PARA NASIL YARATILMAZ-2 KAÇIKLAR, SAPKINLAR VE KEYNES
29 Haziran 2020Dünyada en etkili olmuş üç iktisatçı say denilse, çoğu kişiye göre diğer iki isim belki değişir ama John Maynard Keynes’in adı herhalde hemen herkes tarafından ilk üçe sokulur.
İşte bu meşhur Keynes de ele aldığımız konu ve bu konu hakkında kalem oynatam kimileri hakkında dertliydi. Yani para meselesi, paranın yoktan yaratılması, bankacıların kötü niyetleri, vs, vs…
Bahsettiklerimiz onun “kaçıklar ve sapkınlar ordusu” (army of cranks and heretics) dediği kişiler… İşin ilginci Keynes bu kişilerin karşı kutbuna bankacıları yerleştirir ve ilginç bir kıyaslamaya geçer.
“Bir tarafta” der, “iş tecrübelerinden edindikleri temel kurallara sıkıca bağlı olup, en azından belli bir makul tavır içinde olan” bankacılar…
Diğer tarafta “dünyadaki en alakasız insanlar grubu, sayıları ve heyecanları olağanüstü olan kaçıklar ve sapkınlar ordusu…” (Para Üzerine Bir İnceleme/Treatise on Money, C. 2 s.193, 1930/2013)
Keynes, özellikle Para Reformu Üzerine Bir Risale’yi (Tract on Monetary Reform, 1923) yazdıktan sonra dünyanın her tarafındaki bu tarz tiplerde büyük bir sempati uyandırdığını yazar. Hafta geçmiyor ki der, bu mizaçtaki insanlardan, hepsi de hemen hemen aynı fikirleri ileri süren broşürler, kitaplar, mektuplar gelmesin…
“İnsan” der Keynes, “bu tür bir sele karşı nasıl davranacağını bilemiyor, ne kadar saygı veya kibarlık göstermeli; bunlara ne kadar zaman harcamalı? Hele de bu kişilerin şiddetli bir huzursuzluğunun, bankacıların kendinden memnun hallerine nazaran çok daha tercih edilir olduğunu hissediyorsa…”
“Her halükarda” der Keynes “onları göz ardı edemeyiz. 200 yıldır, en azından temsili/kaydi para çıktığından beri bu sapkınların gayreti azalmak bir yana arttığına göre ortodoks teorinin argümanlarının bütünüyle tatmin edici olmadığına inanmamız olasıdır.”
“Sapkın, aslında dürüst bir entelektüeldir” der Keynes; “çünkü, o düşüncelerinin onu götürdüğü sonuçlara bunlar şaşırtıcı bile olsa bağlı kalır. Bu sonuçlar öyle cinstendir ki, eğer doğru olmuş olsaydılar, ıstırap çeken insanlığın ekonomik hastalıklarının birçoğunun çaresi olurlardı. Bu durum, onun görüşlerine bağlılığını daha da arttırır. Tıpkı Socrates gibi başları dik, akıl yürütmelerinin onları götürdüğü yere yürür. O, saygıyı hak eder. Bu konu üzerine yazan herkesin, meseleyi açıklığa kavuşturmaya ve sapkınlarla bankacıları ortak bir anlayışta birleştirmeye gayret göstermek görevleri olmalıdır.”
Keynes’in sapkınlar ve bankacılar arasındaki tartışma meselesini tasviri git gide daha ilginçleşir. “Neredeyse bütün para sapkınlarının (heretics) teorilerinde ortak bir unsur vardır (abç)” diye devam der. Keynes’e göre bu unsur şudur: Onların para ve kredi teorilere göre para -ki para derken borç yani krediyi kast ederler- sanayinin can veren kanıdır, istense bankalar tarafından üstelik kimseye gerçek bir maliyet yüklemeden sağlanabilir. Üstelik böyle yeterince para (kredi) sağlanmış olsa, işsizlik denen şey de ortadan kalkacaktır. “(Bir sapkın) Niye diye sorar” der Keynes “bankalar hiç ya da pek az maliyetle krediyi kendileri yaratabiliyorsa, makul kredi taleplerini reddeder ki? Hâttâ kendilerine hemen hiçbir maliyete yol açmayan bir şey için neden bir ödeme (faiz, C.A) isterler ki?”
Keynes’e göre bu para sapkınları, sebebi bankaların kredi yaratmayı tekellerine almış olmasında görür. Bankalar bu sayede arzı kısmak suretiyle, krediye bir ödeme, bir fiyat koyarak karlılıklarını attırmayı amaçlar. İşte bütün problemlerimiz de böyle başlar.
