Dünya Ekonomisi
İbrahim Can: Elon Musk vs BM
SpaceX ve Tesla’nın CEO’su Elon Musk, servetinin küçük bir kısmıyla dünyadaki açlık sorununun çözülebileceğini öne süren Birleşmiş Milletler (BM)…
SpaceX ve Tesla’nın CEO’su Elon Musk, servetinin küçük bir kısmıyla dünyadaki açlık sorununun çözülebileceğini öne süren Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı direktörü David Beasley’e meydan okudu. Beasley, geçen hafta Musk’ın servetinin % 2’si olan 6 milyar doların açlıktan ölmek üzere olan 42 milyon kişiyi kurtarabileceğini söylemişti. Dünyanın en zengin insanı Musk, BM’nin paranın açlık krizini nasıl çözeceğini kanıtlaması durumunda Tesla’daki hissesini hemen satacağını ve parayı bağışlayacağını açıkladı.
Bunun üzerine sosyal medyada hala süren ciddi tartışmalar başladı. Konu hakkında tartışanlar bazı fikirler etrafında gruplaştılar. Bunlar arasında öne çıkanlar Elon Musk’ın sorgulayıcı yaklaşımını küçümseyici ve ayıplayıcı bir şekilde karşılayarak samimi olmadığı yönünde değerlendirirken diğerleri ise hükümetlerin savunma sanayisi üzerinden savaş ekonomisine yaptıkları yatırımların yanı sıra çok sayıdaki diğer zenginin turistik uzay seyahatleri başta olmak üzere lüks tüketimlerine atıf yaparak başka günah keçilerinin de bulunabileceğini ileri sürdü.
Popüler kültürün kısır tartışmalarını bir kenara bırakıp konuyu bilimin ışığında ve objektif bir analiz ile aydınlığa kavuşturalım isterseniz; olabildiğince öz ve yalın bir açıklamayı bilginize sunarım.
- yy başında dünya nüfusu 1,6 milyar iken 21. yy başında 6,1 milyara ve 2020 yılında ise 7,8 milyara ulaşmıştır. Böylesine yüksek nüfus artışı insanlık tarihinde görülmemiştir. Bununla birlikte bu nüfusu beslemek ve diğer tüketim ihtiyaçlarını karşılamak için sanayi devrimleri ile birlikte artan üretim kapasiteleri dünyanın kaynaklarını aşırı hızlı tüketmeye başlamıştır. Öte yandan gelir dağılımındaki denge de hızla bozulmaya başlamıştır. 1955 yılından itibaren bozulma eğilimi görülen dünyadaki toplam servetten en yüksek pay alan %1’lik ayrıcalıklı kesim 1975 yılından itibaren %25’lik pay almaya ve 2010 yılından itibaren de %95’lik pay almaya başlamıştır. Toplam servetin geri kalın %5’i ise dünya nüfusunun %99’una orantısız şekilde dağılmıştır. Bu açıklamalar aşağıdaki info-grafikte gösterilmiştir.
Nüfus ve Gelir Dağılımında Eşitsizlik
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere esas sorunun kök nedenleri şöyledir:
1) Dünya nüfusu tarihte görülmemiş bir hızda artmaktadır.
2) Dünya nüfusunu besleyecek gıda kaynakları -mevcut sistemde- yetersizdir.
3) Dünya nüfusunun tüketim ihtiyaçlarını karşılayacak doğal kaynaklar -mevcut sistemde- yetersizdir.
4) Dünyadaki toplam servet 2010 yılından itibaren terse dönerek orantısız bir yapıya dönüşmüştür. Dünyadaki seçkin azınlık toplam servetin tamamına yakınını alırken çoğunluğu oluşturan diğer insanlar arasında da çeşitli sınıflarda orantısız kaynak dağılımı görülmektedir. Buna göre en alt sınıftaki insanların yoksulluk ve açlık sınırı altında kaldığı görülmektedir.
