Büyüme: Madalyonun üçüncü yüzü!
15 Aralık 2017Parayı yazı tura diye fırlatırsanız ya yazı tarafı gelir, ya da tura tarafı, paranın ya da aslında boyuna takılan süslü bir para olan madalyonun da zaten iki yüzü vardır; öyle değil mi? Aslında öyle değildir. Yazı tura oyununda küçük de olsa paranın yerde dikine durma ihtimali de vardır. İşte madalyonun saklı yüzü, üçüncü yüzü o zaman görülür. Aslında paraların üçüncü ve hani o tırtıklı ve mühürlü yan yüzü bize olayın kendisi hakkında bazen diğer iki yüzden daha fazla şey söyleyebilir.
**
Bugünlerde açıklanan büyüme rakamlarını hükümete yandaş olan veya az veya çok muhalif olanlar farklı farklı anlatıyor. Biri madalyonun parlak tarafına, diğeri karanlık tarafına bakıyor. Her ikisini de kısaca özetleyeceğiz. Fakat belki de bir üçüncü yüze yani mühürün olduğu yüze, kenara, nedenselliği anlatan görünmeyen yüze bakmak iyi olacak.
**
Aslında kimi çığırtkan gazete başlıklarını bir kenarakoyarsak her iki tarafın ciddi ya da mevcut veri kalitesinin elverdiği ölçüde ciddi olmaya çalışan iktisatçıları bazı temel konularda anlaşıyor. Örneğin kimi gazetelerin dünya çapında bir mucize, olağanüstü bir rekor gibi sunduğu % 11,1’lik Gayri Safi Yurtiçi Hasıla rakamını Cumhurbaşkanı Ekonomi Başdanışmanı (şimdi müstafi) Bülent Gedikli şöyle yorumlamış:
“Dünya rekoru büyümeyi lütfen küçümsemeyelim.”
Niye küçümseyelim ki? Demek ortada bazı sıkıntılı durumlar var ki “lütfen” ricasına gerek duyuluyor.
Son zamanlarda iktisatçılığı kadar, hükümete yakın siyasi duruşuyla da öne çıkan ve Varlık Fonu’nda yönetim kurulu üyeliği alarak bunun semeresini gören Prof. Kerem Alkin büyüme rakamları açıklanmadan hemen önce “8 Aralık Cuma günü açıklanan TÜİK sanayi üretim verileri üzerinden bir tahmin revizyonu yapar isek, 3. çeyrek büyüme yüzde 70 olasılıkla, yüzde 11.5 ile 12.2 arası çıkacak gibi gözüküyor.” diyerek yüksek büyümeye yakın bir tahmin yapmıştı. (3. Çeyrek Büyüme Yüzde 11.5-12.2- Sabah Gazetesi, 11 Aralık) Tahmini, yüksek büyüme oranını epey aşmış olsa bile “reel büyüme oranı ne açıklanırsa açıklansın, Türkiye Ekonomisi’ni 3. çeyrekte G20 ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranını yakalamış ülke noktasına taşıyacak” dediğini de hesaba katarsak başarılı bir tahminde bulunuğunu söyleyebiliriz. Ancak siyasi duruşunu o kadar öne çıkarmayan kardeşi Prof. Emre Alkin ağabeyinin tahminin doğru çıktığını öne sürdüğü tweet’inde gerçek etkilere de işaret etmeyi ihmal etmemişti: “Kerem Alkin haklı çıktı. Baz etkisi ve KGF ile ciddi bir rakam ortaya çıktı.”
Yine cumhurbaşkanının yeni başdanışmanlarından (Cumhurbaşkanının bütün ekonomi danışmanları niye hep BAŞdanışman oluyor ki; “başdanışman” dediğin bir tane olmalı değil mi ya!) Hatice Karahan da Yeni Şafak’ta büyümeyi değerlendirdiği yazısında “İç talebin en heyecan verici kısmı ise…” gibi ya da “Yatırımların gaza basıp büyümüş olması, gelişim hızımıza 3,6 puanlık hoş bir jest yapmış bulunuyor” türünden üslup denemeleriyle ekonomi yazınına hoş bir coşku vermekten kendini alamasa da daha yazının girişinde “Evvela belirtmek gerekir ki, bu güçlü verinin arkasında şüphesiz bir baz etkisi var” diyerek; sonra da “özellikle Kredi Garanti Fonu’nun işler hale getirilmesi sonrası yaşanan kredi tırmanışı, 3. çeyrek büyümesinin arkasındaki inkâr edilemez faktörlerden biri” olduğu gerçeğini vurgulayarak gerçeklerle olan bağını koparmadığını gösteriyor.