Keynes’e göre sapkınlar şöyle der, eğer fırıncılar da bankalar gibi ciddi bir örgütlenme içinde sahip olsa ve bankaların kredi yaratma “sihri”ne benzer şekilde taştan ekmek yaratma sihri ellerinde olsa, maliyeti neredeyse sıfıra düşmesine rağmen ekmek fiyatı, düşmezdi. Halkın bu sihrin nimetlerinden yararlanması ancak onların millileştirilmesiyle (kamulaştırılmasıyla) mümkün olurdu. (Keynes, age, s. 195)
Sapkınlara böylesine bir kredi yaratılmasının enflasyona yol açma tehlikesi taşıdığı söylendiğinde “Eğer krediler gerçek bir işletme sermayesi ihtiyacı için yaratılmışsa bu kredi, üretim süreci sonunda kendi kendini tasfiye edeceği için asla enflasyon yaratmaz” derlerdi. Ayrıca onlara göre bu kredi için, ödenmemiş krediler ve yönetim masraflarını karşılama dışında herhangi bir ek ödeme istenmesi için de bir sebep yoktu. “İşte ütopyanın anahtarı insanlığı düze çıkaracak bu parasal reformda yatıyordu.” (Keynes, age, s.195)
Keynes şöyle devam eder: Diğer yandan bu sözlerle karşı karşıya gelen bir bankacı kendisinin kredi yaratabildiğini kabul edecektir. Fakat tanrının insanı topraktan yarattığı gibi gerçekleşecek bu yaradılış eylemi için yine de bir malzemeye ihtiyaç vardır diye ekleyecektir. Bu kez toprak değil, altın veya bir başka cinsten olan “rezerv”e ihtiyaç duyduğunu söyler. Bir kez fazla rezervi mesela İngiltere merkez bankasında mevcut ise o zaman fazladan kredi yaratabilir ve o kredi ile karşılığında mevduat oluşturabilir. Bankacı, ancak, der, bu kredi Bank of England’daki (İngiltere merkez bankası) rezervlerimi azaltıyorsa o zaman demek ki fazladan (aşırı) yaratılmıştır; demek ki kredi miktarını azaltmam gerekir.
Keynes devam eder… Böylece eğer bankacılara inanacak olursak, iş âlemi için gereken işletme sermayesinin tutarı merkez bankasındaki rezervlerinin (o zaman için mesela altın veya benzerleri) miktarına bağlıdır.
Para sapkınları bu “altın” lafını duyar duymaz bunu bankacıların bir blöfü olarak görür. Nasıl yani, sanayinin işletme sermayesi ve iş hacminin gelişmesi niye bir kasada durup duran altınlara ya da genel olarak söyleyecek olursak rezervlere bağlı olsun ki? Tam bir saçmalık değil midir bu!
Keynes iki kesimin hayali konuşmasını nakletmeye devam eder:
Bankacılar ise ısrarlıdır. Rezervler hadi diyelim ki sebep değilse de en azından belirtidir. Her ne kadar evet kendileri kredi yaratabiliyorsa da bu yaratım ne gelişi güzel ne de sınırsızdır. Kredi miktarı bir taraftan iş âleminin ihtiyaçlarına bağlı ise diğer taraftan da rezerv miktarına bağlıdır. Eğer rezerv miktarlarını dikkate almadan kredi yaratmaya kalkarlarsa rezervler ( o dönem için altın) ülke dışına kaçar, ülke parasının konvertibilitesi de tehlikeye girerdi. Paranın değeri düşer, ithalat maliyeti de artardı.
Sağduyu sahibi sıradan birine bu itiraz gayet mantıklı gelse de sapkınımız ikna olmaz, der iktisatçımız. Bu işin içinde kesin bir iş vardır. Bankerler karmaşık laflar ederek kendi çıkarları için yine bizi kandırmaya uğraşmaktadırlar işte… Eğer bu bankerler çıkarlarının peşinde olmayıp, kendi görevlerini bilseler ülkenin kolayca tam istihdam seviyesine çıkması önünde hiçbir engel yoktur.
İşin tam bu kısmında Keynes bizzat devreye girer ve sözü kendisi alır. “Bu kitabı yazmamın sebebi işte bu tür kafa karışıklıklarına açık bir cevap vermektir. Enflasyonist olmayacak bir kredi yaratımının doğru kriteri nedir?”
Keynes cevabı yine kendisi şöyle verir: “Cevabın, tasarruf oranı ile yeni yatırım tutarı arasındaki dengenin korunmasında yattığını bulduk.”
