsızlık, kurumsal kredibilite gibi çok daha genel problemler yatıyor. Bu nedenle faiz özelinde ülkenin temel sorunları özetlenebiliyor.
Türkiye ekonomisinin en önemli sorununun uzun vadeli, kapsayıcı, verimlilik artışını teşvik eden bir vizyon eksikliği olduğunu düşünüyorum. 2016 sonrası dönemde hemen hemen hiç üretkenlik artışının olmadığını, potansiyel büyüme oranımızın azaldığını görüyoruz. Bu durum, artan ve yapısallaşan bir işsizlik, yoksulluk ve artan fırsat eşitsizliklerine işaret ediyor. Pandemi öncesi dönemde de var olan bu sorunların pandemi döneminde ciddi şekilde ağırlaştığını gözlemliyoruz.
YARA BANDI YAPIŞTIRMAKLA OLMAZ
– Çözüm için neler yapılmalı?
Öncelikle yapılması gereken, kısa vadeli “yara bandı” yapıştırmaya yönelik anlayışın yerini uzun vadeli sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme anlayışına bırakmasıdır. Aksi takdirde oluşan istikrarsızlık potansiyel üretim kapasitesini daraltır. Bu durumda talep artsa bile istihdam yaratamayan, hızla ısınıp enflasyon yaratan ve sonra tekrar resesyona sürüklenen bir kısırdöngüye girilir.
Pandemi ile etkin bir mücadele verilememesi ve durgunluk içinde geçen sürenin uzaması daha çok işyerinin kapanmasına, daha çok kişinin işini kaybetmesine sebep olarak üretim kapasitemizi daha da daralttı. Nisan 2020’de açıkladığımız çalışma, salgın pahasına ekonomiyi açık tutmanın uzun vadede ekonomiye daha derin hasar verdiğini gösteriyor. Bugün gelen veriler bu öngörü ile bire bir örtüşüyor.
Uzun vadede üretim kapasitesinin artırılabilmesi için serbest piyasa koşullarına sadık, rekabetçi, uluslararası iş hukuku ile uyumlu, beşeri sermaye gelişimine odaklanmış, gücünü liyakatten ve bilimden alan, kurumsal bağımsızlığa dayalı, güven veren bir bir sistemin inşa edilmesi gerekiyor.
DERE GEÇERKEN AT DEĞİŞTİRİLMEZ
Röportajın tamamı burada.