Bütün bu dikkatli ifadelere rağmen hükümete yakın iktisatçıların yazılarında genel bir coşku, büyümenin yüksekliğinin ne kadar olumlu oluşu ve bunda hükümetin başarılı adımlarının asıl sebep olduğu vurgusu kendini gösteriyor. Yani madalyonun parlak yüzü o yazılarda fazlasıyla cilalanmış olarak bol bol boy gösteriyor.
3. ÇEYREK BÜYÜMESİNİN KARANLIK YÜZÜ
Büyüme rakamına daha eleştirel yaklaşan iktisatçılar ise başlıca şu noktalara dikkat çekiyorlar:
- Bu büyümenin önemli bir miktarı istatistikte “Baz Etkisi” dediğimiz şeyden doğuyor ve bu anlamıyla aslında gerçek değil.
2. Baz etkisini –olması gerektiği gibi- yok ederek bu rakamları incelersek o zaman da büyüme pek parlak değil; hatta geçen aya göre düşmüş bile…
- Büyüme sağlam kaynaklara dayanmıyor; hükümetin geçen sene sonuna doğru başlattığı açık bütçe politikası, Kredi Garanti Fonu uygulaması, vergi ve istihdam teşvikleri gibi geçici ve sürdürülemez yöntemlerin şişirdiği bir büyüme
- Yatırımlarda bir miktar kıpırdama olsa bile büyümenin kaynağı iç tüketim ve bu sağlıksız bir büyüme
- Büyümenin sektörel olarak en önemli kaynağı hala inşaat sektörü ve bu da bir diğer sağlıksız gelişme
- Bu şekildeki bir sağlıksız büyüme kaçınılmaz olarak eskiden beri cari açığı arttırır ve büyümeyi zorunlu olarak frenler. Bu kez de cari açık hızla artmış.
- Uzun yıllardan beri ilk kez büyüme sadece cari açığa (döviz açığı) sebep olmakla kalmamış, bütçe açığının artmasına da yol açmış.
- Bu büyüme toplumda sadece belli bir kesime yaramış; büyüme olmasına rağmen ücret ve maaşlıların milli gelirdeki payı azalmış.
- İş aleminde bile bu kadar yüksek bir büyüme olumlu bir hava, bir coşku yarattığı görülmüyor; büyüme gerçek hayatta her nasıl oluyorsa kendisini hissettirmiyor.
- Tuhaf bir şekilde büyüme bu kadar yüksek iken iktisat teorisinin öngördüğü ve tüm dünyada da görülenin tersine işsizlikte kayda değer bir azalma olmuyor, tersine işsizlikte ciddi artışlarla karşılaşıyoruz.
- TÜİK’in yeni seri milli gelir hesaplamalarının sağlığı konusunda şüpheler devam ediyor ve eski seriyi de yayınlamayışı nedeniyle bu büyümenin geçmişteki ile gerçekten kıyaslanması sorun oluyor. Ayrıca bu yeni hesaplamanın sonuçları elektrik üretimi ve diğer bazı öncü göstergelerle eski serinin tersine uyumlu değil. En son olarak da TÜİK yeni milli gelir istatistiklerinin bazı alt kırımlarını söz vermesine rağmen henüz açıklamayı başaramadı. Ve nihayet,
- Son zamanlarda, bir aralar Reza Zarrab’ın yaptığı türden altın “ticaret”ini çağrıştıracak altın ithalat ve ihracatı yine başladı; o şüpheleri hep üstüne çeken malum “Net Hata Noksan” kalemi yine enteresan fazlalar vermeye başladı. Bütün bunlar pek çok istatistiğin yanında milli gelir istatistiklerini de etkileyecek/bozacak/şişirecek geçmişte yaşanmış türden çarpıtmaların yeniden yaşanmakta olduğu şüphesini doğuruyor.
Özetle son açıklanan milli gelir mucizesinin gerçeklikten çok bir efsane olduğuna yönelik genelleşen algı başlıca bu eleştirilerden kaynaklanıyor.