“Yani demek istiyoruz ki, bankacıların kendilerini enflasyonist eğilimlere yönelik bir suçlamaya maruz bırakmadan kredi yaratmaları, ancak, böyle bir kredi yaratımının net etkisinin, yeni yatırımın tutarını, halkın cari tasarruf miktarının üstüne çıkarmayacak seviyede olmasıyla mümkün olacaktır.” Keynes devamında eğer kredi ile ortaya çıkacak yeni yatırım tutarının cari tasarrufların altında kalması durumunda ise deflasyonist etki olacağını vurgular.
Bildiğimiz Keynesgil yatırım tasarruf eşitliği!
İKTİSATÇILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI!
İşin ilginç tarafı bugün üstelik Keynes’in adını kullanarak, mesela Modern Para Teorisi (MMT) denilen ekol, büyük ölçüde Keynes’in “parasal kaçıklar” dediklerinin yaklaşık 100 yıl önce savundukları şeyleri savunuyor: Bankacılar, sadece iş aleminin talebini göz önüne alarak, istedikleri kadar parayı “havadan” yaratabilir. Yatırımların tasarruflara ihtiyacı yoktur. Yatırım kendi tasarrufunu yaratır. Kredilerin mevduata da ihtiyacı yoktur, vs, vs…
Durum o kadar tuhaftır ki, Keynes’in bu pasajlarını okuduğundan emin olduğumuz (çünkü hem önemli bir akademisyendir hem de Keynes’in eserinin bu bölümünden alıntı yapar) MMT’ci Ann Pettifor yukarıdaki “sapkın” tezlerde savunulanların hepsini peş peşe sıralar. Bankaların krediyi bir düğmeye basarak, yok denecek bir maliyetle, tıpkı hava gibi bir bedava mal (free good) olarak üretildiğini ileri sürer.
(The Coming First World Debt Crisis 2006: “Given these very low costs, and given that there is no limit to the volume of credit/debt that can be created, then credit is essentially a free good. (…) There is (as yet) for example, no price for the air we breathe, because there isno (apparent) limit to it; and it is not scarce. In the same way, there is no scarcity of credit; no limit to its creation.” Pettifor, s. 65)
Yetmez “sapkınlar”ın tezinin devamını da savunur. Bu bedava mal için bir para (yani faiz) istenmesinin tek nedeni bankacıların bu kredi yaratımını kontrol etmesidir.
(Pettifor, 2006: “But by capturing and controlling access to this essentially free good, private sector providers are able to charge a rent on units of time-use of radio frequencies, and to make extraordinary capital gains from this rent. This is pretty much how commercial banks make their money.” )
Daha daha tuhafı, Pettifor, Keynes’in biraz önce naklettiğimiz satırlarını alıntılayarak, onları üstelik tam da Keynes’in itiraz/hâttâ ufaktan alay ettiği şeye delil olarak gösterir.
“Neden o zaman diye o (sapkın, C.A) sorar, bankalar kredi yaratabiliyor ise, niçin makul bir kredi talebini reddederler ki, niçin kendilerine hiç ya da pek az maliyeti olan bir şey için bir para talep ederler?” (Keynes, age, s. 194)
Pettifor bu alıntıyı, bu soruyu soran Keynes’in deyimiyle parasal sapkın veya kaçık değil de bizzat Keynes’in kendisiymiş gibi nakleder: “Keynes, paranın esas olarak bir bedava mal (free good) olduğunu anlamıştı. Para Üzerine Bir İnceleme eserinde şöyle yazdı.” diyerek yukarıdaki alıntıyı verir.
Fakat küçük bir eksikle: “… diye sorar” kısmını çıkararak!
Böylece alıntıyı okuyan bu soruyu, Keynes’in eleştirdiği “parasal kaçık”ın değil de Keynes’in sorduğunu zanneder. Zaten amaç da budur. Bu yanlışlıkla yapılan bir çıkarma değildir; çünkü hemen arkasından yine sanki Keynes’in fikriymiş gibi, bu istenen faizin tek nedeninin bankaların kamu bankası olmayışı olduğunu yazar. Halbuki alıntının devamında Keynes, parasal kaçıkların bankaların istediği faizin tek nedeninin bankaların tekelci gücü olduğu ve eğer bankalar devletleştirilmiş olsa bu faiz sorununun ortadan kalkacağına ve yeterli ve çok ucuz kredi ile tam istihdama ulaşılacağına inandıklarını söyler.
Pettifor’un da kendi önerisi olarak birkaç satır sonra önerdiği tam da budur. (Pettifor, age, s. 66)
Peki Keynes’in paltosundan çıkan MMT’ciler, en azından teorik düzlemde Keynes’in teorisi ve sözlerini açıkça manipüle ederek, ona söylediklerinin tam tersini savundurtarak, onun parasal kaçıklar dediği kesimin savunduklarını onun adına savunarak ne amaçlamakta?
