Ekonomi
Ali Bilge yazdı: EKONOMİDE GİDİŞAT ENVER PAŞA’NIN SARIKAMIŞ SEFERİ GİBİ..
Dolar 10 lirayı geçti. Ülkeler artan enflasyona karşı para politikasını sıkılaştırırken, faizleri artırırken, %20’lere ulaşmış resmi enflasyon gerçeği kabak gibi…
Dolar 10 lirayı geçti. Ülkeler artan enflasyona karşı para politikasını sıkılaştırırken, faizleri artırırken, %20’lere ulaşmış resmi enflasyon gerçeği kabak gibi ortada dururken, politika faizini %16’ya indirmek ve faizleri indirmeye devam edeceği mesajı vermek, Enver Paşa’nın Sarıkamış seferidir. Askeri kırdıran Enver’i Paşa’nın Sarıkamış faciası neyse, bu da odur. Enver Paşa askeri kırdırmıştı, malum paşa da toplumu kırdırmaktadır.
CİNCİ HOCA’DAN HURAFE İKTİSAT SAÇMALIKLARI… MESİHLER OTOKRASİYİ KURTARIR MI?
İsmini hatırlayamadığım bir iktisatçının, ülkelerin nasıl kötü duruma düştüğünü açıkladığı bir dize vardır. Şöyle; önce teknik kötü yönetim, sonra kozmik kötü yönetim, daha sonra hileli yönetim, en sonunda da çaresizlik içinde yönetim. 3 ve 4 birbirinin içine geçmeli cereyan eder zaten. Türkiye’de adına iktisat politikası demenin mümkün olmadığı bir uygulama içindeyiz. Ekonomimizin içinde bulunduğu durumu tedavi etmek için bazı hurafe ilaçlar deneniyor adeta. Tedavi için normal verilmesi gereken ilaçlar yerine cinci hocadan iktisat reçeteleri alıyoruz.
Birinci dünya savaşında Sarıkamış’ta ayağında ayakkabısı olmayan, elbisesi olmayan, silahı mühimmatı eksik bir şekilde askeri savaşa süren, 90 bin askeri kırdıran Enver paşanın Sarıkamış seferi neyse, faciası neyse, bu da odur. Enver’i paşa askeri kırdırmıştı, malum paşa da toplumu kırdırmaktadır.
Erdoğan düşük faizlerin başından beri ekonomik sorunları çözeceğini düşünüyor. Bu şekilde iç talebin canlanacağına, değersiz yerel para ile, TL ile, dış satım ve turizm gelirleri arttırılarak iktisadi büyüme sağlanacağına inanıyor. Bu anlayış aslında panik ataklar, akıl dışılık ve çaresizlikle iç içe geçmiş bir karışımı ifade ediyor. Bu şekilde rezervler tüketildi, devam da ediliyor, sonuçta geriye kalan tek şey, çok değersiz bir Türk Lirası. Peki neden bunlar yapılıyor? İktidarda kalmaya devam etme aşkı nedeniyle yapılıyor, seçmen üzerindeki illüzyonun devam etmesi için yapılıyor, yoksul seçmenin üzerindeki ipoteğin devam etmesi için yapılıyor. Çünkü bir şekilde seçimlere sürükleniyor Türkiye, Erdoğan göre seçimlere sürüklenirken faizlerin düşük kalması gerekiyor, iktidarı korumak ve bırakmamak için bunlar yapılıyor. 20 yıllık iktidar performansından sonra gelecek onlar için oldukça belirsiz gözüküyor.
Bazı kavramlar ortaya atılıyor, rekabetçi kur, cari fazlayla fiyat istikrarı yakalamak gibi, buna dünya gülüyor tabii. Döviz kurunun başını almış uçurduğu bir yerde, yerel paranın yerlerde süründüğü bir uygulamayla, ihracatı arttırmak, cari fazla vermek.. Benim hocalarımdan öğrendiğim ekonominin her tarafıyla dolarize olduğu ülkelerde böyle bir uygulama lağımların patlamasına yol açar. Ekonomi hem kredilerde/borçlarda hem de mevduatta dolarize durumdadır. Kurun rekabetçi olmasıyla ekonomiyi dönüştüreceklerini iddia ediyorlar. Düşük kurla turizm gelirleri artacakmış, ihracatçı diğer ülkelerle daha güçlü rekabet edecekmiş. Düşük kur demek aslında aynı zamanda düşük emek gücü demek, düşük ücret demek. Düşük ücretle de, düşük ülke oluyorsunuz, gelişmiş olmuyorsunuz, dünya pratikleri bunu gösteriyor.