**
Muhalif olmaktan çok, piyasanın en dikkatli ekonomi analistlerinden ve Paraanaliz’in de iyi okunan yazarlarından olan Güldem Atabay Şanlı Ahvalnews’te yayımlanan “Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Karanlık Yanı…” yazısında madalyonun diğer tarafına da bakmış. İlk dikkat çektiği konu bu büyümenin büyük ölçüde iç talebe ve özellikle tüketimedayalı oluşu:
“Yüzde 11,1 büyüme verisinin detaylarına bakınca ise dayanıklı tüketim mallarına yapılan geçici vergi indirimleri sayesinde iç talebin büyümeye yaptığı 7 puan katkı son derece dikkat çekici.”
Bir diğer eleştirisi:
“Veride oynaklık yaratan baz etkisi veya mevsimsellik gibi gelişmeleri büyük ölçüde aradan çıkaran çeyrekten çeyreğe büyüme rakamlarına bakarsak, büyüme performansı ne yazık ki aynı seviyede parlak değil. Düzeltilmiş seride, büyümenin ikinci çeyrekteki yüzde 2,2’den üçüncü çeyrekte yüzde 1,2’ye gerilediği görülüyor. Bu performans ise Türkiye’yi G20 ülkeleri arasında benzer kıyaslamaya göre beşinci sıraya koyuyor. (Endonezya +%3,2, Çin +1,7, Güney Kore +%1,5 ve Hindistan +%1,4). Üstelik 2016 yılı üçüncü çeyreğinde yaşanan yüzde 2,6’lık küçülmeyi bir kenara bırakırsak, açıklanan yüzde 1,2’lik büyüme 2009 yılından beri yaşanan en zayıf üçüncü çeyrek performansı.”
Ve bir de tabii, bu büyümenin ne pahasına yaratıldığı var ki, Şanlı işte bunu “karanlık taraf”olarak nitelendiriyor:
“Türkiye’nin şaşırtıcı büyüme performansının karanlık yüzünde, büyümenin dengesiz doğası yatıyor. Daha açık bir ifadeyle; yurtiçi tüketimi arttırmak için bu kadar fazla kredi kullanmanın nihai maliyeti, Türkiye’nin uzun süredir hassas noktası olan cari açığının GSYİH’nin yüzde 5’ine kadar yükselmesi. Bu rakam geçen sene yüzde 3,8 oranındaydı. Cari açıktaki bu genişlemeyse AB ekonomisinin elle tutulur derecede toparlanmasıyla ihracatın arttığı bir dönemde gerçekleşti hem de. Ayrıca, bu dengesiz büyüme rakamları Türkiye’nin sadece cari açığını artırmakla kalmadı. Yılın ilk yarısında ilan edilen vergi indirimleri ve sosyal güvenlik prim ödemelerinin ertelenmesi bütçe açığının da artmasına neden oldu. Başkanlık referandumu öncesi yapılan yüksek kamusal harcama da işin cabasıydı. Türkiye’nin bütçe açığı GSYİH’nin neredeyse %1,8’ine geldi ki bu geçtiğimiz yılın iki katına yakın.”
**
Karar gazetesinden İbrahim Kahveci ise 12 Aralık’taki büyüme rakamını değerlendren yazısının başlığını şöyle koymuş: “Büyüme formülü: Baz 6,1+Para 5,0= 11,1”
Baz etkisini şöyle açıklıyor:
“GSYH hesabı bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırılıyor. 2016 yılı III: çeyreğinde ekonomide -0,8 daralma yaşanmıştı. Oysa 2016 yılı ilk iki çeyrekte ekonomi yüzde 4,8 ve 4,9 büyüme göstermişti. Eğer benzer büyüme 2016 yılı III.çeyrekte de olsaydı baz etkisi olmayacaktı. Baz etkisini kaldırdığımızda 2017 yılı III. çeyrek büyüme oranı yüzde 11,1 değil, yüzde 5,0 olarak karşımıza çıkacaktı. Yani geçen yılın üçüncü çeyreğinde olması gereken 4,9 büyüme ve 0,8 küçülme etkisi giderildiğinde, bu yılın rekor büyümesinin aslında yüzde 5,0’de kaldığı görülüyor.”
Kahveci de bu baz ekisini hesaplardan düştüğümüz zaman (ki TÜİK de Tablo 10’da bunu yapıyor) 3. Çeyrek (3. Ç.) büyümesinin geçen çeyrekten de aşağı seviyede ve sadece % 1,2 olduğunun altını çiziyor.