Nobel Ekonomi Ödülü 2019 yılında ‘yoksullukla mücadele’ konusuna değer kazandırdı. Michael Kremer, Ph.D. ve meslektaşları tarafından Massachusetts Teknoloji Üniversitesi’nde (MIT) gerçekleştirilen araştırmalar gösteriyor ki günlük geliri 1,9 USD hesaplanan ve “açlık sınırı” durumundaki 700 milyondan fazla insan ve aynı şekilde 5,5 USD hesaplanan ve “yoksulluk sınırı” durumundaki 2 milyardan fazla insan diğerleri ile aynı dünyayı son derece çarpık bir şekilde paylaşıyor. Ancak en önemlisi şu ki “gelişmiş” ülkelerin “gelişmekte olan” ülkelerden politik ekonomi ilişkileri ile kazandığı ekonomik faydaların sürdürülebilirliği yoksul olduğu için başta gıda ve sağlık olmak üzere en temel gereksinimleri sağlamakta zorlanan toplumların temel insani şartlarda ayakta kalmasına bağladır. Başka bir ifade ile az gelişmiş ülkeler çökerse gelişmiş ülkelerin ayakta kalması da mümkün olmayacaktır.
Covid-19 salgını başından bugüne tüm dünyada kaydedilen ölüm sayısı 5 milyondur. Ancak tüm dünyada açlık sınırındaki 700 milyon kişinin dünya nüfusuna oranı %8,97 olup 2 dolardan düşük maliyetle ve basit tedavi ile yok edilebilecek hastalıklardan 5 yaşına gelmeden hayatını kaybeden çocukların sayısı her yıl için 5 milyon civarındadır. Bu bağlamda Covid-19 salgını ile mücadelenin ekonomik boyutu ile kıyaslanarak küresel sağlık, gıda, güvenlik ve ekonomi politikaları daha iyi anlaşılabilir. IMF verilerine göre, 83 ülke için tahsise hazır 1 trilyon dolar kredi ve 165 milyar dolar maddi yardımlar Covid-19 için sunulsa da dünyadaki açlık ve yoksulluğun sonlandırılması için 1972 yılından beri tartışılan sürdürülebilirlik hakkında bilimsel yöntemlerle bir politika geliştirilerek uygulanmadığı görülmektedir.
Amerikalı ekonomist Michael Kremer ve meslektaşları 1990’ların ortasında Kenya’da yaptıkları saha çalışmalarıyla yoksullukla mücadelede hangi müdahale biçimlerinin etki yaratacağını sınayarak deney merkezli bir yaklaşımın ne kadar faydalı olabileceğini gösterdi. Abhijit Banerjee ve Esther Duflo da Hindistan ve başka ülkelerde benzer yöntemlerle başka çalışmaları gerçekleştirdi. Kullandıkları yöntemler giderek kalkınma ekonomisi alanında başarılı hale geldi. Bu çalışmalarda başarı gösteren deneysel yöntemler, kamu politikası oluşumu, sağlık ve eğitim arasındaki önemli ve daha önce incelenen bağlantılar hakkında orijinal kanıtlar sağlanması ile Nobel ekonomi ödülü almıştır. Bu yöntemler arasında kamu politikası haline getirilmesi gereken ve gelişmiş ülkelerin finansman desteği sunması tavsiye edilen çocuk beslenmesi, tıbbi destek sağlanması, ormanların korunması ve cinsiyet ayrımcılığının azaltılması ve temel eğitim uygulamaları öne çıkmaktadır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Elon Musk veya diğer herhangi bir kişinin servetinin veya fonun doğrudan nakit yardımı olarak yoksullara dağıtılması veya atıf yapılan bilim insanlarının araştırmaları ile ortaya koyduğu yöntem ve tavsiyeleri uygulayacak yüksek niteliklere sahip uzmanların bilimsel yönetim danışmanlığı ve uygulamaları dışında kalan kişisel görüşler veya uygulamalar dünyadaki açlığı ve yoksulluğu sonlandırmaya yeterli gelmeyecektir. Elon Musk tarafından yöneltilen soru ve çözüm önerisi de özünde bunu ifade etmektedir:
Bu noktada değinilmesi gereken çok önemli bir nokta daha var. Yukarıda sorunun kök nedenleri açıklanırken -mevcut sistem- ifadeleri kullanılmıştır. Bunun nedeni şudur. Dünyadaki gıda kaynakları veya doğal kaynaklar mevcut nüfusun ihtiyaçlarını bugün ve gelecekte karşılamaya yeterlidir. Ancak dünyada uygulanan politikaların yaklaşık olarak son iki yüz yılı kapsayan süredir devam eden hali ile yürütülmeye çalışılmasında ısrar eden hükümetler, küresel şirketler veya tüketiciler düşünce ve davranışlarında acilen bir dönüşüm yaşamazlarsa sonraki nesiller için karanlık bir geleceğin sorumlusu olacaklar.