Madem cari fazla verildiğinde döviz kuru düşecek, TL değerlenecek ve fiyat istikrarı sağlanacak, o zaman ödemeler dengesi hesaplarına bakalım. Eylül ödemeler dengesi rakamları incelendiğinde ağustos ve eylül aylarında toplam 2,5 milyar dolar cari fazla verilmesine rağmen bu iki ayda TL , dolara karşı %6 değer kaybetmiş durumda. TL’deki değer kaybı hızla artmaya devam etmiş, Ağustos’tan bu güne %18,3 olmuş.
Son 12 ayda cari açık seviyesi 28,8 milyar dolardan 18,4 milyar dolara indi ancak TL’nin dolara karşı sene başından bu yana değer kaybı %33,6 oldu. Evet cari açık son aylarda yavaşlamış, son iki ay artıya dönmüş , ancak TL’nin değer kaybı da artmış durumda. Yani öne sürülen politika denmeyecek yaklaşım iflas etmiş durumda. Cari fazla TL’nin değer kazanmasını sağlamamış değer kaybı yavaşlamamış, devam ediyor.
Turizm gelirleri geçen senenin Eylül ayındaki 11,9 milyar seviyesinden 16,8 milyar dolara ulaştı , 4,6 milyar dolar arttı, cari fazlanın önemli bir bölümü buradan geliyor. Fakat turist sayısı 2019’un toplamının ancak yarısını çok az geçmiş. İlk 9 ‘da değersiz düşük TL, çok fazla turist akımı da yaratmamış. Ayrıca şöyle bir şey de var, kişi başı turistin -geçen haftalarda da bahsetmiştik- bıraktığı para 750 dolarlardan -ki dünya ortalaması yüksek ülkenin 1200 dolar- 340-360 dolara düşmüş.
Kişi başı turistin bıraktığı para yarı yarıya düşmüş durumda. Turist gelsin de nasıl gelirse gelsin , dışa mal satalım da , kaça satarsak satalım önemli değil, yeter ki döviz gelsin çünkü rezervlerimizi erittik, eksideyiz. Bu şekilde ekonomi büyüsün aktivite olsun, büyüme kalitesizmiş, ucuz emekmiş hiç önemli değil, yeter ki kasaya bir şeyler girsin, bununla havuz sistemi çalışsın, krediler biraz açılsın, konut satışı olsun , oy deposu yoksullara biraz salma yaptık mı, ayakta kalırız ? Otokrasimize devam ederiz.
Ayrıca mesihler var, turizm ve ihracata dayalı büyüme mesihleri. Memleketi bu mesihler kurtaracak.. Cari fazla vere vere enflasyon yenilecek ve TL değerlenecekmiş ! İç talebi, kamu bankaları ve merkez bankası kaynaklarını kazıyarak kredilerle ve düşük faizle desteklersek, düşük TL ile de ihracat ve turizm mesihleri ile otokrasimizi kurtarabiliriz, mantık bu !
Türkiye dış ticaret hadleri açısından da içler acısı bir durumda, bu ne demek? Daha fazla yurt dışına mal satıyoruz ama malları ucuza satıyoruz. Yurt dışından daha az mal alıyoruz, yani ithalat yapıyoruz ama buna da çok daha fazla döviz ödüyoruz.
Turizm gelirlerimiz dünya ortalamalarına göre oldukça düşük, az para bırakan turistler için iyi bir ortam. Antalya bölgesine emekli turistler geliyor. Bunlar için kışı Londra’da geçirmektense Antalya’da geçirmek çok çok ucuz, çünkü emekli maaşlarını döviz karşılığı TL’ye çevirince adamlar zengin oluyorlar, kışlarını ucuzlamış neredeyse bedava 4-5 yıldızlı otellerde geçiriyorlar. Ayrıca şöyle bir ilişki de var. Türkiye dış borçlanmasının önemli bir bölümünü, bu büyük fonlardan, emeklilik fonlarından sağlıyor. Emeklilik fonları Türkiye kağıtlarına, Türkiye’deki borsaya, Türkiye’deki enstrümanlara yatırım yapıp yüksek getiri elde ederler. Rahmetli Güngör Uras’ın değimiyle ‘Japon Ayşe teyze’ lerin emekli maaşı aldığı fonlar.. Japon Ayşe teyzenin emeklilik maaşını aldığı fonlar, yıllardır Türkiye’den ciddi getiri elde etti. Japon Ayşe teyze bu şekilde emeklilik maaşını garanti altına alıyor, hem de ucuzlayan TL sayesinde, çok ucuz bir ülke olması nedeniyle maaşı ile Türkiye’de müreffeh geçiniyor, böyle bir ilişki var, yabancılar için çok ucuz bir ülke haline gelmiş durumda. Yabancılara yapılan konut satışı ile döviz girişi oluyor.