Kahveci’nin altını çizdiği bir husus da bütün bu mucizevi büyümeye rağmen 3.Ç.’te dolar olarak GSYH’nın aslında düştüğü… Üstelik o dönem için ortalama dolar kurunun 3,50 olarak alınmış olmasına rağmen…
“…GSYH, 2017-III.çeyrekte 844.125 milyon dolara çıkmış oldu. 2016 sonunda ise GSYH 862.744 milyon dolardı.”
**
Hürriyet yazarı Uğur Gürses ise yukarıda sıraladığımız iki tür eleştiriyi birden yapıyor: Bu kadar yüksek büyümeyi biz niye hissetmiyoruz; iş alemi niye hissetmiyor, bunun coşkusunu niye yaşamıyor? Nitekim 13 Aralık tarihli yazısının başlığını “Çift Hanede Coşkusuz Büyüme” koymuş. Diğer eleştisi ise TÜİK’in geçen sene tam da GSYH’da büyük düşüşün hemen ardından getirdiği ve o zamandan beri bir çok iktisatçı tarafından eleştirilen yeni hesaplama ve yayımlama şekli:
“TÜİK’in milli gelir hesaplarında yeni hesaplama yöntemine geçişi tam bir yıl önce bugünlerde olmuştu. Hemen ertesinde, eleştirileri yanıtlamak için bir toplantı düzenleyen TÜİK yetkilileri ilave çalışmalar yaparak bunları paylaşacaklarını söylemişlerdi. Eleştirilerin başında, açıklanan serilerin ayrıntılarının paylaşılması, sanayi üretimi gibi önemli sektörel verilerin de milli gelir verileri ile karşılaştırılabilir nitelikte olması için yenilenmesi idi. Bu alanda mesafe alınamadı. Yatırımların kamu ve özel kesime göre ayrımını da hala bilmiyoruz. Neredeyse bir yıldır yeni milli gelir serileri var; bunlar, diğer açıklanan ekonomik verilerle karşılaştırılabilir değil. (…) TÜİK bu üç kesimdeki katma değer artışlarını, yani büyüme oranlarını üçer aylık dönemlerde ayrı ayrı göstermiyor. “Hizmetler kesimi yüzde 20.7 büyüdü” diyerek aradan çekiliveriyor. Kaba bir hesapla bu üç kesimin hizmetler içindeki payı sırasıyla şöyle; yüzde 53, yüzde 35, yüzde 12. Hizmetler kesimine yüzde 20’lik büyümeyi sağlayan ana lokomotif sektör hangisiydi? Bunu bilmiyoruz. (…) TÜİK’in perakende ticaret verileri de aynı dönemde sadece ortalama yüzde 1.5’luk büyümeyi gösterip bunu teyit etmiyor. Oysa milli gelir sayıları (…) dayanıklı mal harcamalarında yüzde 31’lik artış gösteriyor. (…) Sorun şurada; derli toplu, hikayesi olan ikna edici bir büyüme tablosuna derinlemesine verilerle sahip değiliz. (…) Madem yaygın olan sektör verileri yeni seri ile uyumlu yayımlanmıyor; o halde 1998 bazlı eski milli gelir serisi de eş zamanlı biçimde yayımlansın ki tartışmalar yolunu bulsun.”
Uğur Gürses bu eleştirilerinde yalnız değil; nitekim Bilkent Üniversitesi’nden iktisatçı Refet Gürkaynak da 11 Aralık’taki tweet’inde şöyle yazmış:
“Yeni büyüme serisi bir şey ifade etmiyor. Ya %11 büyümüyoruz, ya %11 büyüme ne demek bilmiyoruz. Geçmişte %5 büyürken hissettiğimiz refah artışı hissini şimdi %11 büyüdüğümüz söylenirken hissetmemek makul değil. TÜİK eski yöntemle de büyüme rakamlarını hesaplamalıdır.”