Kanaatim buradan çıkarılacak dersin, bütün bu tartışmanın ekonomi teorisi ile ilgili olmaktan çok siyaset teorisi ve uygulamas ile ilgili olduğudur.
Aklı başında iktisatçıların, bir zamanların parasal çılgınlarının tezlerini savunması ve bunun için çarpıtma yoluna dahi başvurmaktan çekinmeyişlerinin sebebi şüphesiz ki -en azından daima- teorik yetersizlikleri değildir
Radikal bir siyaset görünümünde, yaklaşık 200 senedir bu saçmalıklar savunulmakta… Gerçekte ise olan bitenin ne ortodoks teori, hâttâ ne ciddi “heterodoks” teoriler, ne de gerçek anlamda radikal bir duruşla esaslı bir alakası yoktur.
Mesela bundan 173 sene önce Marx’ın Felsefenin Sefaleti’nde daha sonra da doğrudan doğruya Kapital’de eleştirdiği sözde radikal ekonomik bakış açısı ne ise bu “Modern” teori ve benzerleri de öyledir.
O gün mevcut ekonomik toplum düzeninin çelişkilerini sadece para veya değişim alanında gören, bu alanda bile meseleyi tekelcilikten ibaret sanan veya gösteren, devlet müdahalesiyle, veya sistem içi bazı kamulaştırmalarla, mevcut ekonomik, siyasal sistemin hemen her tür sistemik sorununun çözüleceğini düşünen bir akımlar silsilesi daima olmuştur.
Onlara “kaçık” ya da “sefil” diyen sadece Keynes yahut Marx da değildir.
***
Dünyadaki çarpık sistemin çözümünü zor ama mecburi yerde değil, olmayan ama kolay yerde arayan sadece MMT’ciler veya bir kısım kaçıklar değildir. Yazı dizisinin bir sonraki makalesinde birbirinden çok farklı kesimlerin nasıl benzer bir düşünce tuzağı içinde olduklarını göstereceğiz.
Bu meseleleri, tekrar moda olalı uzun zaman geçmesine rağmen şimdi gündeme getirmemizin de elbette sebebi var. Bir süreden beri bu tezlerden türeyen kimi ekonomi politikaları -ki 1980-2007 arası dünya ekonomi politikalarına egemen olan ve yeni-liberal tabir edilen ultra piyasacı sisteme karşı geliştirilmiş bir tercihler bütünüydüler- bugün hâlâ aynı şekilde savunuluyor olmasıdır.
Bu ekonomi politikaları uzun yıllar akademik kamuoyunda ve iktidar çevrelerinde ciddiye alınmamış olmasına rağmen şimdilerde her iki mahfilde de aniden ciddiye alınır oldu. Daha ileriye gidelim, Türkiye’de ve başta ABD’de, ötesi dünyanın pek çok yerinde doğrudan doğruya kısmen veya büyük ölçüde uygulanır oldu. Artık otoriter sağ rejim heveslileri yeni-liberal tezler kadar, devletin ekonomiye açık müdahalesine, karşılıksız para basımına, limitsiz bütçe açıklarına, kurumların özerkliklerine yapılan müdahalelere çok sempatiyle bakıyorlar. İsteyen Türkiye’den de, Macaristan veya Polonya’dan da, ötesi Trump Amerikasından da yeterince örnek bulabilir.
Anlatmaya çalıştığımız, bu tür “sapkın” tezlerin, tıpkı eski “ortodoks teori”nin bir zamanlar yeni-liberal kemer sıkma politikalarına meşruiyet sağlaması gibi, bahsettiğimiz yeni otoriter, “sağ popülist” rejimlerin “yeni” ekonomik politikalarına bir cins meşruiyet sağlıyor oluşu… Böylelikle de demokratik muhalefetin bu rejimlere karşı mücadelesine de farkında olmadan engel oluşları…
Halbuki 1930’larda o zamanın klasik liberal tezlerine karşı ortaya çıkan benzeri, “müdahaleci” politikaların ne tür siyasal rejimlerin beslenme damarı haline geldiğini hatırlamamak ne mümkün!
Yeni liberal deli gömleği ne kadar tehlikeliyse, şimdilerde moda olan bu palyaço kıyafeti de, artık aktüel olarak belki daha da tehlikeli.
Peki, uygulanmaları halinde dünyanın daha iyi bir dünya olacağı, sahte değil ama gerçek alternatifler yok mu?
Elbette var. O konu hakkındaki önerilerimizi de yazı dizisinin sonunda vermeye çalışacağız.
***
(Gelecek yazı: Bölüm-3 Kısmî Rezerv Muhalifliği)