“Cari açıkla enflasyonu yenme gibi bir hedefimiz yok”
Geçen haftalarda gri listeye alındık, OECD-FATF kara para, kirli para, terörün finansmanı gibi hususlarda gerekeni yapmadığımızı, ihtimam göstermediğimizi öne sürerek, bizi gri lige almıştı. Dış hesaplara baktığımızda neden gri listeye alındığımızda anlaşılıyor. Ödemeler dengesi bilançosunda içeriğini bilemediğimiz bir kalem vardır, ‘net hata ve noksan’ kalemi , ülkeye kaynağı belirsiz bir şekilde giren döviz altın vs dir. Net hata ve noksan kaleminin ulaştığı son mertebe, 13.5 milyar Dolar, ne olduğunu bilmiyoruz, bilemeyiz. Bunlarla cari açık yavaşlayabilir, kapatılabilir ancak soluğu gri listede alırsınız. Cari açığın kapanmasının önemli bir bölümü altın ithalatının da yavaşlamasıdır.
Maliye Bakanı da Plan Bütçe komisyonunda yaptığı konuşmada bu uygulamayı eleştiriyor Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın konuşmasıyla Merkez Bankası Başkanı konuşmasını yan yana koyduğunuzda birbirini reddeden iki konuşma. Bakan durumun farkında, eski bir planlamacıdır o arkadaş, bakanlıkta limitlerini doldurmuş durumda ama herhalde ayrılmasına müsaade etmiyorlar.
‘Sarıkamış Seferi’nin farkında, “cari açıkla enflasyonu yenme gibi bir hedefimiz yok” diyor bakan. Ülkede özel sektörün döviz borçluluğu çok yüksek, Hocam Yılmaz Akyüz’den öğrendiğim pasiflerin bu derece dolarize olduğu bir ekonomide, ekonominin her tarafı ile dolarize olduğu bir ülkede, bunları yapmak çılgınlıktır. Gerçekten büyük bir riski göze almak demek ama buna inanıyorlar, çaresizlik inançda geliştiriyor, hurafe iktisat yaklaşımlarına yönelip , medet ummaya başlıyorsunuz . Erdoğan dünyanın finansal kaynaklarını korkuttu , küstürdü , eski yılarda ki gibi değil , oluk oluk borçlanamıyorsunuz. Bu akıl dışı denemenin sonunda, muhtemel ki bütün bilançolar daha da harap olduktan sonra, faizlerin yükselmesinden başka, rejimin ve iktidarın değişmesinden başka bir çare yoktur. Bir şekilde güven sağlanması gerekiyor, bunun için de IMF ‘ye gidiyorsunuz, IMF ‘ ye ekonominizi devrediyorsunuz , bir anlamda karşınıza himaye ve manda içeren iktisat politikaları geliyor. Böyle bir durumdayız.
Liberaller, neoliberaller, Marksistler yan yana düştük…
Ekonomide adına politika diyemeyeceğimiz bu uygulama tüm iktisatçıları birleştirdi. Yani herkes, hepimiz, liberaller, neoliberaller, Marksistler yan yana düştük, saçmalığa karşı bir akıl cephesi kuruldu, saçmalığa karşı kol kola girilmiş durumda, birbirimize gülümsüyoruz. Aklıma Cevat Fehmi Başkut’un ‘Buzlar Çözülmeden’ isimli tiyatro oyunu geliyor, sonra sinemaya da uyarlandı galiba, buzlar çözülmeden meseleyi anlayamayacağız, oralarda ne olup ne bittiğini. Durum bundan ibarettir efendim.
15 Kasım 2021 tarihli Açık Radyo’da Ali Bilge Ekonomi Politik programından özetlenmiştir.
FÖŞ: Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı NİYE ASLA seçim kazanamaz?
Çetin Ünsalan: Hesap kitap hak getire