**
Bu mucizevi büyümenin iş alemince neden hissedilmediği bir cins muamma ise de en azından çalışan kesim tarafından niye hissedilmediğinin bir açıklaması var. Onu sol kesimden Mustafa Sönmez, sağ kesimden ise İyi Parti’nin ekonomi kurmayı, eski TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz vurgulamış. Sönmez 12 aralıkta attığı tweet’te şöyle diyor:
“%11 büyümüşüz de kim aslan payını almış pastadan? Hadi gelin buna bakalım çocuklar; Hem de TÜİK verilerinden. Ücretlerin payı yılbaşından bu yana 4,5 puan gerilemiş %29’a inmiş. Patronların payı 7,5 puan artmış %46,4’e çıkmış. (Fark,yatırım ve vergiye) Kim nasiplenmiş büyümeden?”
Durmuş Yılmaz grafikle de desteklediği 11 Aralık’taki tweet’inde aynı şeyi büyümenin “kalitesi”ne de gönderme yaparak ifade etmiş:
“Sürdürülemez kredi genişlemesi ve iç tüketime dayalı hormonlu büyümenin sokağa yansımadığının en çarpıcı kanıtı işçilerin, memurların ve emeklilerin milli gelirden aldığı payın hızla düşüyor olmasıdır.”
**
Büyümenin dopingli/hormonlu, yani bir cins aldatmaca ve sağlıksız oluşu; özetle miktarı kadar kalitesinde de sorun olduğunu 12 Aralık’ta Birgün gazetesine verdiği mülakatta Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Erinç Yeldan da vurgulamış. Nitekim röportaja uygun görülmüş başlık da “Hormonlu Büyüme”
Prof. Yeldan, “hormonlu büyüme”lerin sonunun krize açık olduğunu söylüyor:
“Ortada bir büyüme var kuşkusuz. Bu büyümenin niteliğinin sağlıksız olduğunu defalarca söylüyoruz. Türkiye 1993’te de böyle bir büyüme dalgası yaşadı. Daha sonra 2000’de yaşadı. 1993’te dışa açılan bir ekonomiydik, Türk Cumhuriyetlere örnek olan büyük bir önder lider ekonomiydik, 94 krizi oldu. 2000 yılında başarı ile IMF programını izleyen, enflasyonu en hızlı düşüren ekonomiydik, kriz geldi. Şimdi tekrardan “dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasındayız istikrarlı büyüyoruz, Türkiye’nin geleceği açık, dünya bizi kıskançlıkla izliyor vs.”… Bunların arkasından sağlıksız bir şekilde pompalanan dış sıcak para girişlerine dayalı içeriden de gerek hane halkının borçlanması gerek kamunun borç stokunun artmasına dayanan yapay teşviklerle uyarılmış büyüme dalgası var. Dışarıdan gelen sıcak para, içeride de bütçe dengelerini sarsıcı şekilde teşviklendirilmiş hormonlandırılmış bir büyüme dalgası var.”
Yeldan’ın bir başka eleştirisi ise büyümenin kaynakları ile ilgili:
“Hâlâ büyümeyi sürükleyen olgunun da inşaat sektörü olduğunu inşaat sektöründeki durgunluk ve aşırı arz fazlasının da Türkiye ekonomisinin başına çok ciddi sorunlar yaratacağını biliyoruz. İnşaat sektörü, sanayi ve tarım sektörü gibi değil. İnşaat ithalata bağımlı bir sektör. Çoğunlukla ithalattan oluşan elektrik aksamı ile içindeki aksamı ile… Döviz kazandırıcı olmayan bir faaliyettir. İnşaat yapıyorsunuz oluyor, bunu bir yere satmanız gibi bir şey söz konusu değil. Dolayısıyla döviz kullanan döviz kazandırmayan bir sektör. Bu bakımdan da inşaata dayalı büyüme dış ticaret açığının genişlemesine ve Türkiye’nin dış dengelerinin sarsılmasında önemli rol oynuyor. Sanayi sektörü öyle değil, sanayi sektöründe ürettiğini mali ihraç da ediyorsunuz ithal da ediyorsunuz. Bu bakımdan da inşaat sektörüne dayalı bir büyüme çok kaygı verici.”
(16 Nisan referandumu öncesi büyük bir kredi yükselişi gözleniyor. Hükümetin teşvikiyle yaratılan kredi genişlemesi büyümede önemli etken oldu.)