Dünyanın sürdürülebilir ekonomik sistem ihtiyacı ilk olarak 1972 yılında Stockholm Zirvesi ile başlayan sürdürülebilirlik araştırmalarında 1987 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler, Brundtland Raporu ile “dünyanın yaşam destek sistemlerinin kapasiteni aşmayacak şekilde insanların yaşam kalitesini arttıran kalkınma” ihtiyacına işaret etmekteydi.
Sürdürülebilirlik bilimi çevresel, sosyal ve ekonomik boyutlarda çözümler sunmaktadır. Çözümler sunduğu sorunların kök nedeni ise hükümetler, küresel şirketler veya tüketicilerin sürekli daha fazlasını istediği finansal hırslarıdır. Bu nedenle finansal sürdürülebilirlik teorisi ve uygulaması araştırması (Can, 2019) bir çözüm olarak sunulmuştur. Finansal sürdürülebilirlik, bir işletmenin tüm paydaşlarına değer yaratmada kullandığı finansal kaynaklarından daha fazlasını geri kazanma öz yeterliliği sağlayan uzun vadeli finansal performans ve bunu tehdit eden finansal sıkıntıların önlenme güvencesidir (Can, 2019). Buna göre şirketlerin çevresel ve sosyal uyumu da sağlayarak daha fazla tutar ve oran ile birlikte daha uzun süre finansal kazanç ve diğer boyutlarda katma değer sağlaması mümkündür. Ancak kültür ve sosyal psikoloji değişkenleri ile açıklanabileceği üzere bilimsel yönetim danışmanlığı tercih edilmeyerek şirketlerin kendileri ile birlikte tüm dünyanın hızla tükenmesine yol açtığı görülmektedir.
Adam Smith “Ulusların Zenginliği” (An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nation, 1776) eseri ile kapitalizmin temel ilkelerini ortaya koymasından tam 17 yıl öncesinde ahlak felsefecisi olmasının da etkisi ile “Ahlaki Duygular Kuramı” (The Theory of Moral Sentiments, 1759) eserinde ahlak ve ekonomik faydanın karşılıklı bir ilişki içinde olduğundan bahsederek aslında ileri dönemde çığır açacak görüşlerine temel bir dayanak oluşturmuştur. Ancak ne var ki genel olarak ekonomi bahsinde ve özel olarak kapitalizm tartışmalarında birbirinin ayrılmaz parçası ve tamamlayıcısı olan ahlak ve kapitalizm kuramın tam ve doğru öğrenilmemesi nedeni ile ayrı düşmüştür. Ahlaki değerlerden yoksun kapitalizm anlayışı eksik kaldığından tamamen olumsuz bir algı oluşturmuştur.
Sonuç olarak, sırasıyla hükümetlerin, küresel şirketlerin ve tüketicilerin sürdürülebilirlik ve ekonomi bilimlerinin modern öğretilerini dikkate alarak tüm paydaşların ortak iyiliği olan politikaları uygulamada uzlaşmasından başka bir çözüm yoktur. Bundan daha iyi veya daha ileri bir akıl yoktur. Tek bir kişinin dahi bencil düşünce ve davranışlarının tüm dünyada olumsuz etkileri olacağı kanıtlanmıştır.
İbrahim Can 𝘗𝘩𝘋, 𝘔𝘉𝘈, 𝘉𝘈² | ᴄᴘᴀ, ᴄɪᴀ
Kurucu | Finansal Yönetim Danışmanı
I Can Advisory – I Can Academy
FÖŞ yazdı: Bol ve ucuz para dönemi bu gece kapanıyor
Küresel gıda fiyatları 10 yılın zirvesinde, yeniden rekor kırdı
ILO: “Küresel salgının istihdam üzerindeki etkisi beklenenden daha ağır”