**
Prof. Yeldan’ın işaret ettiği döviz açığı endişesi için çok fazla beklenmedi. Milli gelir mucizesinin açıklanmasının hemen ardından cari denge rakamları açıklandı ve Türkiye’nin 12 aylık cari açığının 42 milyar dolara dayandığı ortaya çıktı. GSYH’nın yaklaşık % 5’ine tekabül eden bu cari açık, evet geçen seneye göre epey yüksek ama Türkiye için bu rakam % 6 seviyelerini geçmediği takdirde –en azından küresel likidite bolluğu koşullarında- fazla da bir paniğe yol açmıyor. Fakat bir de bu döviz açığının nasıl finanse edildiği meselesi var. Neredeyse tamamı kısa vadeli borçlanmayla… Yani finansman kalitesi son derece kötü. Fakat mesele sadece dış açığın finansman kalitesi değil, bir de niteliğinin ya da kaynağının şüpheli oluşu tartışılmakta… Sendika.org sitesinde yayınlanan bir yazıda iki konu bir arada tartışılıyor. Eskiden beri şüpheli niteliği üzerine spekülasyonlar yapılan ödemeler dengesi tablosundaki o meşhur Net Hata Noksan kalemi ya da bir diğer deyişle Kaynağı Belirsiz Para’nın ekim ayında yeniden olanca haşmetiyle (bir önceki ay 1 milyar 547 milyon dolar iken) 3 milyar 796 milyon dolar olarak ortaya çıkması… Aslında Temmuz-Eylül arasını içeren 3. Ç. büyümesi ile doğrudan alakalı değil ama hem Ödemeler Dengesi istatistiklerinin büyüme rakamlarının hemen ardından açıklanması, hem de aynı günlerde ABD’de süren Reza Zarrab davası ve altın kaçakçılığı olayının, tam da istatistiklerde tuhaf altın hareketlerinin olduğu döneme denk gelmesi ister istemez bunları büyüme rakamlarıyla birlikte konuşulur kıldı. Öyle ya kaynağı belirsiz ve şüpheli paralar, yasadışı ya da örtülü kimi işlemlerle tıpkı geçmişte olduğu gibi milli gelir rakamlarının şişirilmesine de sebep oluyor muydu?
Sendika.org’un 11 Aralık’taki “Yeni Zarrablar görevde: Ekim’de kaynağı bilinmeyen 3,8 milyar dolar Türkiye’de” başlığı bu şüpheleri yeterince iyi anlatıyordu. Yazı meseleyi şöyle özetliyor:
“Net hata noksanının çok fazla olması ve Türkiye’nin bu yılki altın ticaretinin 2012-2013 yılları ile benzerlik göstermesi dikkat çekiyor. Türkiye on ayda 6,1 milyar dolarlık altın ihracatına karşılık 14 milyar dolarlık ithalat yaptı. Bu tutarlar, Türkiye İstatistik Kurumu kayıtlarında ‘külçe altın’ olarak geçiyor. Altın ticaretinin merkezinde Reza Zarrab’ın da paravan şirketler aracılığıyla altın ihraç ettiği Birleşik Arap Emirlikleri bulunuyor. On ayda Türkiye 6,1 milyar dolarlık külçe altın ihracatının 5,1 milyar dolarını Birleşik Arap Emirlikleri’ne gerçekleştirdi. Yani altın ihracatının yüzde 83’ü BAE’ye yapıldı.”
Bu şüpheleri sadece söz konusu site dile getirmiş değil; başka iktisatçılar da benzer sorular sordular. Ana muhalefet partisi CHP’nin ekonomi kurmaylarından Faik Öztrak 4 Aralık’ta attığı tweet’te olayı şöyle özetlemişti:
“Altın ticaretinin gözde ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri. Bu ülkeyle ticareti başlatan aktör şimdi Mahkemede tanıklık yapıyor ama bir yandan da bu ülkeyle altın ticareti tüm hızıyla devam ediyor.”
Tweet’te ekli grafikte BAE ile yapılan altın ticaretinin bu yıl ani bir yükselişle tıpkı Zarrab’ın faaliyetinin zirvesi 2012’deki seviyesine ulaştığı hatta geçtiği açıkça görülüyordu.
Kaynak: Faik Öztrak. (RezaZarrab’ın faaliyette olduğu dönemleri hatırlatan ilginç bir altın ticareti patlaması şimdi de yaşanmaya başladı)
**
Tüm bu anlatılanlar yani rakamların ilk bakışta görülen aşırı iyiliği ile, ikinci bakışta bir epey hayal kırıcı oluşu arasındaki çarpıcı çelişki bir yandan, bir bütün olarak Türkiye’nin istatistiklerine güvenin çeşitli nedenlerle sarsılmış oluşu, bu büyümenin ne kadar gerçek, ve eğer gerçekse de ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusunu içte olduğu kadar dışta da sıklıkla sorulur hale getirdi. Örneğin Financial Times 11 Aralık’ta yayımladığı ve büyümeyi oldukça nötr anlattığı, epey bir kısmında da Başdanışman Hatice Karahan’ın iyimser yorumlarına yer verdiği “Turkish Economy Surpasses 11% Growth in Rebound from Coup” haberinin spotunu yine de “Hükümet (ekonominin) hızlı toparlanması ve yatırımlara seviniyor fakat eleştirenler dengesi bozulmuş kredi genişlemesinden endişeli” diye verdi. Aynı şekilde mesela Digital Journal sitesi’nde başlık “Türkiye’nin parlak büyümesi karanlık ve belirsiz riskleri saklıyor” diye verdi Fakat belki bu tür kuşkucu yorumlardan daha incitici olanı dünya lideri olunan böyle bir yüksek büyümenin dış basında neredeyse hiç denecek kadar az haber olmasıydı. Bir zamanlar Türkiye’nin ekonomik başarı hikayesine bol bol yer veren yayınların hemen hiç biri ciddiye alıp doğru dürüst birer haber yapmadılar. Türkiye ile olan haberler ya Suriye meselesi ya Reza Zarrab meselesi ya da “ülkedeki otoriterleşme” ile ilgili hemen hiç biri pek hoşa gidecek cinsten değil.
BÜYÜMENİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
Sonuçta büyüme rakamının iyi yanı geçen seneki başarısız darbe sonrası ekonominin girdiği sıkıntılı ekonomik durum ve düşük büyüme ortamından gerçek mikyası şu veya bu tartışılır ama çıkılmış durumda… Yine bir başka olumlu değişim epeydir yaprak kımıldamayan sabit sermaye yatırımların cephesinde son iki çeyrekte belli bir kımıldama var ve 3. Ç’de büyümenin Hatice Kahraman’ın da vurguladığı gibi %3,6’lık az sayılmayacak bir katkı yapmış olması büyümenin geleceği hakkında bir ölçüde güven veriyor. Güven vermeyen kısım ise bu büyümeyi sağlamak için kullanılan karşılıksız, gevşemeyi işaret eden kaynaklar sonucu enflasyonun artması. Kredi Garanti Fonu’ndan 65 milyar dolar seviyesinde bir fon işletmelere kullandırılınca bunun bir kısmının makine ve teçhizat yatırımına gitmesi normaldi. Fakat öyle görünüyor ki daha fazlası sair iç tüketime gitmiş. ÖTV indiriminin eylül sonuna kadar sürmesi 3. Ç’de tüketimin öne alınmasına neden oldu. Geçen senenin sonundan bu yana biraz hükümetin zoruyla bankaların kredileri arttırması da, hükümetin kamu harcamalarını arttırması da, bu büyümenin sağlanmasında temel bir rol oynadı belki ama tüketici fiyat enflasyonunun (TÜFE) ve üretici fiyat enflasyonunun (ÜFE) alıp başını gitmesinde de (Biri yaklaşık %13, diğeri yaklaşık %18) yine aynı etkenler baş roldeydi. Şimdi enflasyonu durduramazsan döviz alır başını gider. Dövizi tutmak, dolayısıyla enflasyonu tutmak için inansan da, inanmasan da faiz arttırmak zorunda kalırsın ve o da büyümeyi frenler. Bir başka sorun işsizlik. Bu kadar yüksek büyümeye rağmen işsizlik ancak 1 puan kadar düştü ve hala % 10,8 ile eski ekonomik kriz dönemlerinde ancak görüldüğü kadar yüksek. Şimdi hem büyüme ister istemez aşırı kullanılan kredi kaynakları yavaşlayacağından hız kesecek, hem de enflasyonu frenlemek için alınacak önlemler büyüme ve işsizliği ekstradan olumsuz etkileyecek. İşsizlik 1-2 ay kısmen düzelse bile eğer dış dünya koşullarında beklenmedik bir rahatlama olmazsa tekrar yükselecek ve bu da dönüp büyümeyi kıran bir başka etki olacak. Geçen yılın 3. Ç.’indeki negatif büyüme, “Baz Etkisi” nedeniyle şimdiki 3. Ç. 2016 – 3. Ç. 2017 arası büyümenin bu kadar böyle yüksek çıkmasına yardım etti ama bundan sonra aynı baz etkisi tam tersi büyümeyi aşağı çekici etki yapacak; öyle ki 2018 3. Ç.’i büyümeyi yeniden negatif olarak bile gösterebilir.
Kaynak: Mustafa Sönmez. (Ciddi gerileme dönemlerinden sonra “baz etkisi” nedeniyle çok yüksek görünümlü büyüme daha önce de sık görülmüş)
MUCİZENİN MALİYETİ
Böylesi bir inandırıcılık sorunu olan ve sürdürülebilirliği çok şüpheli %11,1 için katlanılan maliyetler ise ekonomik olarak anlamsız ve akıldışı… Yukarıda rakamları verdiğimiz için onları tekrar etmeye gerek yok. Ama hiç değilse başlıcalarını teker teker sayalım.
1. Türkiye ekonomisinin neredeyse tek olumlu resmî istatistiği olan düşük bütçe açığında önemli kötüleşmelere katlanıldı.
2. Büyük fedakarlıklarla bir nebze düşürülmüş Türkiye’nin en büyük riski kronik cari açık tekrar zıvanadan çıkmaya başladı.
3. Enflasyon ciddi bir şekilde çift haneye oturdu ve acil tedbir alınmazsa orta vadede durmak yerine daha da hızlanma riski taşıyor.
4. Bütün bunlar ve başka siyasi riskler dövizi de hızla yükseltti. Böylece aslında dolar cinsinden milli gelir yükseleceğine düştü.
Tüm bu katlanılan maliyetler sürdürülemez olduğu için TL cinsinden reel milli gelir hızı da önümüzdeki çeyreklerde hızlı bir gerileme yaşayacak. Sonuç eskiden olduğumuz düşük gelir seviyesine belki daha da kötüsüne dönerken elimizde fazladan yüksek enflasyon ve daha da yüksek iç ve dış borç kalacak. O zaman ekonomik olarak ilk bakışta mantığı olmayan “bu haltı –hani malum fıkradaki gibi- biz niye yedik?” sorusunu işin sonunda değil de şimdi sormak daha mantıklı olmaz mı?
AKILDIŞI POLİTİKANIN KENDİNE ÖZGÜ MANTIĞI
İnsanlar akıldışı, irrasyonel işler yapar; devletler de akıldışı politikalar izler zaman zaman. Bunlar bilinmedik şeyler değil. Bazen aptal oldukları için, pazen tutkularına, ya da korkularına kapılıp olan akıllarını da kullanmayı unuttukları için… Bazen içgüdüleri akıllarına galebe çaldığı için… Mesela “sürü”ye yani içinde bulundukları gruba düşünmeden uydukları için… Bazen tek bir birey için pekala akılcı olan davranış, toplumun tamamında uygulandığında felaket akıldışı olabilir. Ya da tersi… Toplum için akıldışı olan bir politika, o toplumda politikayı belirleme gücüne sahip özel bir birey için hiç de akıldışı olmayabilir. Ya da aslında ekonomi bilimi açısından akıldışı olan bir politika birileri veya bir grubun siyasi hedefleri açısından gayet akılcı olabilir.
Buradan kalkarak, izlenen bu ilk bakışta (ve aslında son analizde de) akıldışı olan ekonomi politikasının büyük ölçüde 16 Nisan 2017 referandumu öncesi başarılı bir sonuç almak adına gaza var gücüyle basmak zorunda olunmasıyla ilişkilendirmek… Ve sonrasında da oldukça tartışmalı bir iç, dış siyasi atmosferde bu sonucu berkitmek amaçlı olduğunu söylemek fazlaca spekülatif bir yorum sayılmamalı.
Gelgelelim bu da hikayenin sadece bir kısmını açıklar.
Meselenin sadece bir ekonomik sorun olmadığını Türkiyenin ekonomik büyüme hikayesinin derin sosyal/siyasal bağlantıları olduğunu ve hükümetin bu konuda belki de düşündüğünden daha sıkıntılı açmazlar içinde olduğunu irdelemeye çalışacağız. Yani akıldışı büyüme politikasının kendine özgü ve biraz tuhaf olan mantığını irdelemeye…
Bir dahaki yazıda…